"ebû Cendel İbni Süheyl" Kimdir?

Ebû Cendel İbni Süheyl'in babası şirke düşmüş inatçı biriydi. Kureyş gençlerine gözdağı verircesine, onların da İslâm’a girmelerine engel olma kasdıyla oğlunu mahzenlere kapattı. Kaçmaması için ayaklarını zincirle bağladı. Onun Medine’ye hicret etmesine izin vermedi.

Ebû Cendel İbni Süheyl, Mekke’de müşrik bir aile ortamında doğup büyüdü. Babası Süheyl ibni Amr, Kureyş’in ileri gelenlerinden idi.

Bedir Gazvesinden önce (2/624) İslâm’la şereflendi. İslâm’ın nuruyla gönlünü aydınlattı. Dört sene gibi uzun bir müddet Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize kavuşma hasretiyle yaşadı.  Müslüman olduktan sonra Ebû Cendel künyesiyle tanındı.

BABASINIDAN İŞKENCELER GÖRDÜ

Babası Süheyl ibni Amr, şirk karanlığında kalmış inatçı bir insandı. Oğlunun İslâm’a girmesine hiç taham­mül edemedi. Oğluna en ağır işkenceleri yaptı.

Kureyş gençlerine gözdağı verircesine, onların da İslâm’a girmelerine engel olma kasdıyla oğlunu mahzenlere kapattı. Kaçmaması için ayaklarını zincirle bağladı. Onun Medine’ye hicret etmesine izin vermedi.

Ebû Cendel -radıyallahu anh-, Rasûlullah âşıklısı genç bir sahabi idi. Efendimiz’den ayrı kalış dayanamıyordu. Gönlü o derece hasret ve muhabbetle dolmuş idi ki bağlarından kurtulup ayağında zincirle de olsa Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize kavuşmak istiyordu.

İman nûru bir gönle girdi mi, o insan durdurulamazdı. Zira aşk ferman dinlemezdi. Peygamber aşkı ve hasretiyle yanan Ebû Cendel -radıyallahu anh- hep fırsat gözledi.

ESÂRETTEN KURTULUŞU

Nihayet, Mekkeli müşriklerin Hudeybiye’ye gitmelerini fırsat bildi. Babası Süheyl de onlarla birlikte Mekke’den çıkmıştı. Böyle bir zamanın bir daha eline geçmeyeceğini düşündü. Mekke’deki bu sessizlikten istifade ederek bağlarından kurtulmaya karar verdi.

O sırada babası Süheyl, Kureyş’in temsilcisi olarak Hudeybiye Antlaşmasını (628) yapmak üzere çalışmalar yapıyordu. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizle antlaşma metinleri üzerinde görüşüp yazılı metni imzaya hazır hale getirmeye çalışıyordu.

Maddelerden biri şöyleydi:

“Mekkeli’lerden kim müslüman olur da Medine’ye giderse, hemen Mekke’ye geri gönderilecekti.”

Tam antlaşmaya imza atılacağı sırada, Mekke tarafından bir gencin, ayağındaki zincirleri sürükleyerek geldiği görüldü.

KUREYŞLİLERE TESLİM EDİLDİ

Bu genç, Mekkeli’lerin temsilcisi Süheyl’in oğlu Ebû Cendel -radıyallahu anh- idi. Müslüman olduğu için babası tarafından işkenceye tâbi tutulmuş, sonra da kaçmasın diye ayaklarından zincire vurulmuştu. O da babasının Mekke’de olmayışını fırsat bilip hapsedildiği yerden kaçmıştı.

Ebû Cendel -radıyallahu anh- kan ter içinde zincirlerini sürükleyerek geldi. Sahabe-i kiram onun gelmesine çok sevindiler. Fakat inatçı babası hiç ummadığı bir anda onu karşısında görünce küplere bindi. Eline geçirdiği bir sopayla yüzüne gözüne vurmaya başladı. Hırsını alamadı ve Sevgili Peygamberimize dönerek:

“Antlaşma gereğince bana teslim etmeniz gereken ilk kişi budur” dedi.

İki Cihan Güneşi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ona:

“Daha antlaşmaya imza atmadık. Bu, antlaşma dışı kalsın” dedi. Fakat Süheyl ısrar etti ve:

“Oğlumu bana teslim etmezseniz, ben de antlaşmaya imza atmam” diye tehdit savurdu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz belki anlayış gösterir diye tekrar Süheyl’e döndü:

“-Bunu benim için antlaşma dışı tut” diye rica etti.

Süheyl inadından vaz geçmiyor ve Nuh diyor peygamber demiyordu.

Babası inadından dönmeyince Ebu Cendel ister istemez ona teslim edildi. Merhametsiz baba, yolların en doğrusunu bulmuş olan oğlunu sürükleyerek Mekke’ye doğru götürürken Ebû Cendel radıyallahu anh iki gözü iki çeşme ağlıyor ve: “-Yâ Rasûlallah!.. Ey Müslümanlar!..” diye ve şöyle sesleniyordu:

“-Ben müslüman olup yanınıza geldim. Beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere teslim ediyorsunuz.? Bana neler yaptıklarını görmüyor musunuz?”

