Dünyayı Ahirete Tercih Eden Kişi

İbadet Hayatımız

Dünyayı âhirete tercih etmek; geçici olanı kalıcı olandan, damlayı deryadan, çer-çöpü pırlantadan kıymetli görmek gibi, hazin bir hamâkattir. Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleriʼnin buyurduğu üzere, bu hamâkate dûçâr olanların en bâriz vasıflarından biri “cehâlet”tir.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur:

Dünyayı âhirete tercih eden bedbaht kişinin:

- Câhilliği bilgisinden,

- Gafleti zikrinden,

- Günahı sevâbından çok olur.

Âhireti dünyaya tercih eden sâlih kişinin ise:

- Sükûtu konuşmasından,

- Fakirliği zenginliğinden (yani zühd ve kanaati hırs ve tamahından),

- Son nefes endişesi, sevincinden fazla olur…”[1]

Nitekim Kurʼân ve Sünnetʼin rehberliği altında terbiye edilmeyen ham nefislere Cenâb-ı Hak da;

ظَلُومًا جَهُولًا : çok zâlim, çok câhil” buyurur. (Bkz. el-Ahzâb, 72)

ASIL CEHALET CENAB-I HAKK'I BİLMEMEKTİR

Bu cehâlet ise dünyevî bilgileri bilmemek değildir. Asıl cehâlet, Cenâb-ı Hakkʼı bilmemektir. Oʼnun lûtfuyla var olup yine Oʼnun nîmetleriyle perverde olduğu hâlde, bütün bu nîmetleri bahşeden yüce kudreti tanımamaktır.

Yine en mühim cehâlet, Rasûlullah -sallβllβhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin tebliğinden uzak kalmaktır. Nitekim vahyin rehberliğinden uzaklaşan toplumlara “câhiliye toplumu” denilir. Böyle toplumlar ise zâhirî ilimlerde ne kadar ilerlemiş olurlarsa olsunlar, âhiretsiz bir dünya anlayışına kapılarak şuursuzca ömür tüketirler.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleriʼnin buyurduğu üzere, dünyayı âhirete tercih edenlerin diğer bir vasfı olan “gaflet” ise kâinattaki mikrodan makroya kadar bütün varlıklarda sergilenen ilâhî kudret ve azamet tecellîlerine âmâ kesilmektir. Bütün mahlûkât, hisseden bir gönle Hâlıkʼını hatırlatırken, kendini kör bir tesadüfün eseri olarak var olmuş ve başıboş bırakılmış zannetmektir. Hâlbuki âyet-i kerîmede:

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakîkaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Müʼminûn, 115) buyrulmaktadır.

Yine gaflet; Cenâb-ı Hakkʼın, Kurʼân, insan ve kâinatta sergilediği azamet-i ilâhiyye tecellîlerini, akılsız varlıklar gibi alık ve abus bir çehreyle ve donuk bir kalple seyretmektir. Bu tecellîlerin hikmet ve ibretlerini gönül gözüyle okuyamamaktır.

DÜNYAYA ALDANIP GAFLETE DÜŞMEMENİN ÇARESİ "ZİKİR"

Mevlânâ Hazretleri, bu hâle dûçâr olan gâfillerin şaşkınlığını şu teşbihle îzah eder:

“Bir öküz, Bağdat’a gelir ve şehri bir baştan öbür başa kadar dolaşır. (Pek çok medeniyete ev sahipliği yapan, ortasından şırıl şırıl akan Dicle Nehri’yle ilâhî sanatın müstesnâ bir sergisi olan) Bağdat şehrinde hoşlanılacak nîmetler olarak yalnızca kavun ve karpuz ka­buklarını görür… Zaten öküzle eşeğin seyrine lâyık olan şey; ya yola dökülüp saçılan saman­dır, yahut yolların kenarında biten çayır çimendir!”

Dolayısıyla dünyaya aldanarak âhireti unutmak; bayağı şeylerle oyalanarak saâdeti sefâlet çarşısında aramaktan farksızdır. Bu gafleti bertaraf etmenin çâresi ise “zikir”dir. Zikir, gönlün Allah ile olmasıdır. Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerîmede, kullarının her an zikir hâlinde olmalarını istemektedir:

“Onlar ki, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allâhʼı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler (ve şöyle derler:) «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Senʼi tesbîh ederiz. Bizi Cehennem azâbından koru!»” (Âl-i İmrân, 191)

İşte müʼmin, hayatının her safhasını zikrin feyziyle yaşamalı ki, gaflet, cehâlet ve günahlardan korunabilsin; Cenâb-ı Hakkʼın dostluk iklimine girebilsin.

[1] Abbâs, Ebû Yezîd, s. 86; Sehlegî, en-Nûr, s. 125.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-i Bistâmî, Erkam Yayınları