Ehl-i Sünnet’in 12 Husûsiyeti

İSLAM

Ehl-i Sünnet’in temel esasları nelerdir? Ehl-i Sünnet’in on iki (12) husûsiyeti nedir? Efendimiz Muhammed’in (s.a.s.) şefaatine nail olabilmeniz için Ehl-i Sünnet’in bu temel esaslarına sıkı sıkıya bağlanın.

İmam-ı Âzam -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur:

Arkadaşlarım, kardeşlerim iyi biliniz ki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mez­hebi on iki husûsiyet üzerine kurulmuştur. Kim bu husûsiyetler doğrultusunda yaşarsa ne bid’atçi ne de hevâ sahibi olur. Efendimiz Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şefaatine nail olabilmeniz için Ehl-i Sünnet’in bu temel esaslarına sıkı sıkıya bağlanın.

EHL-İ SÜNNET’İN ON İKİ (12) HUSÛSİYETİ

1’inci Husûsiyet

Îman, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir. Tek başına ikrar îman kabul edilmez. Çünkü tek başına ikrar îman addedilse idi münâfıkların tamamı mü’min olurdu. Aynı şekilde sadece kalbin idrâk etmesi (tasdik) de îman olmaz. Eğer bu durum tek başına yeterli olsa idi, Ehl-i Kitab’ın tamamı mü’min olurdu. Hâlbuki Allah Teâlâ dilleriyle ikrar eden münâfıklar hakkında şöyle buyurmaktadır; “Allah o münâfıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına şehâdet eder.” (Münâfikun, 1) Ehl-i Kitap hakkında ise vârit olan âyet şöyledir; “Kendilerine kitap verdiklerimiz Peygamberi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” (Bakara, 146) Ne var ki bunu kabullenip dilleriyle ikrar etmezler.

İman ne artar ne de eksilir. Çünkü îmânın azalması ancak küfrün artması ile artması da ancak küfrün azalması ile tasavvur edilebilir. Bu durumda, bir kişinin aynı anda mü’min ve kafir olması nasıl mümkün olur?!

Mü’min, gerçek anlamda inanan, kâfir de hakîki mânâda inkâr edendir. İmanda şüphe olmaz. Tıpkı küfürde olmadığı gibi. Bu bağlamda Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “İşte onlar gerçekten mü’mindirler.” (Enfal, 4) ve “İşte onlar gerçekten kâfirdirler.” (Nisa, 151)

Efendimiz Hz. Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ümmet kadrosuna dâhil olan günahkârların tamamı gerçekten mü’mindir, kâfir değillerdir.

Amel îmandan ayrı, îman da amelden farklıdır. Şöyle ki: Amel mükellefiyetinin mü’minden kalktığı birçok zaman vardır. Fakat bu durumda îmânın ondan gittiği söylenemez. Allah Teâlâ, hayızlı kadını namaz kılmaktan muaf kılmıştır. Böyle bir kadın için Allah onun kalbinden îmânı çıkarmıştır ve ona îmânı terk etmeyi emretmiştir denemez. Şerîat o kadına; “Orucu bırak, sonra tutmadığın günleri kazâ et” der. Kadına; “Îmânı terk et, sonra kazâ edersin” denmesi câiz değildir.

Îmânın amelden farklı olduğunu daha müşahhas bir şekilde anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz: “Fakirlerin zekât vermesi gerekli değildir.” denebilir. Fakat “Fakirlerin îmân etmesi zorunlu değildir.” denemez.

Hayır ve şerrin takdiri Allah’tandır. Eğer birisi hayır ve şerrin takdirinin Allah’tan başkasına âit olduğunu iddiâ ederse Onu (c.c.) inkâr etmiş olur. Onun tevhid inancı da batıl olur. Her şeyin en iyisini Allah Teâlâ bilir.

