Efendimizi Seven Dağ!
Rasûlüllah Efendimiz’e (s.a.v.) muhabettiyle bilinir Uhud dağı. Medîne-i Münevvere’nin kuzeyinde yer alır. Mescid-i Nebî’ye o kadar yakın ki, sâdece beş kilometre var arada. “Uhud” ismi, ona “tek dağ” olduğu için verilmiş. Yani etrafında herhangi bir dağ silsilesine bağlı değil.
Uhud dağının zahirde tek oluşunu, İsmâil Hakkı Bursevî hazretleri tasavvufta “ahadiyet mertebesi” yani Hakk’ın tekliği mertebesiyle açıklar. Yine “bir görüşe göre Uhud dağının, dağların en faziletlisi olduğunu” bildirir.1
Aşk-ı Rasûl ile nasıl hurma kütüğü inledi; dağlar, ağaçlar selam verdi ise, Uhûd dağı da Efendimiz’e muhabbeti ile meşhur oldu. Sultân-ı Kevneyn Efendimiz onun hakkında “Uhud öyle bir dağdır ki, o bize muhabbet eder, biz de ona muhabbet ederiz” (Müslim, Hac, 504) buyuruyor. Bu hadîs-i şerife göre dağlar içerisinde, Peygamber Efendimiz’i en çok seven dağın Uhud dağı olduğu âşikârdır.
BÜTÜN VARLIKLAR ONUN RESÛL OLDUĞUNU BİLİYOR
Ayrıca hadîs-i şerîf, muhabbetin bütün varlıklarda kendi mertebelerine göre var olduğuna işâret ediyor. Sûfîlere göre Cenâb-ı Hak, âlemi muhabbetinin neticesi olarak yaratmıştır. Yedi sema ile yeryüzü ve onlarda bulunan her şeyin Cenâb-ı Hakk’ı tesbih etmesi, (övmesi) (İsrâ, 44) Hakk’ın muhabbetinin, varlıklarda övgü ile karşılık bulduğunu gösteriyor. Buna yer ile gök arasındaki bütün varlıkların -Cinlerin ve insanların âsileri dışında-, Peygamber Efendimiz’in “Allah Rasûlü” olduğunu bilmesi, (İbn Hanbel, III, 310) eklendiğinde, âlemde Allah ve Rasûlü’ne muhabbetin tabiiliği ortaya çıkıyor. Allah ve Rasûlü’ne muhabbetten mahrumiyet, sâdece cinlerin ve insanların âsilerinde görüldüğü belirtiliyor.
SÂKİN OL EY UHUD!
Uhud dağının Peygamberimiz’e (s.a.v.) sevgisinin ne kadar büyük olduğuna şu hâdise ışık tutuyor. Bir gün Habîbullah Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman (r.a.) Uhud dağının üzerine teşrif edince, Uhud dağı onların aşkıyla çoşar ve sallanmaya başlar. Bunun üzerine Rasûl-i Kibriyâ (s.a.v.) kadem-i şerifi ile uyararak, onu teskîn için şöyle buyurur: “Sâkin ol ey Uhud! üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîd var.” (Tirmizi, Menakıb, 18) Bundan dolayı, Rasûlülllah’a (s.a.v.) muhabbetli bir gönlün, Efendimiz ve dostlarını gönül alemine misafir edebilme iştiyakı içerisinde olması gerektiği söylenmiştir.
Müşriklerle yapılan ikinci cihad, Uhud dağının eteklerinde cereyan etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) mücâhidlerin konumunu, Uhud dağını arkasına alacak şekilde belirlemişti. Bu strateji, Uhud dağının mücâhidlere arkadan gelecek bir saldırıda siper olması demekti. (Muhammed Hamîdullah, okçular tepesine yerleştirdiği mücâhidlerle birlikte Rasûlülullah’ın (s.a.v) uyguladığı savaş stratejisinin, kendilerinden dört katı olan düşmana karşı koymalarına imkân verecek nitelikte olduğu tesbitini yapmaktadır.2)
Bilindiği üzere müşriklerin saldırısı sonucu Rasûl-i Kibrîyâ Efendimiz’in mübârek dişi şehîd olmuş, dudağı ve yanağı yaralanmıştı. Peygamberimiz (s.a.v) Uhud dağındaki bir kaya aralığına çıkmaya çalıştı. Fakat güçsüz düştüğü için kayaya çıkamayınca, Talhâ b. Ubeydullah eğildi. Onun sırtına basarak kayaya çıkan Efendimiz, “Talha’ya cennet vacip oldu” buyurdu.3
Savaşta, başta Hz. Hamza olmak üzeri yetmiş sahabi şehîd düştü. Peygamberimiz’in talimatına karşılık, bir kısım mücahidin gaflet göstermesinin, ne kadar tehlikeli ve bedelinin ne kadar ağır olduğu görüldü. Bu olay bütün ümmete Rasûlüllah’a ittibâda, son derece dikkatli olunması gerektiği dersini veriyordu.
