Dünyanın Zevki Sadece Günah İşleyerek mi Elde Edilir?

Cemiyet Hayatımız

Helal dairesinde hareket edip haramlara tevessül etmeden zevkli bir hayat yaşanamaz mı? Helaller keyfe kâfi gelmez mi? Müslümanca yaşanan bir hayat neşesiz, zevksiz, donuk ve soğuk bir hayat mıdır? Dini hayat; zemini haramlarla döşenmiş bir mayın tarlası mıdır? Müslüman haram işleme korkusuyla her an mayına basma tedirginliği yaşayan bir yolcu mudur?

Günümüz dünyasına hakim olan laik ve seküler anlayış maalesef dindarlığı bir yük, külfet ve zindan hayatı gibi algılamakta, dinden bağımsız yaşamayı esaretten kurtulmak gibi telakki etmektedir. Bu anlayış ve telakki sahipleri heva ve heveslerinin esiri olarak şuursuz ve sorumsuz gayr-i insani bir hayat sürdüklerinin farkında değillerdir. İnsan için kuralsız, disiplinsiz bir hayat söz konusu olamaz. Hayvanlar bile mutlak anlamda başı boş değildir. Hayatı anlamlı kılan insani ve ahlâkî değerler vardır. Bu değerlerden sıyrılmak insanlıktan tecerrüd etmektir.

HELALLER ŞİFA HARAMLAR ZEHİRDİR

İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Yaratıkların en şereflisidir. Mevlâ, her şeyi, imtihan için bizim emrimize tahsis etmiştir. “O Allah ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratmıştır.” (Bakara, 29) “De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı zineti ve güzel rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar dünya hayatında ve özellikle de kıyamet gününde iman edenlere hastır.” (Â’raf, 32)

Allah’ın nimetlerine O’na iman edenler elbette daha lâyıktır. Kim ne ister ve onu elde etmek için çalışırsa Mevlâ emeğin karşılığını verir. “Gerek dünyayı ve gerekse ahireti isteyenlerin her birine Rabbinin ihsanından peş peşe veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.” (İsrâ, 20)

Yaşadığımız imtihan dünyasında elbette emirler ve yasaklar olacaktır. Zaten başka türlü imtihan olmaz. Emir ve yasaklar huzur ve güven içinde insanca bir hayatın vazgeçilmezleridir. Kuralsız hayat olmaz. Helaller şifa, haramlar ise zehirdir. Haramlar tuzaktaki yem gibidir. Haramlarla gıdalananlar zehirli bala üşüşen sinekler gibidir.

HARAMLARIN CAZİBESİ VARDIR

Görünürde haramların cazibesi vardır. Zira nefis ve şeytan sihirbaz gibi iyileri kötü, güzelleri çirkin gösterir.

İnsanın doğuştan gelen arzu ve ihtiyaçları meşru yollardan giderilir. Bunun için haramlara tevessül etmek gerekmez. Haddi zatında haramlar dejenerasyon sebebidir. Zira tabii ve şer’i ölçülerin dışına çıkmaktadır. Meşru kuralları çiğneyen neticede kendini çiğnemiş olur.

Başta da ifade ettiğimiz gibi helal dairesi keyfe kafidir. Cinsel arzular nikah yoluyla giderilir. Arzuların helal yollarla giderilmesinde ibadet sevabı vardır. Çünkü Mevlâ’ya itaat söz konusudur, haramlar ise isyanı temsil eder. Açlığı gidermek için sayısız temiz ve helal gıdalar vardır. Susuzluğu gidermek için sayısız meşrubat vardır. Göz zevkini tatmin için nice güzellikler, harika manzaralar vardır. Rahatlamak için nice meşru eğlenceler vardır. Arzu ve ihtiyaçları gidermek için bunca meşru yol ve imkanlar varken zinaya, hırsızlığa, içkiye, kumara ihtiyaç yoktur.

Mevlâ bizler için yaşanamaz bir din, taşınamaz bir yük getirmemiş, bilakis zevkle, kolaylıkla ifade edilebilecek, ifnaya değil, ihyaya yönelik emir ve yasaklar koymuştur. Bunlar nefse ağır gelse de, behimi arzularımıza ters düşse de, yaşatmaya ve tedaviye yöneliktir. İlk bakışta ameliyat korkutucudur, acı ilaçlar sevimsizdir. Fakat yaşatmaya ve tedaviye yönelik oldukları için mecburen başvurulur. Zira sonuçları güzeldir.