2’inci Husûsiyet

Ameller, farz ibâdet, fazilet ve mâsiyet olmak üzere üç çeşittirler. Farz ibâdete gelince o; Allâh’ın dilemesi, rızâsı, takdiri, yaratması ve “Levh-i Mahfûz”da yazması ile olur. Fazilet de Allah Teâlâ’nın emrinden dolayı yapılmaz. Fakat O’nun dilemesi, muhabbeti, rızâsı, takdiri, pürüzsüz yaratması ve “Levh-i Mahfûz”da yazması ile olur. Mâsiyet de Allâh’ın emri gereği olmaz. Fakat muhabbeti, rızâsı, muvaffak kılması olmaksızın; dilemesi, kazası, takdiri, hoşnutsuzluğu, ilmi ve “Levh-i Mahfûz”da yazması ile gerçekleşir.

3’üncü Husûsiyet

Allah Teâlâ sınırsız kudret makamı olan Arş’ı bir mekâna istikrarı olmaksızın hükmüne aldı, yani hâkimiyeti altında tutu. Hiç bir şeye muhtaç olmaksızın Arş’ı ve ondan başka şeyleri korur. Eğer kendinden başka yaratıklara muhtaç olsa idi, kâinatı yaratmaya ve idare etmeye kâdir olamazdı. O’na cisim isnat edenlerin iddiâ ettiği gibi bir yere oturmaya ve yerleşmeye zorunlu olsa idi, Arş’ı yaratmadan önce de böyle olurdu. Allah Teâlâ bundan pek yüce ve münezzehtir.

4’üncü Husûsiyet

Kur’ân-ı Kerim Allah Teâlâ’nın yaratılmayan (gayr-ı mahlûk) ezelî kelâmı, vahyi ve tedrîcen indirdiği Kitâbıdır. O, ne zâtının aynıdır, ne de değildir. Bilakis o, gerçek sıfatıdır. Kur’ân; mushaflarda yazılan, dillerde okunan kalplerde mekân edinmeksizin korunan kelâmdır. Mürekkep, kâğıt ve yazı mahlûktur. Çünkü bunlar kulların filleri ile alakalıdır. Yazılar, harfler, kelimeler ve âyetler insanların anlamak için onlara ihtiyaç duyduğu Kur’ân’a delalet eden şeylerdir. Allah Teâlâ’nın kelâmı zâtı ile kaimdir. Mânâsı ise, söz konusu şeylerle anlaşılır.

Kim Allâh’ın kelâmı mahlûktur derse kâfir olur. Allah Teâlâ kesintisiz bütün zamanlarda ibâdet edilendir. Kelâmı ise ondan ayrılmaksızın okunan, yazılan ve kalplerde korunandır.

5’inci Husûsiyet

Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’den sonra bu ümmetin en üstünü Ebu Bekir Sıddîk, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali’dir; radıyallâhu anhum. Zîra efdaliyetin sıralamasına işaret eden âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“(Îman ve amelde) öne geçenler (Âhirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allâh’a) yaklaştırılmış kimselerdir. Onlar Naîm cennetlerindedir.” (Vâkıa, 10-12)

Hayırda önde olanlar Allah katında da en üstün olanlardır. Onları, müttakî her mü’min sever; âsî münâfıklarsa onlara buğz eder.

6’ıncı Husûsiyet

Kul; ameli, ikrârı ve tasdîki (mârifeti) ile mahlûktur. Bütün bu ameliyelerin fâili mahlûk olunca onun fiillerinin de evleviyetle mahlûk olması gerekir.

7’inci Husûsiyet

Allah Teâlâ, mahlûkatı güçleri olmadığı hâlde yaratmıştır. Çünkü onlar zayıf ve âcizdirler. Cenâb-ı Hak onları yaratan ve rızıklarını verendir. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: “Allah sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır.” (Rum, 40)

İlim ve malı helâl yoldan kazanmak helâl, haram yoldan temin ise haramdır.

İnsanlar üç kısımdır; îmânında samimi olan mü’min, küfründe ısrarcı olan kâfir ve nifakında ikiyüzlü davranan münâfık. Cenâb-ı Hak mü’mine ameli, kâfire îmânı, münafığa ise ihlâsı farz kılmıştır. Nitekim “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisa, 1) âyet-i kerimesinin her üç grubu içine alacak şekilde açılımı şöyledir: “Ey îmân edenler! Amel-i sâlih işleyerek Rabbinize itaat edin.”, “Ey Kâfirler! İman edin.” ve “Ey Münâfıklar! Samimi olun.”

