Ebu Hamza Bağdadi (k.s.) Kimdir?

KİM KİMDİR?

Adı Muhammed bin İbrahim, künyesi Ebû Hamza, nisbesi Bağdâdî. Önceleri ehl-i hadis, sonraları ehl-i reyden sayılan ve İmam-ı Azam Ebû Hanife ile arkadaşlığı bulunan İsa bin Ebân’ın soyundan. Kumaş ve bez ticaretiyle meşgul olduğu için “Bezzaz” diye de anılır.

Seriy Sakati, Hasan Mesûhî ve Bişr Hâfî’nin sohbetlerinde bulundu. En çok Mesûhî’den istifade etti. Kırâat ve fıkıh ilimlerinde üstad. Bağdad’da Rasafe camiinde vaaz ederdi. Sonra bir ara Medine’de Hz. Peygamber (s.a)’ın mescidinde vaaz etti. Cüneyd Bağdâdî’nin üstâdıdır. Basra’ya bir kaç defa gidip geldi. Medine’de vaaz sırasında vefat etti 269/880.

Ebû Hamza, Bağdad tasavvuf ekolünün önde gelen üstadlarından. Zikrin saf ası, cem’u’l-himme, muhabbet, şevk, kurb, üns gibi tasavvufun sırlarına dair söz söyleyenlerin ilkidir. Bağdad’da ondan önce bu tür konularda konuşan pek yoktur. Sünnî mezheb imamlarımızdan Ahmed bin Hanbel ile de çağdaştır. Ebû Hamza vakit vakit İbn Hanbel’in derslerine ve sohbetlerine katılırdı. Tasavvuf ve maneviyat konuları gündeme geldikçe İmam Ahmed ona: “Söyle bakalım sûfî, bu konudaki senin ve meslektaşlarının görüşü nedir?” derdi.

DÂİMÎ FAKR HALİ

Üç şeyle birlikte şu üç şeye sahip olan manevî âfetlerden kurtulurdu. Onlar da:

  • Tok bir gönülle birlikte aç ve boş bir mide,
  • Tam bir zühdle birlikte dâimî fakr,
  • Dâimî zikirle beraber tam bir sabırdı.

Cüneyd’in anlattığına göre Ebû Hamza, karnını pek nâdir doyururdu. Çünkü Mekke dönüşünde onun yanına vardığını ve yemek ikram ettiğini söyler. Ebû Hamza ikram edilen mütevâzi yemeği yedikten sonra “Mekke’den Bağdad’a gelinceye kadar bu üçüncü yemeğim” demişti.

AŞKI TADAN BİLİR

O’na göre aşk, ancak çekenlerin bildiği, tadanların tanıdığı tatlı bir çileydi. Nitekim sordular:

– Âşık, sevgilisinden başkasına yönelebilir mi?

O şu karşılığı verdi:

Hayır, aşk sürekli bir sıkıntı, kesiksiz bir sürür ve devamlı bir sancıdır. Onu ona mübtelâ olandan başkası bilemez. Nitekim Hz. Mevlânâ da kendisine “aşkın nc olduğunu” soran biri ne: “Ben olursan anlarsın” diyerek aşkı ancak tadanların tanıyabileceği görüşünü ifade eden “Men lem yezuk lem ya’rif: Tatmayan bilmez” sözünü hatırlatmıştı. Fuzulî de bu acı veren, fakat acısı acıtmayan ve incitmeyen aşk belâsını şöyle terennüm etmişti:

Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabîb,

Kılma derman kim, helakim zehr-i dermânındadır.

SEVGİDE ÖLÇÜLER

Sevgi ile ilgi arasında münâsebet kurar, sevenin sevdiğini unutmayacağını söylerdi. Derdi ki: “İnsanın sevdiğini hatırlayıp anmaması imkânsızdır. Sevgilisini hatırlayıp anınca da ondan hazz ve tad almaması mümkün değildir. Sevgilinin adını anmakla (zikir) meşgul olmaktan hazz alanın da başkasına ilgi duyması söz konusu değildir.

