Ebû Hafs Sühreverdî Hazretleri’nin Sohbeti

İHSAN

Ebû Hafs Sühreverdî (k.s.) nasıl sohbet ederdi? Hak dostlarından Ebû Hafs Sühreverdî Hazretleri’nin sohbetini istifadenize sunuyoruz.

Ebû Hafs Sühreverdî -rahmetullâhi aleyh- şöyle sohbet etmiştir.

ALLAH İÇİN KARDEŞLİĞİN ŞARTLARI

Cenâb-ı Hakk: İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın. (Mâide, 2) Birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler (Asr, 3) buyurmuştur. Yine O, Hz. Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ashabını tanıtırken de: “O’nun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında da merhametlidirler” (Fetih, 29) buyurmaktadır. Bu âyetlerin hepsi, sohbet ve kardeşliğin hukuk ve adabına riâyet konusunda Allah’tan kullarına bir îkazdır.

Sohbet ve kardeşlik yolunu seçen birinin öncelikle uyması gereken edebi; nefsine ve arkadaşına af dilemek, duâ etmek, boynu bükük bir şekilde yalvarmak hususlarında Cenâb-ı Hakk’a teslim olmak ve kardeşliğin bereketli olmasını istemektir. Bu konudaki tavrı ile o, kendisine ya cennet ya da cehennem kapılarından bir kapı açar. Eğer Allah ikisinin arasında bir hayır ve iyilik yolu açmışsa, işte bu cennet kapılarından bir kapı demektir. Cenâb-ı Hakk: “O gün takvâ sâhipleri dışındaki dostlar birbirine düşmandır” (Dünya için dost olanların dostlukları dünyada kalır. Fakat takvâ sahiplerinin dostlukları Allah için olduğundan ahirette de devam eder) (Zuhruf, 67) buyurmuştur.

Allah için dost ve kardeş olan iki kişiden birine: “Cennete gir” denilir. O ise hemen kardeşinin yerini sorar. Eğer onun mevkii, kendisinden aşağıda ise, kardeşine kendi derecesinden bir yer verilinceye kadar cennete girmez. Ona: “O, senin yaptığın amel gibi güzel ameller işlemedi.” denildiğinde de: “Ben, hem kendim, hem de onun için amel ediyordum.” cevabını verir. Kardeşi için istediği her şey verilir ve o da onun derecesine yükseltilir.

Allah, iki kişi arasında bir şer yolu açarsa bu da cehennem kapılarından bir kapıdır. Buna işareten Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur: “O gün zâlim ellerini ısırıp: “Ne olaydı, keşke ben de peygamberle berâber (kendime) bir yol edineydim, Vah bana, ne olurdu, ben falanı dost tutmasaydım. (O) beni, bana gelen zikirden saptırdı. Zaten şeytan, insanı (uçuruma sürükleyip), yapayalnız ve yardımcısız bırakır” der. (Furkan, 27-29) Bu âyet-i kerîme meşhur bir kıssa hakkında nâzil olmuş ise de, Cenâb-ı Hak, onunla kullarını, kendilerini Allah’tan ayıran kimseleri dost edinmeden sakınma, niyet ve maksatlarını bilmeyen, zarar ya da fayda gelecek yerleri tanımayan câhillerin bilinçsizce yaptıkları gibi tesâdüfî kardeş ve arkadaş edinmeden uzak durma konusunda îkaz etmiştir.

Abdullah b. Abbas radıyallâhu anh bir sözünde şöyle söylemiştir: “İnsanı, insanlardan başkası bozar mı? Sohbetle insanın bozulduğu gibi, düzeldiği de görülmektedir. Durum böyle olunca, dost seçimi yapılırken arkadaşın durumuna nasıl dikkat edilmez, çokça Allâh’a sığınılarak, doğru bir seçim yapılarak, sohbetten hayır ve bereket istenerek ve önceden güzel bir istihâre namazı kılınarak durum değerlendirilmesi nasıl yapılmaz?”