8’inci Husûsiyet

İsteğe bağlı olan fiillerde kulun aksiyon sahibi olması için gerekli olan güç yani “İstitaa”, yapılacak olan “fiil” ile beraberdir; ne ondan önce ne de sonradır. Eğer “İstitaa” fiilden önce olsa idi o takdirde kul ona muhtaç olduğu anda Allah’tan müstağni olurdu. Bu ise şu âyete aykırıdır: “Allah müstağnidir. Sizler ise muhtaçsınız.” (Muhammed, 38) Eğer “İstitaa”, fiilden sonra olsaydı fiil, güç-kuvvet yokken gerçekleşmiş olacağından muhâl olurdu.

9’uncu Husûsiyet

Mukîmin bir gün bir gece, yolcunun da üç gün üç gece mestler üzerine mesh edebileceğini kabul etmek, bu şekilde rivâyet edilen hadisten dolayı vâciptir. Bu hükmü inkâr edenin küfründen korkulur. Zîra ilgili hükmü bildirilen hadisler tevatüre yakın derecededir.

Seferde namazları kısaltmak (azîmet) ve oruç tutmamak (ise) ruhsattır. Konu ile ilgili âyeti kerimeler şöyledir: “Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit namazı kısaltmanızdan dolayı size bir günah yoktur.” (Nisa, 101), “Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar.” (Bakara, 184)

10’uncu Husûsiyet

Allah Teâlâ kaleme yazmasını emretmiş, kalem: “Ne yazayım ya Rabbi!” demiştir. Cenâb-ı Hak: “Kıyâmete kadar olacak şeyleri yaz.” buyurmuştur. (Benzer lafızlarla rivâyetler için bkz. Ebu Davud, es-Sünne 16; Tirmizî, Kader 16) Şu âyet-i kerime de bu mânâyı teyit etmektedir: “İşledikleri her şey kitaplarda kayıtlıdır. Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.” (Kamer, 52-53)

11’inci Husûsiyet

Günahkârlar için kabir azabı olacağında en ufak bir şüphe yoktur. Münker ve Nekir’in suali haktır. Bu noktada hadisler vardır. Cennet ve cehennem de haktır ve ahâlisi için önceden yaratılmışlardır. Nitekim Cenâb-ı Hak mü’minler hakkında o cennet; “Müttakîler için hazırlanmıştır.” (Âl-i İmran, 133), cehennem de; “Kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara, 24) buyurmaktadır. Allah Teâlâ cennet ve cehennemi sevap ve ceza için yaratmıştır. Mîzan da haktır. Zîra Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Kıyâmet günü için adalet terazileri kuracağız.” (Enbiya, 47) İnsanın dünyada yaptığı amelleri içeren kitabı okuması da haktır: “Oku kitabını! Bu gün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter.” (İsrâ, 14)

12’inci Hususiyet

Allah Teâlâ bu canları ölümden sonra müddeti elli bin yıl olan bir günde ceza, sevap ve hakların edası için diriltecektir. Nitekim O şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah kabirlerde olanları diriltecektir.” (Hac, 7) Mü’minlerin keyfiyet, benzetme ve yön olmaksızın Cenâb-ı Hakk’a mülâkî olmaları haktır. Büyük günah işlemiş olsa dahi cennet ehlinden olan her mü’min için Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şefaat edecektir.

Hz. Âişe radıyallâhu anhâ, Hatîce-i Kübrâ radıyallâhu anhâ’dan sonra insanlık âleminin en üstün kadını ve mü’minlerin annesidir. O, zina iftirasından arındırılmıştır ve Râfizîlerin hezeyanlarından uzaktır. Kim O’na zina isnadında bulunursa o, zina eseridir.

Cennet ahâlisi Cennet’te, Cehennem ehli de Cehennem’de ebedi kalacaktır. Çünkü Cenâb-ı Hak mü’minler için: “Îmân edip amel-i sâlih işleyenler cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 39), kâfirler için de: “İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliktir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” (Bakara, 39) buyurmaktadır.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları