Efendimiz’in Üsve-i Hasene Oluşu

“Güzel bir örnek, örnek bir karakter, örnek bir şahsiyet” anlamına gelen üsve i hasene Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimize hitap şekli olup, Ahzab Sûresinin 21. ayetinde geçiyor. “Andolsun (yemin olsun diyor) Rasûlullahʼta sizin için, Allâhʼa ve âhirete kavuşmayı umanlar ve Allâhʼı çok çok zikredenler için bir üsve-i hasene (örnek bir karakter, örnek bir şahsiyet) vardır.” (el-Ahzâb, 21)

İnsanoğlu, bu dünyaya imtihan için gönderildiğinden, hayra da şerre de müsâit bir tabiatta yaratılmıştır. Bu sebeple onun hayatı, iç ve dış âlemde devamlı olarak hayır ve şerrin mücâdelesi içinde geçer. Bu mücâdelede hayrın üstün gelebilmesi için sadece akıl, idrak, iz’an ve irâde gibi melekelerimiz kâfî değildir. Şayet bunlar yeterli olsaydı, Allah Teâlâ, ilk insan olarak yarattığı Hazret-i Âdem’i peygamberlikle te’yîd eylemezdi. Ancak Allah Teâlâ, insanoğlunu her zaman ilâhî vahiyle ve peygamberleriyle hakka ve hayra yönlendirmiştir. Aklı da gönlü de takviye edici kitaplar göndermiş, kullarını mânevî terbiyeye tâbî tutmuştur.

Diğer taraftan, insanoğlunun terbiyesi daha çok örnek almak ve taklid etmek temâyülü sâyesinde gerçekleşir. Yani insan, dâimâ örneğe muhtaçtır. Kitleler de öndekilere göre şekillenir. İnsanın önündeki örneği güzelce taklid edebilmesi ise hayranlığa bağlıdır. Seven, sevdiğini sevgisi nisbetinde taklid eder; O’nu gönlünden çıkarmaz; dilinden düşürmez. Ekserî insanlar da, karakter ve şahsiyete hayrandırlar.

RABBİMİZİN EN SEVDİĞİ PEYGAMBER

Kullarına son derece merhametli olan Rabbimiz, en merhametli ve en sevdiği Peygamber’ini bizlere emsalsiz bir örnek şahsiyet ve en güzel bir rehber olarak lûtfeylemiştir. Cenâb-ı Hakk’ın, Peygamber Efendimiz’i sevmesi ve O’nu en yüce ahlâk ile tezyîn eylemesi, hiç şüphesiz ki Rabbimizin biz kullarına olan sevgi ve merhametinin de bir tezâhürüdür. Allah Teâlâ, böylesine güzel ve mükemmel bir örnek lûtfetmek sûretiyle, insanlığın da bu yücelik ufkundan bir nasîb almasını arzu etmiştir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

“Andolsun ki, sizden Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allâh’ı çok zikreden (mü’min)ler için Rasûlullah’ta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21)

Ahmed bin Hanbel Hazretleri de bir gün şöyle buyurmuştur:

“Mushaf-ı Şerîf’e baktım ve otuz üç yerde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e itaatin emredildiğini gördüm.”

Sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“…O’nun (Rasûl’ün) emrine muhâlif davrananlar, başlarına bir fitne (belâ) gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isâbet etmesinden sakınsınlar.” (en-Nûr, 63)

Sonra bu âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okuyup şöyle buyurdu:

“Âyette isâbet edeceği bildirilen fitne nedir? Şirktir, küfürdür. Herhâlde o fitne kişinin başına şöyle gelir: Bir kişi, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir sözünü reddettiğinde kalbine bir eğrilik gelir, kalbi kaymaya başlar. Nihâyet o kişinin kalbi hidâyetten tamamen uzaklaşır ve sahibini helâk eder.”

ÖRNEK ALINACAK DAVRANIŞLARIN EN GÜZELİ

Bunları söyleyen Ahmed bin Hanbel, daha sonra da şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“Hayır, Rabbine yemin olsun ki aralarında çıkan herhangi bir anlaşmazlık hususunda Sen’i hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânâsıyla kabûllenmedikçe îmân etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65)[1]

Bir kişi, Mâlik bin Enes Hazretleri’ne:

“–Mescid-i Nebî’de mi ihrâma gireyim yoksa Zülhuleyfe’de mi?” diye sordu. İmâm Mâlik Hazretleri:

“–Zülhuleyfe’de!” dedi. O zât:

“–Ben Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Mescid’inde ihrâma girdim.” dedi.

Bunun üzerine İmâm Mâlik Hazretleri şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“…Onun (Rasûlün) emrine muhâlif davrananlar, başlarına bir fitne (belâ) gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isâbet etmesinden sakınsınlar.” (en-Nûr, 63)[2]

Bir başka âyet-i kerîmede de şöyle buyrulur:

“Allah ve Rasûlü’nü incitenlere Allah, dünyada ve âhirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.” (el-Ahzâb, 57)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizlere hayatının her safhasında ve her bakımdan müstesnâ bir güzellik ve mükemmellik sergilemiştir. Gerek öz hâlinde gerek tafsîlâtlı olarak bütün davranış güzellikleri O’ndadır. Dolayısıyla her insan, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şerefli hayatı ve Sünnet-i Seniyye’sinde, kendisine örnek alabileceği davranışların en güzelini ve mükemmelini bulabilir.

SÜNNET-İ SENİYYEYİ MUHABBETLE TAKİP EDEN MÜMİNLER KİMLERDİR?

Tarih boyunca Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i en çok seven ve O’nun Sünnet-i Seniyye’sini derin bir muhabbetle takip eden mü’minler; takvâ ehli, yani gerçek tasavvuf erbâbı olmuştur. Zira onların Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e olan muhabbetleri ivazsız garazsız bir muhabbettir. İslâm’ı uzak beldelere ulaştıran, düşman istilâsı, zulüm ve baskılar karşısında dahî O’nun gönüllerde canlı kalmasını sağlayan, hep bu muhabbet ve O’nun beraberinde getirdiği Allah için fedâkârlık hissi olmuştur.

Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde anlatılan İslâmî hayat, yani Peygamber Efendimiz ve ashâb-ı kirâmın rûhânî hayatı, tasavvuf ehlinin yaşamaya gayret ettiği hayatın en kâmil hâlidir. Sâlih insanlar, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatını ve güzel hâllerini imkânları nisbetinde taklid ederek kazandıkları gönül feyzini, mânevî in‘ikâs yoluyla kalpten kalbe naklederler. Yani tasavvuf erbâbının en büyük hedefi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ve ashâbının kalbî hayatına olabildiğince yaklaşabilmekten ibârettir.

[1] İbn-i Batta el-Ukberî, el-İbânetü’l-Kübrâ, no: 99; İbn-i Teymiyye, es-Sârimü’l-Meslûl, Beyrut 1417, I, 59.

[2] İbn-i Batta el-Ukberî, a.g.e, no: 100.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ÜSVE-İ HASENE NE DEMEKTİR?

Üsve-i Hasene Ne Demektir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.