Dost ve arkadaş seçimi diğer normal ameller gibidir. O da iyi niyetle başlanmak ve güzel bir netice ile son bulmak ister. Hz. Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem kıyâmet günü, hiç bir gölgenin olmadığı yerde Cenâb-ı Hakk’ın Arş’ın gölgesi altında barındıracağı yedi kişiden birini de: “Allah yolunda birbirini seven, bu sevgi üzerine yaşayan ve bu sevgi ile ölenlerdir” şeklinde açıklamıştır. Böylece sohbet ve kardeşlikte “hüsn-i hâtime”nin (dostluğun en güzel şekilde noktalanması) şart olduğuna, aksi hâlde “Allah yolunda kardeşlik” sevabının alınamayacağına işaret etmiştir. Karşılıklı sevgiye dayanan kardeşlik, dostluğun hukukunun kaybolması ile bozulduğu zaman, amel de baştan bozulmuş olur.

“Şeytan, iyilik üzerinde yardımlaşan, Allah yolunda birbirini kardeş edinen, Allah için birbirini sevenlere hased ettiği kadar hiçbir şeye hased etmez. Hem kendisi, hem de taraftarlarını seferber ederek böyle iki kişinin arasını bozmaya ve birbirinden uzaklaştırmaya çalışır” denilmiştir.

Fudayl b. İyaz kuddise sirruh şöyle diyordu: “Kopukluk ve uzaklık başladığı zaman kardeşlik ortadan kalkar. Allah yolunda kardeşlik, yüz yüze olmayı ve yüz yüze söylemeyi gerektirir. Cenâb-ı Hak böylelerini: “Biz onların kalplerinden kini atarız, onlar kardeşler olarak köşkler üzerinde karşı karşıya oturup (sohbet eder)ler.” (Hicr, 47) şeklinde tanıtmıştır. İki kardeşten biri diğerine karşı bir kötülüğü veya ondaki beğenmediği bir davranışı gizlediği veya o hatâyı giderinceye kadar arkadaşını îkaz etmediği ve bu kötülüğün giderilmesi için gerekli çâreye başvurmadığı zaman, ona yüz yüze davranmamış, aksine sırtını dönmüş olur.”

Cüneyd el-Bağdâdî kuddise sirruh: “Biri diğerini herhangi bir illet veya dünyevî bir menfaat sebebiyle terk eden iki kişi Allah yolunda kardeş olamaz” demiştir.

Allah yolunda kardeşlik, tatlı ve duru bir memba suyundan daha temizdir. Cenâb-ı Hak, kendisi için olan her şeyde temizliği ve safâyı ister. Saf ve temiz olan şey devamlı olur. Safânın devam etmesi ise Allâh’a, O’nun emirlerine ve sohbetin gerektirdiği edebe aykırı davranmamakla gerçekleşir. Hz. Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem konuya ışık tutmak için şöyle buyurmuştur: “Kardeşini incitip rahatsız etme! Onunla aşırı derecede şakalaşma! Yerine getiremeyeceğin konularda ona söz verme!” (Tirmizî, Birr 58)

Şeyhimiz Ebû’n Necîb es-Sühreverdî kuddise sirruh, Ebû Abdillâh bin el-Cellâ’dan işittiğini söyleyerek şu haberi rivâyet etmiştir: Birisi ona: “Halkla nasıl dost olayım? Hangi şartlara riâyet ederek onlarla arkadaş olayım?” diye sorunca şu cevabı verdi: “Onlara iyilik yapamazsan bari eziyet etme. Onları sevindirmezsen de bari kötülük yapma.”

Aynı senetle Ebû Abdillah bin el-Cellâ’nın: “Seninle kardeşin arasındaki samimiyet ve sevginin gerektirdiği kardeşlik hakkını sakın kaybetme. Çünkü Cenâb-ı Hak, her mü’mine, diğer kardeşi için yapması gereken bir takım hakları farz kılmıştır. Bu hakları, ancak Allâh’ın hukukuna riâyet etmeyen kimseler, kaybedip hiçe sayar.”

Arada bir ayrılık, ya da aykırılık meydana geldiği vakit, dostunu iyilikleri ile anmak da sohbet ve kardeşliğin adabından sayılmıştır.

