Ehlullahı ve Ehl-i İmanı Sevmek
Âyet-i kerîmede bildirildiğine göre mü’minler kimleri sevip dost edinmelidir? Ehlullâh ve bütün ehl-i îmânı neden sevmeliyiz? Ehlullâh ve bütün ehl-i îmâna muhabbet...
Allah Teâlâ buyurur:
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasûlʼüdür ve îmân edenlerdir. Onlar ki Allâh’ın emirlerine boyun eğerek namazı (dosdoğru) kılar, zekâtı verirler.” (el-Mâide, 55)
MÜMİNLERİN KİMLERİ SEVİP DOST EDİNMELİ?
Âyet-i kerîmede bildirildiği üzere mü’minlerin kimleri sevip dost edineceği âşikârdır:
- Allah Teâlâ,
- Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-,
- Allâh’a teslim olanlar; sâlih kullar ve bütün ehl-i îman.
Muhabbetin Allâh’a yöneltilmesi, önce nûr-i Muhammedî’yi, sonra Hazret-i Peygamber’in muazzez varlığını, Hak dostlarını, daha sonra da bir huni gibi genişleyerek Allah katında makbul olan her varlığı, makbûliyet derecelerine göre sevmeyi îcâb ettirir. İşte Allâh’a yönelişte böyle bir muhabbet dairesi, ruhlara bir şifâ ve rahmet menbaıdır. Bu dairenin dışında kalan muhabbetler ise, muhabbete hâkim olan bu mantığı zaafa uğratır. Bundan dolayıdır ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ve O’nun vârisleri olan ehlullâha muhabbette bereket; buğzda ise dünya ve âhirette nedâmet vardır.
Bir hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurur:
“Kim Benʼim bir velî kuluma düşmanlık ederse, Ben de ona harp ilân ederim...” (Buhârî, Rikāk, 38)
EHL-İ İMANA MUHABBET
Ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın bütün ehl-i îmânı ihâtasına alacak bir ifâde ile:
“…Onlar birbirlerine karşı merhametlidirler...” (el-Fetih, 29) buyurması, her mü’minin dikkat etmesi îcâb eden bir husustur.
Buna göre mü’minler, birbirleriyle münâsebetlerinde aslâ bu merhamet ve muhabbet dâiresinin dışına çıkmamalıdırlar. Zira Allâh’ı sevmenin ve O’na yakınlık kazanabilmenin yolu budur.
Nitekim büyük evliyâullâhın Hak katındaki fazîlet ve kıymetleri de, diğer güzel ahlâk ve kullukları yanında bir de bu husustan, yani onların bütün mahlûkâta şefkat nazarıyla, merhamet ve muhabbetle yaklaşmalarından gelmektedir. Onun içindir ki, âyet-i kerîmede sâlihlerle beraber olmak emredilmiş ve onlara peygamber vârisi olma şerefi bahşedilmiştir.
EHLULLAHA MUHABBET
Bundan dolayı bir kul, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hakîkati ve nûrundan bir Allah dostu vâsıtasıyla nasip alsa, bu nasip O’ndan olduğu için, bizzat Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den alınmış gibidir. Tıpkı bir mumdan bir başka mumun yakılması gibi... Kandilleri yakan ve onlar vâsıtasıyla etrafı aydınlatan alev, aynı alevdir. Kul, bu kandillerin en sonuncusuyla da aydınlansa, o ziyâ, ilk ışıkla parıldadığından, dâimâ ilk kaynağı aksettirir.
Dolayısıyla bir kimse, bir başkasında ışıldayan ilâhî güzelliğe ister bilerek, ister bilmeyerek kendisini kaptırsın, hakîkatte hayran ve âşık olduğu letâfet, Allah Teâlâ’nın güzelliğidir ve O’nun varlıklarda ve insanlardaki hârikulâde in’ikâsıdır. Hiç şüphesiz bu in’ikâsın en büyük tecellîsi de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’de zuhûr etmiştir. Bu itibarla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kulu Cenâb-ı Hakk’a götüren yegâne rahmet ve vuslat köprüsüdür.
Bu şerefli köprünün sâdık yolcuları olan ehlullâh, yani Hak dostlarının gönülleri; nisan yağmurlarının bereketli damlalarından, iri inciler peydâ eden sedefler gibidir. Kendilerine muhabbet gösteren nice ham gönülleri, Allâh’ın lûtfu ile birer inci sedefi yapmaktan uzak kalmazlar. Yeter ki tâlipler, bu sedefte saklanacak yağmur damlasını idrâk edebilsin!
MUHABBET SIRRI
Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“Kelâm sahibi olan Allah, bulutun kulağına bir sır söyledi; gözünden su tulumu gibi yaşlar boşandı. Gülün kulağına bir sır söyledi; onu renk ve râyiha saltanatı ile güzelleştirdi. Taşa bir sır söyledi; onu mâden içinde akik etti… (Yani «Latîf» sıfatı ile tecellî edip buluttan su akıttı, gülü güzelleştirdi, taşı da kıymetlendirdi.)”
“İnsana bir sır verdi. O sırrı muhafaza edenleri sonsuzluğa yüceltti. İlâhî âlemden ilham alan bu vücutlar, cisimden kurtulup Hakk’a yakınlığın sırrına erdi.”
Hiç şüphesiz ki bu sırlar, farklı tecellîler hâlinde birer muhabbet sırrıdır. Muhabbet sırrı ki, her şeyin kemâli ve güzelliği onun feyizli ikliminde gizlenmiştir.
Şâir ne güzel söyler:
Kâinat nakış nakış,
Sırr-ı muhabbet ile.
Kaç âlem yaratılmış,
Sırr-ı muhabbet ile!..
Esrârı sorma bana,
Yönel sevdâdan yana,
Açılsın sırlar sana,
Sırr-ı muhabbet ile...
Geceler gündüz olur,
Yokuşlar dümdüz olur,
İnsan ölümsüz olur,
Sırr-ı muhabbet ile...
Yâkub ne hâle düştü,
Yusuf ne hâller aştı,
Mûsâ Tûr’u dolaştı
Sırr-ı muhabbet ile...
Habîb oldu Muhammed,
Mîrâcı sundu Samed,
Yol verdi ezel-ebed,
Sırr-ı muhabbet ile...
Ey Seyrî[1] ermek mümkün,
Gonca gül dermek mümkün,
Allâh’ı görmek mümkün,
Sırr-ı muhabbet ile...
İşte bu sır ile yoğrulmak sûretiyle nebîler ve velîler, tarih boyunca îmâna âit tekâmülü muhabbetle zirveleştiren, fıtrattaki kudsî neşveleri olgunlaştıran meş’aleler olmuşlardır.
Dipnot:
[1] Seyrî: Muhammed Ali Eşmeli.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Muhabbetteki Sır, Erkam Yayınları