Ebû Berze El-eslemî (ra) Kimdir?
Ebû Berze el-Eslemî radıyallahu anh isminden çok künyesiyle tanınan bir sahâbî!...
Suffe ehlinden olan, Allah’ı çok zikreden âlim, âbid, zâhid bir ilim eri!.. Bir ömür hayatını hadisler ışığında geçiren bir kahraman cihad eri!.. O, Medine’de doğup büyüdü. Eslemoğulları kabilesine mensubtu. Asıl adı Nadle ibni Ubeyd’dir. İslâm’ın Medine’ye yayıldığı ilk günlerde Müslüman oldu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Medine’ye hicret edince onu, Ebû Bekre radıyallahu anh ile kardeş eyledi. Mescid yapılınca suffede kaldı. Allah Rasûlünden ilim, irfan öğrendi. Bir gün Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e:
“-Yâ Rasûlallah! Bilmiyorum belki senden sonraya kalırım. O zaman bana hayatta yapacak bir amel söyle de yapayım” diye niyazda bulundu.
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ona şöyle şöyle yap diye nasihatta bulunduktan sonra: “-Yoldan insanları rahatsız edecek şeyleri kaldır. Bu senin için sadaka olur” buyurdu. (Müslim, Birr ve Sıla, 131-132; İbni Sa’d, Tabakat, 4/299)
Ebû Berze Nadle İbni Ubeyd el-Eslemî radıyallahu anh bir taraftan ilim tahsil ediyor, bir taraftan da cihada koşuyordu. Fahr-i Kâinat Efendimizle birlikte Bedir, Uhud, Hayber ve Mekke fethine iştirak etmiştir.
Efendimiz’in dar-ı beka’ya irtihalinden sonra Basra’ya yerleşmiştir. Oradan Horasan ve Merv fethine katılmış, Cemel, Sıffîn ve Nehrevan’da Hazreti Ali'nin radıyallahu anh yanında yer almıştır.
O, duyduğu bir hadisi hemen hayatına yansıtırdı. O hadis ışığında davranışlarına nizam verirdi. Efendimiz’den 44 hadis rivayet etmiştir. Bunların bir kısmı Kütüb-i Sitte’de yer almıştır. Onlardan günlük hayatımıza ışık tutan birkaç tanesi şöyledir:
Ebû Berze radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerleşmeyen kimseler! Müslümanları gıybet etmeyiniz, onların ayıp ve kusurlarını araştırmayınız! Kim Müslümanların ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah da onun ayıp ve kusurlarını araştırır. Allah kimin ayıp ve kusurlarını araştırırsa onu evinin içinde bile olsa ayıplarını açar, perişan eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4880; Tirmizî, Birr, 85/2032; İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 229)
Ebû Berze radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebiyyi Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizin hakkınızda en çok korktuğum şeylerden biri, mîdeleriniz ve iffetleriniz hususunda sizi azgınlığa sürükleyen şiddetli arzular, diğeri de hevâ ve hevesinizin sizi dalâlete düşürmesidir.”(Ahmed, IV, 420, 423; Heysemî, I, 188; Ebû Nuaym, Hilye, II, 32)
RASÛLULLAH'IN KALKMAK İSTEDİĞİNDE ETTİĞİ DUÂ
Ebû Berze el-Eslemî radıyallahu anh şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem meclisten kalkmak istediğinde, son söz olarak şöyle dua ederlerdi:
“Sübhâneke Allahümme ve bihamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyke.Allahım! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ve hamdinle tesbih ederim. Senden başka bir ilâh olmadığını kesinlikle belirtirim. Senden bağışlanmamı diler ve sana tevbe ederim.”
Bunun üzerine bir sahabi:
“-Ey Allah’ın Resûlü! Şüphesiz ki sen, daha önce söylemediğin bir söz söylüyorsun!” dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu söylediğim sözler, mecliste işlenen hata ve kusurlara keffârettir” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb 32)
İlâhî dinler, insan hayatının her alanını düzenleyici temel kurallar ortaya koyar. Özellikle İslâm dini, insanlığa gönderilen son din olduğu için bütün dinlerden farklı olarak, kıyamete kadar geçerli olacak prensipler vaz etmiştir.
Meclislerin ve bu meclislerde oturanların âdâbını düzenleyen kurallar da bu cümleden sayılır. Dolayısıyla Müslümanlar, bir araya geldikleri meclislerde ve toplantılarda ellerinden geldiği ve güçleri yettiği nisbette lüzumsuz, faydasız ve anlamsız sözlerden sakınmalıdır. Bir meclisten ve toplantı mahallinden kalkmadan önce son sözlerimiz Allah’a dua olmalıdır.