Hanımında beğenmediği ve sevmediği davranışlar olan bir adamın durumu şöyle anlatılmaktadır. Hanımının durumundan haber vermesi istendiğinde o kişi: “Bir erkeğe karısının iyiliğinden başka bir şeyi söylemesi doğru değildir.” dedi. Bir müddet sonra hanımından boşandı. Bu durumu anlatması istenince de şöyle dedi: “Benden ayrılan ve benimle hiçbir alâkası olmayan kadının durumunu nasıl anlatabilirim?” cevabını verdi. Bu şekilde davranmak, Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklananların işidir. Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, güzellikleri teşhir eder, kötülükleri de gizler.

Birbirini kardeş gibi seven iki kişiden birinde, alâkayı ve yakınlığı kesmeyi gerektiren bir durum ortaya çıktığı zaman ona buğz edilip edilmeyeceği konusunda ihtilaf edilmiştir. Ebû Zerr el-Gıfârî radıyallâhu anh bu konuda: “Arkadaşım içinde bulunduğu iyi durumdan başka bir duruma geçer, ahlâkî yapısını değiştirirse, ona buğz ederim.” diyerek, kendisinde bir kötülük ortaya çıkan kimsenin kınanmasından yana olmuştur. Bazıları da dost ve kardeş edindikten sonra bir kardeşin kınanamayacağını, ancak yanlış davranışının eleştirilebileceğini ileri sürmüştür. Bu konuda Cenâb-ı Hak, Habîbi Hz. Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’e “Şâyet sana (uymaz) karşı gelirlerse: “Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım” de! (Şuarâ, 217) şeklinde emretmiş, “Ben sizden uzağım.” şeklinde kendilerinden değil de, “yaptıklarından uzağım” diyerek davranışlarına karşı çıkmasını istemiştir.

Ebû’d-Derdâ radıyallâhu anh’ın sohbet meclisine devam eden, diğer müdâvimlerden ayrı tuttuğu, daha çok sevdiği bir genç vardı. Bu genç günâh-ı kebâir dediğimiz büyük günahlardan birine müptelâ oldu. Bu hâdise Ebûd-Derdâ’ya ulaştığı zaman kendisine: “Keşke, onu kendinden ve meclisinden uzaklaştırsaydın, kovsaydın” denilmiş, O da: “Sübhanallah, bir arkadaş yaptığı bir hatâdan veya kendisinde bulunan bir kötülükten dolayı terk edilmez” şeklinde cevap vermiştir.

“Dostluğun ve sadâkatin, kan bağı ve akrabalık gibi yapıştırıcı, yakınlaştırıcı ve kaynaştırıcı olduğu” söylenmiştir. Bir defasında hikmet ehlinden birisine: “Kardeşin mi yoksa arkadaşın mı, hangisi sana daha sevimli, daha yakındır?” diye sorulduğunda: “Kan kardeşim, gerçek dostum olduğu zaman bana daha yakındır.” cevabını vermiştir. “

Bir insanın hâl ve hareketlerinde meydana gelen değişiklik, sonradan meydana gelen ârızî bir sürçme veya ortaya çıkan bir zayıflıktan kaynaklanırsa, onun bu hareketten vazgeçip iyiye dönmesi beklenir. Doğrudan kendisinin kınanması ve bütünüyle ayıplanması doğru değildir. Ancak hâl-i hazırdaki menfî hareketi kınanır. Ona şefkat nazarı ile bakılarak onun bu kötülükten kurtularak ferahlığa çıkması, sulh ve sükûnete ererek iyileşmesi beklenir. Hz. Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem, kötülük işleyen bir adama, kendi kavmi sövmeye başlayınca onlara “durun”, sabredin.” demiş ve onların bu hareketine: “Kardeşinizin aleyhine şeytanın yardımcısı olmayın” (Buhârî, Hudûd, 5; İbn Hanbel, I. 438) hadisî ile mânî olmuştur.

İbrahim en-Nehai kuddise sirruh der ki: “Kardeşin bir günah işlediği zaman onunla ilgiyi kesme! Çünkü o, bugün günah işlemişse yarın terk edebilir.”

Haberde de: “Âlim kişinin sürçmelerinden sakının. Onunla alâkanızı kesmeyin. Onun hatâsından vazgeçerek dönüşünü bekleyin” buyurulmuştur.