MÜSLÜMAN YAPACAĞI HAREKETİN KÂR VE ZARARINI HESAP ETMELİ

İslam insan fıtratına en uygun dindir. Allah da peygamber de daima insanın dünya ve ahiret mutluluğunu hedeflemişlerdir. “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara, 185)

“Andolsun ki, size içinizden bir peygamber gelmiştir. Sizin sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O, size çok düşkündür. Hele müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128)

Daha önce de belirttiğimiz gibi insan sorumlu varlıktır. Yeryüzünde Allah’ın halifesidir. İrade sahibidir. Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği emaneti, sorumluluğu yüklenmiştir. Kazanmak veya kaybetmekle karşı karşıyadır. Dolayısıyla titiz davranmak zorundadır. Yaptığı ve yapacağı her hareketin kâr ve zararını hesap etmek konumundadır. Aksi halde hayatı, insani olmaktan çıkar, hayvani bir hayata dönüşür. “İnkar edenler dünyada zevk edip geçinirler, hayvanlar gibi yerler. Onların varacakları yer ateştir.” (Muhammed, 12) Hayvanların pek çoğu bile yeme içme hususunda seçicidirler.

Dünyanın cazibesine kapılıp nimetlerin asıl sahibini unutmak insana yakışmaz. Kulluk bir teşekkür ifadesidir.

“Şüphesiz dünya tatlı ve caziptir. Allah orada sizi halife yaptı. Nasıl hareket edeceğinizi, gözlemektedir. Dünya ve kadınlar hususunda dikkatli olun, İsrail oğullarının ilk imtihanı kadınlarla oldu.” (Riyazu’s-Salihin, Hadis no: 70) “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da sizi Allah’la aldatmasın.” (Lokman, 33)

ALLAH'IN NİMETLERİNİ ŞÜKÜR VESİLESİ KILMAK KÜFÜR VESİLESİ KILMAMAK GEREKİR

Allah insanı haramların lezzeti ve ibadetlerin külfeti ile imtihan eder. Fakat haramlar zehirli bala benzer, öldürücüdür. İbadetler ise şifa kaynağı olan ilaçlar gibidir. Allah rızası ön planda tutulursa külfetler ülfete, zahmetler rahmete dönüşür.

Boğaz manzaralı bir yerde balık yerken rakı içmek şart mıdır? Sahillerde, koylarda, pırıl pırıl denizlerde yüzerken, dolaşırken ar ve hayadan sıyrılıp üryan hale gelmek zaruret midir? Zevkü sefanın insancası, İslamcası olamaz mı? Hanımlara ayrı, erkeklere ayrı yüzme alanları ihdas etmek mümkün değil midir? Mesele denizden istifade etmek mi, yoksa başka bir şey mi?

Allah’ın nimetlerini O’na isyan yolunda kullanmak apaçık bir nankörlüktür. Bu nimetleri, inâm edene karşı şükür vesilesi yapmak yerine küfür vasıtası yapmak insaf ve vicdana sığmaz.

Mesele dönüp dolaşıp iman meselesinde düğümleniyor. Allah’a ve O’nun dinine inanan kimse en azından günahlardan pişmanlık duyar, tevbe eder. Asıl felaket olan Allah’ın ve dinin devre dışı bırakılmasıdır. Bu ise toplum düzeninin, ahlâkî ve insanî değerlerin çökmesi demektir.

AHİRETİNİ UNUTAN MADDİ VE MANEVİ İFLAS EDER

Yüzü ahirete dönük olmayan seküler bir anlayışın varacağı son nokta maddi ve manevi iflastır. Hedonizmin, haz ve hızın egemen olduğu bir dünya hızla haz bataklığına gömülmektedir.

Disipline edilmeyen arzular kanal veya bend içine alınmayan azgın sular gibidir. Sel ve yangın nasıl felaketse kontrolsüz istekler de öylece felakettir.

Ahlâkın ve hukukun temel kaynağı dindir. İnsanı yaratan Allah olduğu gibi, uyulacak kararları belirleyen de Allah’tır. Eseri olan insanın yapısını, ihtiyaç ve zaaflarını en iyi bilen de O’dur. Makinayı yapan, kullanma talimatını da hazırlar. “Yaratan bilmez olur mu hiç? O, her şeyi bütün incelikleriyle bilir, her şeyden haberdardır.” (Mülk, 14)

Yazının başlangıcına dönersek mutlu ve zevkli bir dünya hayatı yaşamak için günahkâr olmaya, haram işlemeye ihtiyaç yoktur. Meşru yollardan yararlanmak mümkündür. Bunun için İslamî bir çevre ve ortam oluşturmak gerekir. Şeytan emekli olmadığına göre böyle bir ortam yüzde yüz sağlanamazsa da günahın asgariye düşürülebileceği bir vasat oluşturulabilir. Bu da isyan değil iman merkezli bir hayatla sağlanabilir.

Aslolan yanıp sönen zevklerin değil, solmayan renklerin, eskimeyen yenilerin, kalıcı güzelliklerin peşinde olmaktır. Batanların, kaybolanların peşinde koşanlar sonunda batıp kaybolurlar. Bir anlık zevk için ebedi saadet heder edilemez. Helaller haramlara ihtiyaç bırakmayacak kadar çoktur. Her halükârda Müslümanca yaşamak mümkündür.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, 375. Sayı