Dünyaya Duyduğumuz Muhabbet
Dünyaya duyduğumuz muhabbet gaflet yolunu seçmemize neden oldu. Nurdan, şifadan kaçar, karanlık ve hastalığı tercih eder olduk. Hz. Mevlana’nın buyurduğu gibi; “Ekmeğe talip derviş karadaki balık gibidir. Şeklen balıktır ama denizden kaçmaktadır.
Salgın hastalık bizlere ne gösterdi? Dünya hayatının kıymetini ve anlamını bilemedik. Dünyanın ahiretin tarlası olduğu şuuruna erişemedik. Ebediyet meyvesinin bu dünya sahnesinde, günlük hayatımızdaki mücadelelerimizle kazanıldığını kavrayamadık. Cennetin buradan kazanıldığını ve hatta yaşanabildiğini idrak edemedik.
Biz birbirimizi sevmek için dünyaya geldik. Allah için olmayan her sevgiyi kurban etmek, cenneti kazanmak, şahit ve şehit olmak, hayatımızı, hayatımızı verene feda etmek, en çok sevdiğimiz şeylerden vazgeçmek için geldik.
DÜNYAYA DUYDUĞUMUZ MUHABBET
Fakat dünyaya duyduğumuz muhabbet gaflet yolunu seçmemize neden oldu. Nurdan, şifadan kaçar, karanlık ve hastalığı tercih eder olduk. Hz. Mevlana’nın buyurduğu gibi; “Ekmeğe talip derviş karadaki balık gibidir. Şeklen balıktır ama denizden kaçmaktadır. Allah’ı, kazanç uğruna sever. Nefsi, Allah’ın Kemâl ve Cemâl’ine âşık değildir.” Bu dünyanın sevgisi, âlemlerin Rabbi’ne duyulan aşkın yokluğu, miracın yokluğu, secdenin yokluğu demektir. Dünya sevgisi Rasûlullah’ın sünnetinin yokluğudur. Kişi bu dünyada ve onun cezbediciliğinde kaybolduğunda, Allah’tan uzaklaşır; kendi arzularına kul, şeytanın elinde oyuncak olur. Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm’a soruldu: “Ya Rasûlallah, dünyevilik nedir?” Saadetle cevap buyurdu; “Seni gaflete atıp Rabbini unutturan her şey.”
Şu yaşanan karantinalı günler geride kalıyor, dünya kapıları tekrar açılıyor, insanoğlu rutin dünya işlerine dönüyor. Hayat dolu bir gönül ile itikâfa girdik. İtikâfın nuru ile gaflet uykusundan bir uyanma gerçekleşti ve gönlün kudretini tekrar hissetmeye başladık. Dünyaya duyduğumuz sevgi azaldı ve ahirete karşı bir özlem doğdu.
İtikâfın nuru ile yıkanmış bir gönül dünyadan arınır. İtikâfta muhabbetle beslenmiş, pişmanlık gözyaşlarıyla yıkanmış, canlanmış ve şuurlanmış bir gönül dünyadan arınır. O gönül, sonsuz cemâl ve kemal istikametine gider. Allah’ın rızasını arar. Tefekkür eder, muhabbet duyar. Allah’a sığınarak ve yönelerek, secdeye ve Kuran-ı Kerim’e sarılarak yaşar. Sürekli bir muhabbet alışverişinde bulunur. İlahî âyetlerin hikmetini yaşamak için varlık çölüne dalar. O gönül her zaman bir aşk ve rahmet ümidi taşır. Allah Teâlâ’nın Kur’ân’da buyurduğu gibi: “O kimseler ki, iman ettiler, yurtlarını terk ettiler ve Allah yolunda mücahede eylediler, işte onlar ilâhî rahmetten ümitlidirler.” (Bakara, 218)
İtikâfın nuru ile yıkanmış bir gönül dünyadan arınır. Yaptığı her şeyi Allah’a, peygambere, velilere ve insanlara duyduğu sevginin verdiği şevk ile yapar. Emanetini taşıma şerefine ermeye çalışır. “İman edip ve hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla, cihad edenler, derece bakımından Allah katında daha üstündürler. İşte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.” (Tevbe, 20)