OKÇULAR TEPESİ VE HATA YAPAN SAHABİLER
Ayrıca okçular tepesinde hata yapan sahabiler hakkında da, yanlış bir zanna da kapılmamalı.4 Çünkü âyette onların affedildikleri bildirilmiştir: “İki ordunun karşılaştığı gün sizden bozguna uğrayanlar var ya sırf yaptıkları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmıştı. Şüphe yok ki Allah onları atfetmiştir, Allah çok bağışlayıcıdır, pek halimdir.” buyrulmaktadır. (Âl-i İmrân, 155)
Uhud’un en önemli vasıflarından biri de, şehidlerin Efendisi Hz. Hamza’ya (r.a.) ve diğer şehidlere ev sahipliği yapmasıdır. Bu şehidlerin herbiri, başta Mus’ab b. Umeyr, Amr b. Cemûh olmak üzere ayrı bir ibret tablosudur. Uhud meydanı, şehadet aşkının zirvede yaşandığı bir yerdir. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah gibi, on beş yaşından küçükler bile, bu cihada katılma özlemi içinde olmuşlardır. Bu da gösteriyor ki mü’min, canını ve malını dâimâ Allah ve Rasûlü için fedaya hazır bulundurmalı, çocuklarını da bu şuurla yetiştirmelidir.
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma...” (Âl-i İmrân, 169-170) âyeti de Uhud şehidleri için nazil olmuştur. Hattâ Rasûl-i Kibriyâ (s.a.v): “Allah’a yemin ederim ki, sahabilerimle birlikte şehid olup, Uhud dağının eteklerinde gecelemeyi ne kadar isterdim” (Beyhakî, Delâil, III, 307) buyurarak, Uhud şehidlerinin yüce mertebesine dikkat çekmiştir.
UHUD CİHÂDI ÜZERİNE TEFEKKÜR ETMELİYİZ!
Muhammed Mustafa Efendimiz, (s.a.v.) daha sonraları Uhud şehidlerini ziyâreti âdet edinmiş ve onları ziyârette yüksek sesle şu âyeti okumuştur:
“Sabrettiğiniz için size selâm olsun. Âhiret saadeti ne güzel!” (Râd, 24) Uhud şehidleri için: “Allah’ım; kulun ve rasûlün onların şehîd olduklarına şâhidlik eder, onlar da kıyâmet gününe kadar kim kendilerini ziyâret eder ve selam verirse kendisine mukâbelede bulunurlar.” buyurdu. (Hakim, Müstedrek, III, 331) Uhud şehidlerini ziyâretin teşvik edilmesi, bütün mü’minler için ayrı bir önem arz eder.
Demek ki, Uhud cihadı ve neticeleri üzerinde tefekkür edilmeli... Sahabilerin Allah ve Rasûlü aşkı ile nasıl fedâ-yı cân ettikleri öğrenilmeli. Umre ve hac ziyareti vesilesiyle bizzat şehîdlerle selamlaşarak, onların cihad ve şehâdet aşkından hisseler almalı. Bir dağ bile Efendimiz’e muhabbet içerisinde ise, bir insan olarak muhabbet-i Muhammed’de (s.a.v.) dereceler kat etmeli.
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl
Bezmiâlem Vâlide Sultan
Dipnotlar: 1) Bkz., Bursevî, Ferahu’r-Rûh, IV, 122; 2) Bkz. Muhammed Hamûdullah, İslam Peygamberi, I, 200; 3) Tirmizi, Menakıb, 22; 4) Bkz. Bursevî, Ruhu’l-Beyan, trc. Kurul, III, 351, Erkam y.y. İstanbul, 2005.
Kaynak: Veysel Akkaya, Altınoluk Dergisi, Ocak, 2015.
YORUMLAR