Fakirlik halini sevmenin zor olduğunu; ona ancak sıddîkların tahammül ve sabır gösterebileceğini söylerdi. Bu yüzden sehâveti, malı olanın olmayana vermesi değil, olmayanın olana vermesi, ya da olmamasından şikâyetlenmemesi olarak tarif ederdi.

Dünya sevgisinin insan kalbini meşgul ve rahatsız ettiğini bildiğinden dünya sevgisini kalbinden çıkaranın dinleneceğini; bu sevgiden boşalan yere zühd ve takvanın yerleşeceğini belirtirdi. Kalbe giren zühd ise, tevekküle yer açardı, bu sayede kulun teslimiyeti ve Hakk’a olan güveni artardı.

EN SAĞLAM REHBER

Hakk yolu bilene o yola girmek kolay gelirdi. Böyleleri zaten Hakk yolun ancak Allah’ın bildirmesiyle bilineceğini bilirdi. Fakat “istidâl tarîkı” ile Hakk bulmaya çalışan bazan hatâ, bazan da isâbet ederdi, iyi ve sağlam bir rehbere tâbi olan gayesine kolayca ererdi. Allah’a götüren en sağlam rehber ise hal,fiil ve sözlerinde Allah Rasûlü’ne tâbi olmaktı.

Derdi ki:

“Samimi bir dervişin en önemli alâmeti, zengin olduğu halde fakra talib olmak; gerçek Ganî’nin Allah olduğunu bilmekti. İzzet ve saygınlık anında zillet ve tevâzua da râzı olabilmekti. Meşhur olduktan sonra unutulmayı göze alabilmekti.

HAYIR YOLU AÇILMIŞSA

Şöyle öğüt verirdi:

Allah Teala, sana hayır yollarından birini açarsa ona sıkı sarıl. Ama sakın ola ki o hayırlı işe takılıp onu vereni unutma ve o hayırla böbürlenme! Böyle bir durumdu sana düşen o işe seni muvaffak kılana teşekkür etmendir. Şayed, seni başarıya ulaştıranı unutur, sadece başardığın işi görürsen gözden düşersin. Şayed şükür yolunu tutacak olursan, Allah nimet ve başarını artırır. Çünkü Allah: “Eğer şükrederseniz, nimetimi artırırım” (İbrahim, 14/7) buyuruyor.

Kişiye en büyük kötülüğün yine kendinden geleceğine, nefsinin hakkını verip şerrinden kurtulanın mutluluğa ereceğine inanırdı. Halkı kendisinden emin ve sâlim kılanın da halkın hukukunu korumuş olduğunu vurgulardı.

Ona göre üns, halk ile muâşeretten sadrın daralmasıydı. Derdi ki: “Ölümü düşünene Bakî olan sevdirilir, fânî olan yerdirilir. Nefsinden çekinenin kalbi, Mevlâ’sına muvâfakat sûretiyle üns hâline erer.”

Yerine göre gafletin de işe yaradığını söyler; gaflet olmasa sıddîklar zikrullahın safâsından can verir, derdi. Kur’an’daki: “Geçmiş günlerde işlediklerinize (tuttuğunuz oruçlarınıza) mukabil yiyin için” (el-Hakka, 69/24) denilerek yeme-içme ile meşgul edilip, cemâl-i ilâhîden mahrum kalabiliriz. Böyle bir mekr, ne büyük bir mahrûmiyet olur? derdi. Bu yüzden dîmâ Allah’a ve rızâsını istemeyi tavsiye ederdi. - rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar: Sülemî, s. 295-209; Ebû Nuaym, X, 320-322; Kuşeyrî, I, 151; Hücvî, s. 194; Attâr, s. 723-724; İbnü’l-Mulakkın, s. 150-155; Câmî, s. 71-73; Şârânî, I, 85; Münâvî, I, 477; A’lamü’n-nübelâ, XIII, 165-168

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları