Eğer Kalbin Yumuşasın İstiyorsan...
Cenâb-ı Hak, insanı kâinatın en şerefli varlığı kılmış, yarattığı her şeyi de ona emânet etmiştir. Kendisine lütfedilen büyük bir salâhiyetle yaşayan insanın, Halık’ına karşı ciddî bir kulluk şuuru ve ihsan duygusu içinde bulunması zarurîdir.
İslâm’ın ruh itibariyle özü, îtikadda tevhîd; amelde ise edeb, istikâmet ve merhamettir. Merhamet, îmânın ilk meyvesidir. Ondan uzak bir gönül, ne müthiş bir hüsranın girdabındadır.Her hayrın başı olan besmele ve Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan Fatiha, Allah’ın rahmet ve merhametini ifâde eden “Rahman” ve “Rahîm” isimleriyle başlar. Peygamberler ve velîlerin hayatları da merhamet menkıbeleriyle doludur. Zîrâ îmânın lezzet ve halâvetinin tezahürü en ziyâde merhamette görülür. Merhamet de, sende olanı, senden daha mahrum olana ikram etmendir. Yine merhamet, dünyâda vicdan huzuru ve cennet müjdesi, âhirette ise ebedî saadet sermayesidir. Nitekim bir zât, Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-’a gelerek:
“Bana nasihatte bulun!” dediğinde Muâz -radıyallâhu anh-:
“Merhametli ol ki, ben de senin cennete girmene kefîl olayım.” buyurmuştur.
PEYGAMBER NASİHATİ: FAKİRE YEDİR, YETİMİN BAŞINI OKŞA
Günümüzde bir mü’mini îman vecdi içerisinde yaşatacak, nefsinin tasallutundan kurtararak ruhunu derinleştirecek ve zarifleştirecek olan haslet, ancak merhamettir. Merhametin meyveleri ise, cömertlik, tevazu, hizmet, affetmek, hasedden kurtulmak gibi güzel hasletlerdir. Merhametin seviyesini de en güzel şekilde hizmetteki fedâkârlık ve aşk ortaya koyar. Bir mü’minin merhamet, şefkat, rikkat ve hassasiyetle techîz olabbilmesinin en kısa yolu, mal ve can ile yapılan fedâkârlıklardan geçmektedir. Nitekim kalbinin kasvetinden şikâyet eden bir sahâbîye Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakire yedir, yetimin başını okşa!” buyurmuştur. (Ahmed, II, 263, 387)
Şeyh Sadî, şu nasîhatte bulunur:
“Hizmetteki fazilet, kendini güçlü-kuvvetli ve sıhhatli gördüğün zaman, şükrüne olmak üzere zayıfların yükünü çekmektir.”
Susuzluktan çatlamış bir toprağın bereketli yağmurlara hasret duyması gibi toplumumuzda hizmet ve alâkaya en fazla ihtiyaç duyan kesimlerin başında, bir kanadı kırık olan yetimler ve yoksullar gelmektedir. Onlar bize Allah’ın emânetleridir. Cenâb-ı Hak birçok âyet-i kerîmede, Hazret-i Peygamber -sallâlllâhu aleyhi ve sellem- de pek çok hadîs-i şerîfinde, muhtaçlara hizmeti teşvik ederek yetim ve yoksulların himayesinin zarurî
olduğunu bildirmişlerdir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Allah’tan zafer ve yardım taleb ederken muhâcirlerin fakirleri vesîlesiyle niyazda bulunur ve şöyle buyururdu:
“Bana zayıfları çağırınız. Çünkü siz, ancak zayıflarınız(ın duâ ve bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz.” (Ebû Dâvud, Cihâd, 70)
Demek ki rızâ-yı ilâhîye vâsıl olabilmek için, kırık ve mahzun gönülleri ihyâ etmeye, bilhassa îtinâ göstermeliyiz.
SEFAHAT İÇİNDE ÖMÜR SÜRENLER, YALNIZLARIN IZTIRÂBINI HİSSEDEBİLİR Mİ?
Üzerinde dikkatle durulması gereken diğer bir husus ise, Cenâb-ı Hakk’ın, mü’minlerin bu nevî sâlih ameller işlemelerini arzu buyurmasıdır. Kendisi de ihtiyaç duyduğu hâlde yemeğini yetim ve muhtaçlara gönderen Dâvûd-i Tâî Hazretleri’nin şu davranışı ne kadar duyguludur:
Hizmetine bakan talebesi bir gün ona:
“Biraz et pişirdim; arzu buyurmaz mısınız?” dedi ve üstadının sükût etmesi üzerine eti getirdi. Ancak Dâvûd-i Tâî -kuddise sirruh-, önüne konan ete bakarak:
“Falanca yetimlerden ne haber var evlâdım?” diye sordu. Talebe, durumlarının yerinde olmadığını ifâde sadedinde içini çekip:
“Bildiğiniz gibi efendim!” dedi. O büyük Hak dostu:
“O hâlde bu eti onlara götürüver!” dedi. Hazırladığı ikramı üstadının yemesini arzu eden samimî talebe ise:
“Efendim, siz de uzun zamandır et yemediniz!..” diye ısrar edecek oldu. Fakat Dâvûd-i Tâî Hazretleri kabul etmeyip:
“Evlâdım! Bu eti ben yersem kısa bir müddet sonra dışarı çıkar, fakat o yetimler yerse, ebediyyen kalmak üzere Arş-ı Âlâya çıkar!..” dedi.
İşte kendisini toplumdan mes’ûl hisseden, yetimlerin derdiyle dertlenen ve matemlerin civarında dolaşan ulvî bir ruh!.. Acaba bugün lüks ve sefahat içinde ömür sürenler, bir kenarda yalnızlığa terk edilen insanların ıztırâbını ne kadar hissedebilirler?..
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Bahçesinden Saadet Damlaları, Erkam Yayınları.