ALLAH RESÛLÜ SABIR TAVSİYE ETTİ

Yürekler paralayan bu manzara, bütün ashâbı çok üzdü. Kâinâtın Efendisi İki Cihan Güneşi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz mahzun bir vaziyette Ebû Cendel radıyallahu anh’e yaklaştı ve sevgi gözyaşları içerisinde onun gönlünü serinletecek şu müjdeyi verdi:

“-Ebû Cendel! Biz onlarla bir antlaşma yaptık. Kendi­lerine Allah adına söz verdik. Verdiğimiz sözden dönmek bize yakışmaz. Sabr et! Allah senin ve senin gibiler hakkında yakında bir çıkış yolu gösterecektir” diye teselli etti.

Hazreti Ömer -radıyallahu anh- yerinde duramıyordu. Olanları bir türlü hazmedemiyordu. O da Ebû Cendel’in yanına yavaşça sokuldu. Kendi belindeki kılıcı onun görmesini ve onu çekip babasının kafasına indirmesini istiyordu.

Ebû Cendel -radıyallahu anh-, Hazreti Ömer radıyal­la­hu anh’in maksadını anladı. Fakat babasına kılıç çekmek istemedi. Gözü yaşlı, gönlü mahzûn olarak Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin gül cemâlinden mahrûm olarak hıçkıra hıçkıra dönüp gitti. (Buhari, Sulh, 6; Şurut, 1, 15. İslam Ansiklopedisi, 10, 119.)

Ebû Cendel radıyallahu anh bu hadiselerden sonra yine Mekke’de fırsat gözetlemeye başladı. Sabırla Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin verdiği müjdeye nail olmayı bekledi.

SÎFÜ'L BAHR'E KAÇIŞ VE KUREŞLİLERİN KERVANLARINA BASKINLAR

Bir ara kendisi gibi Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra müslüman olarak Medine’ye gelen fakat Kureyşliler’in isteği üzerine iâde edilen Ebû Basîr’in muhafızlardan birini öldürerek Kızıldeniz sahilindeki “Sîfü’l-bahr”e kaçtığını haber aldı.

Bu haber üzerine zihninde planlar yapmaya başladı. Gönlüne oraya kaçıp düşmanlara karşı birlik oluşturma fikri düştü. Kendisi gibi hapsedilmiş yetmiş kadar müslümanla anlaşarak oraya kaçtı. Orada ticaret kervanlarını basarak Mekkeli müşriklere zarar vermeye başladılar.

Kureyş ileri gelenleri “Sîfü’l-bahr”de toplanan müs­lümanların ticaret kervanları için tehlikeli bir güç haline geldiğini gördü. Bunun önüne geçmek için Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize bizzat müracaatta bulundular.

Hudeybiyede ısrar ettikleri o ağır maddenin kaldırılmasını istediler. Müslüman olup Medine’ye gidenlerin iadesinden vazgeçtiklerini bildirdiler.

Özellikle de Ebû Cendel ve arkadaşlarının Medi­ne’ye kabul edilmelerini rica ettiler. Bu şekilde ticaret kervanlarının vurulmasına engel olmaya çalıştılar.

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendi­miz bunu Rabbimizin bir ikramı bilip hemen ashabına bir mektub yazdı. Ebû Cendel ve arkadaşlarının Medine’ye gelmelerini emretti. Onlar da derhal Medine’ye döndüler.

Rasûlullah âşıklısı Ebû Cendel ve arkadaşları bu şekilde arzularına kavuştular. Sevgili Peygam­be­ri­miz’den ayrı kalmanın hasreti böylece sona erdi.

RESÛLULLAH'IN HUZURUNDAN BİR DAHA AYRILMADI!

Ebû Cendel radıyallahu anh, İki Cihan Güneşi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in vefatına kadar Medine’de kaldı. Efendimizin huzûr-ı âlîlerinden hiç ayrılmadı. Birlikte bütün gazvelere iştirak etti. Mekke Fethin’den sonra İslâm’la şereflenen babası Süheyl ibni Amr radıyallahu anh ile birlikte Dımaşk’ın fethine katıldı. (Üsdü’l-gâbe, VI, 545.)

Kendisine eziyet eden babası Süheyl radıyallahu anh’a karşı merhametle davranan Ebû Cendel radıyallahu anh şimdi birlikte baba-oğul olarak Allah ve Rasûlü yolunda cihad ediyorlardı.

Ne güzel, ne ibret alınacak bir tablo!...

Ne sabır!.. Ne engin merhamet!.. Ne yüce ahlâk!..

Ey Rabbimiz! Bizlere de o yüce ahlâktan hisseler nasib et!..

Allah ve Rasülü yolunda sabır, sebat ve zaferler ihsan et!..

İslâm’ın îlâsı, yücelmesi ve müslümanların izzeti için cümlemize gayret lutfet!..

Ebû Cendel radıyallahu anh, bir rivayete göre Yemâ­me Savaşı’na (12/633) iştirak ederek orada otuz sekiz yaşında vefat etmiştir. (el-İsâbe, IV, 34) Bazı kaynaklara göre de (18/639) yılında Ürdün’de çıkan veba salgınında babasıyla birlikte dâr-ı beka’ya göçmüştür. (İbn Sa’d, VII, 405)

Allah ondan razı olsun.

Rabbimiz cümlemize Ebû Cendel radıyallahu anh’ın sabır, sebat, merhamet ve Rasûlullah âşkından hisseler nasib eylesin. Âmin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.