Rivâyete göre Ömer b. el-Hattâb radıyallâhu anh Şam’a gitmek üzere seyahate çıkmış olan kardeşinin durumunu öğrenmek için kendisini ziyarete gelenlerden “O, ne yapıyor?” diye sordu. Onlardan biri: “O, şeytana kardeş oldu.” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallâhu anh: “Sabırlı ol, dikkatli davran.” deyince o: “Kardeşin büyük günahlardan birini işledi ve içkiye müptelâ oldu.” cevabını verdi. Hz. Ömer radıyallâhu anh: “Buradan ayrılacağın zaman bana uğra” dedi ve kardeşine onunla: “Hâ-mîm, Bu kitabın indirilişi, aziz (daimâ galip) ve alîm (her şeyi en iyi bilen), günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı çetin olan, lütuf sâhibi (Allah tarafmdandır.) O’ndan başka tanrı yoktur. Dönüş O’nadır.” (Mü’min, 1-3) âyet-i kerimesini gönderdi. Bu başlık altında onu azarladığını ve kardeşlikten azlettiğini söyledi. Mektubu okuyunca kardeşi ağladı, “Allah Teâlâ doğru söyledi, Ömer nasihat etti” dedi ve ardından, alışkanlığından vazgeçerek tövbe etti.

Hz. Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem, İbn Ömer radıyallâhu anh’ın sağa sola dönerek dolaştığını görünce, niçin böyle yaptığını sordu. O da: “Yâ Rasûlallah! Bir adamı kardeş edindim. Onu arzu ettiğim hâlde göremiyorum” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem: “Ya Abdullah birini kardeş edindiğin zaman ondan, ismini, babasının ismini ve evinin adresini iste. Hastalanırsa ziyaret eder, meşgulse ona yardımda bulunursun” buyurdu.

İbn Abbas radıyallâhu anh şöyle diyordu: “Meclisime, muhtaç olduğu dünyevî bir menfaat beklemeksizin üç defa gelip giden insanın mükâfatını daha dünyada iken aldığını gördüm.”

Saîd b. el-As: “Benimle birlikte oturan bir dostuma, şu üç şeyi yaparım; yaklaştığı zaman ona “merhaba” derim, konuştuğu zaman sözüne karşılık veririm, oturduğunda da rahatça oturmasını sağlarım” derdi.

Allah için sevginin tertemiz olmasının alâmeti içinde, iyilik ve ihsan türünden hemencecik elde edilmesi beklenen, şaibeli dünyevî bir arzunun bulunmamasıdır. Eğer sevgi böyle bir illetle lekelenmişse, ancak bunun giderilmesi ile temizlenebilir. Dostluğu ve kardeşliği dünyevî bir menfaate dayalı olmayan kimsenin arkadaşlığının devamına hükmedilir.

Allah için sevmenin şartlarından biri de, dinî ve dünyevî her konuda, gücünün yettiği kadar kardeşini kendisine tercih etmektir. Cenâb-ı Hak: “Ve onlardan önce o yurda (Medine’ye) yerleşen, îmâna sarılanlar (yani daha önce Medine’yi yurt edinen ensâr veya ilk önce hicret edip Medine’ye yerleşen müslümanlar), kendilerine göç edip gelenleri severler. Ve onlara verilen (ganimet)lerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilim) duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.” (Haşr, 9) buyurarak muhabbette kardeşin nasıl tercih edilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Bu âyet-i kerimede geçen, “Kardeşini öz canına tercih etmek” ve “göğüslerinde bir sıkıntı duymaksızın onların ellerindeki mala haset etmemek” şeklinde verilen iki özellik, sevgi ve muhabbetin temizliğini tamamlar. Bunlardan birincisi dinî ve dünyevî her hangi bir şey için kardeşe ve elindekine hasedi ortadan kaldırmak, ikincisi de; gücünün yettiği kadar dostunu kendisine tercih etmek demektir.

Seyyidü’l-beşer sallâllâhu aleyhi ve sellem’den naklen bildirilen bir haberde: “Kişi dostunun dini üzeredir. Kendisi için uygun gördüğü ve istediği bir şeyi, senin için istemeyen bir ‘kimse ile kurduğun arkadaşlıkta hayır yoktur.” (Tirmizî, Zühd, 45) buyurulmuştur.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları