Edeple Gelen Ebedi Kazançlar
İslâm ahlâkının mühim bir bölümünü teşkil eden hizmet, nefsin hodgâmlığından kurtularak diğergâm bir ruhla mahlûkâta yönelmek sûretiyle Allâh’ın rızâsını aramaktır.
Dünyevî menfaat elde etme düşüncesinden uzak, sırf Allah rızâsı için îfâ edilen her samimî hizmet, hakîkatte Rabbe vuslat arayış ve iştiyâkının davranışlara aksetmiş bir ifâdesidir. Yani bir müslüman için hizmet, son derece mühim ve fazîletli bir vazifedir. Lâkin hizmetlerin belli âdâb ve ölçüler dâhilinde yapılması zarûrîdir. Zira âdâbına riâyet etmeden yapılan bir hizmetten hayır umulamaz.
HİZMETTE EDEP HİZMETTEN DAHA MÜHİMDİR
Dolayısıyla bütün hizmetler, mâhiyet ve keyfiyet itibârıyla en mükemmel bir sûrette îfâ edilmelidir. Yani gerek maddî, gerekse mânevî hizmetlerin îfâsında gösterilen gayret ehemmiyetli olduğu gibi, onların hangi kalbî keyfiyet ve seviye ile yapıldığı da pek mühimdir. Zira hizmetin bereketli ve Hak katında makbûl olabilmesi, ancak buna bağlıdır.
Abdullah bin Münâzil -kuddise sirruh- buyurur:
“Hizmette edep, hizmetten daha azizdir.”
Böylece hizmetin, samimî bir yürekle ve belli âdâb ve usûllere uyularak îfâ edilmesinin lüzûmunu beyân etmişlerdir. Yani hizmette bulunanlar, tıpkı mayınlı bir arazide yürüyormuş gibi büyük bir hassâsiyetle, muâmelelerinde nezâkete dikkat etmek mecbûriyetindedirler.
Cenâb-ı Hak, yaptığımız amellerin sâlih olmasını arzu buyurduğu kadar, onları ne derecede takvâ ölçülerine riâyetle yaptığımıza da nazar eder. Bu bakımdan maddî olarak fakir, fakat gönlü zengin bir kimse, yarım hurma ile dahî cenneti kazanabilirken; maddî olarak zengin, fakat kalbi fakir, yani gâfil olan da, bütün servetini sarf etse bile yine de hüsrâna düşebilmektedir. Bu demektir ki, yapılan ibadetlerin Hak katında kabûlü, gönüldeki ihlâs ve iştiyâkın coşkunluğuna bağlıdır. Zâhiren muazzam görünen nice amel-i sâlihler, cüce bir gönlün içinde yok kadar küçülürken; zâhiren basit ve küçük sanılan nice amel-i sâlihler ise, yüce bir gönlün ihlâs ve takvâ iklîminde ecri yerlere ve göklere sığmayan ulvî bir kazanç ve ebedî bir kâra vesîle olmaktadır.
EDEP İLE YAPILAN HİZMETİN FARKI
O hâlde en mühim husus; özdür, kalbin duyuşlarıdır. Yani ibadette gönlün riâyet ettiği edep ve ölçülerdir ki, bu hakîkat, hizmette daha da ehemmiyet kazanır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Peygamber r’e, ihlâs ve takvâ ile kurulan Kuba Mescidi’nde namaz kılması, buna mukâbil münâfıkların nifak ve fitne temelleri üzerine kurduğu Mescid-i Dırar’ı da yıkması emredilmiştir. Dıştan bakınca bunların her ikisi de mesciddir, ancak içten bakınca aralarında doğu ile batı, cennet ile cehennem kadar fark vardır.
İşte edep ölçüleriyle îfâ edilen hizmetlerle, bu ölçülere riâyet edilmeden yapılan hizmetlerin farkı budur.
O hâlde hizmette muvaffak olabilmek için; ilim, irfan, liyâkat, vakar, hâlis bir niyet, sağlam bir karakter ve şahsiyet sahibi olmak zarûrîdir. Bunun zıddına, samimiyetsiz ve gâfilâne yapılan hizmetlerden de hayırlı ve bereketli bir netice beklemek beyhûdedir.
Bu itibarla hizmet insanı, kendinde üstünlük vehmeden bir kâbus olmamalıdır. Bilâkis rûhların selâmeti yolunda yalnız kibrini, servetini, şöhretini değil, bütün varını harcamaya hazır, son derece mütevâzı ve fedâkâr bir mü’min olmalıdır. Çünkü gerçek bir hizmet insanı, her sefâlet ve mâtemin civârında, yalnızların başucunda bulunmayı şiâr edinmiştir. O her sahada vazifelerini muhabbetle yapmasını bilen, ümit ve îman kaynağı bir gönül insanıdır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Mânevî Zirvelerin Ulvî Basamağı HİZMET, Erkam Yayınları.