Ebû’l-hasan Harakanî Hazretleri'nden Altın Tavsiyeler
En büyük hayırlara hep nefsinize zor gelen emirler sâyesinde ulaşabilirsiniz.
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“Çok ağlayınız, az gülünüz; çok susunuz, az konuşunuz; çok infâk ediniz, az yiyiniz; başınızı yastıktan uzak tutunuz!”[1]
[Tasavvufî terbiyede, mânen olgunlaşmak için tatbik edilen bâzı usûller vardır. Bunlar; riyâzet, yani nefsin hoşuna giden şeylerden el çekmek ve mücâhede, yani nefsi, hoşlanmadığı bâzı zorluklarla terbiye etmektir. Bu aynı zamanda, ilâhî ve nebevî bir nefs terbiyesi usûlüdür:
Nitekim sahâbe-i kiramdan Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- buyurur ki:
“İslâm, nefse hoş gelmeyen zor emirler getirmişti. Biz, hayırların en hayırlısını, nefislerin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. Meselâ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Mekke’den çıkıp hicret etmiştik. Nefsimize zor gelen bu hicretimizle, bize fazîlet ve zafer bahşolundu.
Yine Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’de:
«Nitekim pek yerinde ve gerekli bir iş için Rabbin Sen’i evinden çıkardığı zaman, mü’minlerden bir kısmı bundan hoşlanmamıştı. Gerçek apaçık meydana çıktıktan sonra bile, onlar bu hususta Sen’inle münâkaşa ediyorlardı; sanki gözleri göre göre ölüme sevk ediliyorlardı.» (el-Enfâl, 5-6) buyurarak târif ettiği hâl üzere, Allah Rasûlü’nün yanında Bedir’e çıkmıştık. Allah Teâlâ burada da bizler için fazîlet ve zafer lûtfetmişti.
Velhâsıl biz, en büyük hayırlara hep böyle nefsimize zor gelen emirler sâyesinde ulaşmıştık.” (Heysemî, VII, 26-27)
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri’nin dikkat çektiği hususlar da, nefsânî ihtirasları kırarak rûhâniyeti inkişâf ettirmek için mürâcaat edilen terbiyevî usûllerdendir. Bunlara kısaca temas edecek olursak:
ÇOK AĞLAYINIZ, AZ GÜLÜNÜZ
Dünyevî sevinçlerle haddinden fazla gülüp neşelenmek ve taşkınca kahkahalar atmak, insana önündeki ölüm, kabir, diriliş, hesap, sırat gibi çetin menzilleri unutturur. Bu ise kalplerin incelik ve hassâsiyetini giderir, gönül feyzini yok eder. Bunun içindir ki Cenâb-ı Hak:
“Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz! Ve siz, gaflet içinde oyalanmaktasınız.” (en-Necm, 60-61) îkâzında bulunmuş ve diğer bir âyet-i kerîmede;
“Artık kazanmakta olduklarının cezâsı olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar!” (et-Tevbe, 82) buyurmuştur.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“Şayet benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” buyurmuştur. (Buhârî, Tefsîr, 5/12)
Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün, gülmekte olan bâzı insanlara rastlamıştı. Onlara:
“‒Cennet ve Cehennem’den bahseden Kitap aranızda olduğu hâlde siz gülüyor musunuz?!” buyurdular.
Oradakilerden hiçbirini, vefât edinceye kadar bir daha gülerken gören olmadı. (Heysemî, X, 307)
Hak dostu Mevlânâ Hazretleri ne güzel söyler:
“Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle duâ ve tevbe et! Zira çiçekler, güneşli ve ıslak yerlerde açar!..”
ÇOK SUSUNUZ, AZ KONUŞUNUZ
Ağzımıza giren her lokma gibi, ağzımızdan çıkan her kelimeye de dikkat etmeliyiz. Zira insan, her konuştuğundan mes’ûldür.
Nitekim bir gün Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’e, hangi ameli işlemenin daha hayırlı olacağını sormuş ve bu meyanda pek çok amel-i sâlih saymıştı. Fakat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her seferinde:
“–İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” buyurmuştu.
Muâz -radıyallâhu anh-:
“–Anam, babam Sana kurban olsun, insanlar için bunlardan daha hayırlı olan nedir?” diye sorunca Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ağzını gösterdi ve:
“–Hayır konuşmayacaksa susmak!” buyurdu.
Muâz -radıyallâhu anh-:
“–Konuştuklarımızdan dolayı hesâba mı çekileceğiz?” diye sordu.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Muâz’ın dizine hafifçe vurarak şöyle buyurdu:
“–Allah hayrını versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü Cehennem’e sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayırlı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin! Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzura kavuşunuz.” (Bkz. Hâkim, IV, 319/7774)
ÇOK İNFÂK EDİNİZ, AZ YİYİNİZ
Mü’min, kifâyet miktarıyla yetinip ihtiyaç fazlasını infâk etmeli, kendisi için kifâyet miktarını belirlerken de insaflı davranmalıdır. Her şeyde olduğu gibi bu hususta da Allah Rasûlü’nü, ashâb-ı kirâmı ve İslâm büyüklerini kendine örnek almalıdır. Toplumun umûmî kabûllerini ölçü almak yerine, asr-ı saâdet toplumuna bakarak hâlini mîzân etmelidir.
Abdullah Dehlevî Hazretleri, az yemek husûsunda şu güzel teşbihte bulunur:
“Dünya hayatı bir gündür, o bir günde de oruç tutmamız lâzımdır.”[3]
Yani nefsimizi günahlardan ve aşırılıktan alıkoymamız îcâb eder.
Ayrıca Allâh’a muhabbetimizin göstergesi, O’nun yolundaki fedakârlığımızdır. Âyet-i kerîmede, gerçek fedakârlığa şöyle işaret buyrulur:
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça «birr»e (hayrın kemâl noktasına) eremezsiniz...” (Âl-i İmrân, 92)
BAŞINIZI YASTIKTAN UZAK TUTUNUZ
Yani uykunun esiri olup da iç dünyanızı hantallaştırmayınız!
Cenâb-ı Hak, ilâhî mükâfatlarla müjdelediği bahtiyar kulları hakkında şöyle buyuruyor:
“(O müttakîler) geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 17-18)
Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-’a annesi şu nasihatte bulunmuştur:
“–Yavrucuğum! Geceleyin fazla uyuma! Zira geceleyin fazla uyku, kişiyi kıyâmet günü fakir bırakır!” (İbn-i Mâce, İkâmet, 174)]
[1] Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s. 630.
[2] Bkz. İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252, hadis no: 5838.
[3] Raûf Ahmed Müceddidî, Dürrü’l-Meârif, İstanbul 1998, s. 143.
Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013
YORUMLAR