Ehl-i Tasavvuf Olan Mümin İle Olmayan Mümin Arasında Mânevî Derece Olur mu?

Gerçekten ehl-i tasavvuf olan bir müminle, tasavvufla hiç alâkası olmayan bir müminin arasında mânevî derece bakımından fark nedir? Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz cevaplıyor..

Ehl-i tasavvuf olan bir müminle, tasavvufla hiç alâkası olmayan müminin arasındaki mânevî derece farkını -Allah nezdindeki derecesi açısından soruyorsanız- o konuda kullar olarak bizim bir şey söyleyebilmemiz mümkün değildir. Ama kişinin içinde bulunduğu mânevî duygular ve huzûr ile iç dünyâsını koruma açısından soruyorsanız o zaman birtakım şeyler söylenebilir. Kişileri tasavvuf ve tarîkata girmeye sevk eden sebep genellikle İslâm’ı daha iyi yaşama kaygısıdır.

Tarîkata giren kimse, tevbe ile Allah’a kul olmaya çalışacağını bir Allah dostu önünde tescil ediyor. Elbette böyle bir sözleşme insanı âvârelik ve başıboşluktan kurtarır. Çünkü insan kendi kendine verdiği sözlere genellikle pek uymaz. Ama birini şâhid tutarak verilen söz, daha bağlayıcıdır. Mürşidiyle zaman zaman görüşerek evrâd ve ezkârı ile mânevî hâlleri hakkında bilgi verecek olan ehl-i tarîk, en azından kontrollü hareket etmeye alışacaktır. İnsanın şu veya bu şekilde bir mânevî kontrol mekanizması ile hayâtını murâkabe altına alması mümkün olmadığı zaman, yaşadığı çevrenin etkisiyle dînî ve mânevî duyarlılığının kaybolduğu görülmektedir.

Hayâtın zorlukları ve olayların insanda bıraktığı izleri izâle etme ve birtakım dış etkilere karşı direnme gücü kazanmada bir şeyhe bağlı olan, diğerlerine göre daha şanslıdır. Çünkü sıkıntısını paylaşacağı bir mürşidi ve ihvânı vardır. Tasavvufta eğitimin sürekliliği esâstır. İnsanlar inandığı gibi yaşamaya teşvîk edilir. Çünkü inandığı gibi yaşamayan insanlar zamanla yaşadıklarını benimsemeye ve yaşadıklarına inanmaya başlayarak pek çok hassâsiyetlerini kaybederler.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

TASAVVUFÎ CEMÂATLERDE GÖRÜLEN SARIK, CÜBBE VE SAKAL HİZMETE ENGEL MİDİR?

Tasavvufî Cemâatlerde Görülen Sarık, Cübbe ve Sakal Hizmete Engel midir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.