Ebedî Kurtuluş Reçetesi

Ebedî kurtuluş vesîlesi olan “ticâreten len-tebûr”un 3 şartı.

Lokman aleyhisselâm buyurur:

“Ey oğlum! Allâh’ın tâatini kendine ticaret edin ki sermayesiz olarak devamlı kâr elde edesin!”[1]

EN KAZANÇLI TİCARET

[Dünya hayatının en kazançlı anları, Allâhʼa itaat hâlinde geçirilen vakitlerdir. Dünyadaki en kârlı ticaret de fânî olanı vererek bâkî olanın kazanıldığı alışveriştir. Bu sebeple müʼminin en büyük bahtiyarlığı, Cenâb-ı Hakkʼın emirlerine tam bir teslîmiyet göstererek sâlih bir kul olabilmesidir.

Hakkʼa kul olan, Oʼnun mahlûkâtına kul olmaktan kurtulur, gerçek hürriyete kavuşur. Aksi hâlde insan, zâlim insanların kulu-kölesi, malın-mülkün esiri, nefsânî arzuların zebûnu olmaktan kurtulamaz. Bu esâ­retlerden yegâne kurtuluş fidyesi ise, nefsini Cenâb-ı Hakkʼa râm ederek Oʼnun emirlerine tam teslim olmaktır. Müʼmin için dünya hayatında bundan kârlı bir ticaret yoktur. Zira nefsini Allâhʼa satan, yani hevâ ve heveslerinden vazgeçerek ilâhî emirlere teslim olan kimse, dünyadan da nasibini alır. Fakat kendini dünyaya râm eden bir kimse, Allâhʼın rızâsından mahrum kalır.

Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa, ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun âhirette bir nasîbi olmaz.” (eş-Şûrâ, 20)

Dünya hayatında Allah rızâsı yerine dünyevî menfaatler için çalışıp bitkin düşen gâfiller hakkında da Kur’ân-ı Kerîm’de; عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ : Çalışmış, fakat boşuna yorulmuş.” (el-Ğâşiye, 3) buyrulmaktadır.

Bu hazin âkıbete dûçâr olmamak için, şu âyet-i kerîmenin muhtevâsına girmek îcâb eder:

“Allah müʼminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır...” (et-Tevbe, 111)

Rivâyete göre bu âyet-i kerîme, Mekkeʼde ağır çileler altında tevhid mücâdelesi veren Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimizʼi kendi beldelerine dâvet eden Medîneli mü’minlerin, Akabeʼde yaptıkları beyʼat üzerine nâzil olmuştur. Bu bey’atte Medînelilerden Abdullah bin Revâha radıyallâhu anh ayağa kalkarak:

“–Yâ Rasûlâllah! Rabbin ve kendin için, bize istediğin şartı koşabilirsin.” dedi.

Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Rabbim için şartım, O’na ibadet etmeniz ve hiçbir şeyi O’na şirk koşmamanızdır. Kendi hakkımdaki şartım ise, canlarınızı ve mallarınızı nasıl koruyorsanız, beni de öylece korumanızdır.”

Medîne’den gelen mübârek sahâbe topluluğu:

“–Böyle yaparsak karşılığında bize ne var?” diye sordular.

Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem cevâben:

“–Cennet var!” buyurunca oradakiler:

“–Ne kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” dediler. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 406)

Cenâb-ı Hak, en güzel ve en kârlı ticareti şöyle târif buyuruyor:

“Allâh’ın Kitabı’nı okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine ver­diğimiz rızıktan gizli ve âşikâr infâk edenler, «ticâreten len-tebûr» (aslâ zarara uğramayan bir kazanç) umabilirler. Çünkü Allah, onlara mü­kâfat­larını tam olarak öder ve lûtfundan onlara fazlasını verir…” (Fâtır, 29-30)

EBEDİ KURTULUŞUN ŞARTLARI

Bu âyet-i kerîmelerde haber verilen ebedî kurtuluş vesîlesi ticaretin ilk adımı; Kurʼân-ı Kerîmʼi okumak, okutmak, hayatımızı onun ölçülerine göre tanzim etmek, Kurʼân hakikatleriyle, ince, derin ve zarif bir rûha sahip olabilmektir.

İkincisi ise, namazı ikāme etmek… Yani namazda Cenâb-ı Hakʼla buluşabilmek. Cenâb-ı Hak, dâimâ bizimle olduğunu bildiriyor. Bizim de her dâim Oʼnunla olmamızı istiyor. Rûhumuzun mîrâcı olan namazı da, dünya şartlarında yaşanabilecek ilâhî vuslata en büyük vesîle kılıyor. Bunun içindir ki; “…Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Mirzâ Mazhar Cân-ı Cânân Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Her amelin bir keyfiyeti vardır. Namaz, bütün husûsiyetleri kendisinde toplamıştır. O, Kur’ân-ı Kerîm tilâveti, tesbîhat, salevât-ı şerîfe ve istiğfar gibi zikirlerin nurlarını ihtivâ eder. Eğer namazın edepleri hakkıyla yerine getirilirse, Asr-ı Saâdet’in rûhânî hâllerine benzeyen en feyizli ve doğru hâller namazda hâsıl olur.”[2]

Ebedî kurtuluş vesîlesi olan “ticâreten len-tebûr”un üçüncü şartı ise, gizli ve âşikâr olarak infakta bulunabilmektir.

Mü’min, gizli infâkı tercih etmelidir. Fakat âşikâr infâka mecbur kaldığında da, -riyâ ve gösteriş tehlikesi sebebiyle- ihlâsını korumaya daha büyük bir îtinâ göstermelidir.]

Dipnotlar:

[1] Ahmed, ez-Zühd, Beyrut 1999, s. 43, no: 269; Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebîr, s. 281, no: 721. [2] Abdullah Dehlevî, Makâmât-ı Mazhariyye, s. 73.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

EBEDİ KURTULUŞ YOLU

Ebedi Kurtuluş Yolu

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.