İtikafta ahlâk-ı Muhammediyye’nin o yüce farkındalığına uyanan bir gönül aşkla şevkle Habîb-i Hudâ Muhammed Mustafa Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm’ı takip eder. Çünkü O, yaşayan Kur’ân’dır. Allah-u Teâlâ Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâmı kastederek; “O’nda sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21) buyurmaktadır. O, daima Rabbiyle yaşamış ve Rabbiyle sevmiştir. Kesintisiz bir müşahede halindeyken, ilâhî rahmet tecellisinin tatlı kurbiyet kokusunu içine çekiyordu. Yaptığı veya söylediği hiçbir şeyi kendi nefsine değil, Rabbine dayandırdı. Bu yüzden bütün hayatı boyunca hiçbir şeyi kendi iradesiyle seçmedi. Kerim ve Mün’im Rabbi tarafından bütün nimetler Rasûl-ü Zîşan Efendimize aleyhis-salât ü ves-selâm verildi ve sevdirildi. Fahr-i Kâinat Efendimiz aleyhis-salât ü ve’s-selâm bu konuda şöyle buyurmuştur; “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: güzel koku, helâl nîsa, gözümün nuru olan namaz.”
Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm’ın bu hâli ve sevgisi başta en yakınları olmak üzere ashabına da sirayet etmişti. Hz. Hatîcetü’l-Kübrâ Vâlidemiz Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm’a olan aşkını “Fahr-i Kâinat sevdasına düştükten sonra benim için dünya bitmiştir. Dünya artık sadece hizmet için vardır.” diye ifade etmişti. Hz. Hatîce büyük bir servetin sahibi idi ve bu servetin anahtarlarını getirip Efendimiz’e arz etti. Peygamber Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm, “Hayır, onlar senin servetindir” dedi. Hz. Hatîce, “İnsan seni tanıdıktan sonra dünyaya ait bir ilgiyi nasıl muhafaza eder? İnsan seni tanıdıktan sonra dünya diye bir şey düşünmez. Yapma, bu anahtarlar senindir” dedi.
Hz. Hatîce Vâlidemizden öğrendiğimiz şey, sadece aşkın en yüce bir ifadesi değil, aynı zamanda Efendimiz’e âşık olmanın dünya ilgilerini nasıl kökünden söküp attığının ifadesidir. Aynı şekilde Hz. Ali (k.v.) de bu durumu; “Ben dünyayı boşadım.” şeklinde heybetli bir ifadeyle dile getirmiştir.
Ehl-i Beyt-i Mustafâ ve Ashâb-ı Güzîn’in, Muhammed Mustafa aleyhis-salât ü ves-selâm’a olan muhabbet gönüllerine öyle yerleşmişti ki dünyayla olan bağlantılarını tamamen kesmişlerdi. Dünya ve içindekilere hizmet ederek benliklerini feda ettiler ve kendilerini Resulullah aleyhis-salât ü ves-selâm’ın yoluna adadılar. En büyük musibetin içerisinde de olsalar hiçbir şey olmamış gibi kulluk vazifelerine devam ettiler, çünkü Allah ve Rasûl’ünün sevgisiyle doluydular. Yaptıkları, cihadları ve gayretleri ile Allah rızasını kazandılar ve mükâfat olarak Allah Teâlâ onların gönüllerine bir ilham kaynağı ihsan etti.
Fahr-i Kâinat Efendimiz aleyhis-salât ü ves-selâm’ın sünneti dünyaya vereceğimiz anlam ve değerin nasıl olması gerektiğine dair örnektir. Dünya metâına sahip olmayı ve sevmeyi değil, Habibullah aleyhis-salât ü ves-selâm ’in buyurduğu gibi dünya metâının Allah tarafından sevdirilmiş olması şerefine ermeyi hedeflemeliyiz.
Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi 2020 Ağustos, Sayı: 413