HAYRI ÖĞRETİRKEN KENDİNİ UNUTAN ÂLİM
Ebû Berze el-Eslemî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir kul, kıyamet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bir adım dahî atamaz.” (Tirmizî, Kıyamet, 1/2417)
“Efendimiz’den Hayat ölçüleri” ve “Riyazüssalihîn Terceme ve Şerhi” nde bu hadisin çok tatlı izahı vardır. Öz olarak şöyle hülâsa edilebilir:
“İnsanlar, kıyamet gününde, dünyada yaptıkları her işten hesaba çekilirler. Burada sayılan beş şey, hesap esnasında sorulacak olanların en önemlileridir. Yoksa, sadece bunlardan sorumlu tutulup başka şeylerden sorumlu olmayacakları düşünülemez. Fakat sayılanlar dışında kalan şeyler, bunların detayları, şubeleri kabul edilebilir.
Bilen kimse, öncelikle bilgisini hareketlerine hâkim kılar ve ona göre davranışlar ortaya koyar. Herkes, kıyamet gününde, Allah huzurunda, bildiği kadarıyla vazifesini yapıp yapmadığından, ilmini hayatına uygulayıp uygulamadığından hesaba çekilecektir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ilmiyle amel etmeyen âlimi, câhille aynı seviyede tutmuştur. (Tirmizi, İlim, 5/2653) İlmiyle insanlara faydalı olup da kendisini unutan kişilerin hâlini de şöyle tasvîr etmiştir: “Başkalarına hayrı öğretirken kendini unutan âlim, insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen kandile benzer” buyurmuştur. (Heysemî, I, 184)
Bunun için ilmin kalbe yerleşmesi, intikâl etmesi ve davranışlarda tezahür etmesi zarûrîdir.
İSLÂM'IN KÂİDELERİ
Ammâr bin Yâsir radıyallahu anh’in anlattığı şu ibretli hâdise, ilminden faydalanmayan insanın hâlini ne güzel ortaya koymaktadır:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni, Kays Kabîlesi’nin bir mahallesine göndermişti. Onlara İslâm’ın kâidelerini öğretiyordum. Ancak halk vahşî deve sürüsü gibiydi. Hepsi de gözleri havada olan kibirli insanlardı. Bütün dertleri koyun ve deve idi. Efendimiz’in yanına geldiğimde bana:“–Ey Ammâr! ne yaptın?” buyurdu.
Ben de kavmin içinde bulundukları gaflet ve aldanışı haber verdim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“–Ey Ammâr! sana bu kavimden daha hayret verici olan kimseleri haber vereyim mi? Onlar, bu kavmin bilmediği şeyleri bildikleri hâlde, aynen bunlar gibi gâfilâne bir hayat yaşarlar.” (Heysemî, I, 185)
Günümüzde her şeyi bilen, her türlü bilgiye kolayca ulaşma imkânı olan, ancak aynen o câhil bedevî insanlar gibi dünyalıktan başka bir şeyi gözü görmeyen nice insanlar var!…
İSTİFÂDE EDİLMEYEN İLİM
İstifâde edilmeyen ilim, Allah yolunda infak edilmeyen bir hazîne gibidir. (Ahmed, II, 499; Heysemî, I, 184.) Nasıl infak edilmeyen hazîne, sahibine fayda sağlamıyorsa, amel edilmeyen ilim de insanı dünya ve âhirette saadete erdirmez. Gâfil insan ikisini de bir müddet sakladıktan sonra ölümle hepsini kaybeder ve kullanmadığı bu nimetlerin hesabıyla baş başa kalır.
İslâm dini, insanın mal kazanması ve zengin olmasına engel olmaz. Tam aksine, çalışıp çabalamayı, elinin emeğiyle geçinmeyi ve başkasına muhtaç duruma düşmemeyi tavsiye eder. Koyduğu tek prensip, malı ve mülkü helâl yollardan kazanmak, haram yollara sapmamak ve malın hakkını vermektir.
İnsana verilen nimetlerin en kıymetlilerinden biri de sağlık ve sıhhattir. Vücut ve ruh sağlığına sahip olmak, her şeyden önce gelir. Zira kıyamet gününde, vücudumuzu koruyup korumadığımızdan da hesaba çekileceğiz.
Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 315, Mayıs 2012