Emanete Sahip Çıkma Vakti

Abdülhamîd Hân’ın hal‘inden beri yetim kalan nice Türk ve Müslüman unsurlar, kendilerine bir baba veya vefâkâr bir ağabey arayışı içindedir.

Osmanlı'nın ardından bilhassa Balkanlar, o günden bugüne, zaman zaman fecî bir vahşet timsâli hâlinde daralan bir zulüm kıskacında boğulmaktadır. Şanlı îman ordularımızın serpiştirdiği çil çil kubbeler, sanat hârikası minâreler yıkılmakta, ezan sesleri susturulmakta ve yemyeşil topraklar nice mâsum ve mazlumların kanlarıyla kızıla boyanmaktadır.

Bütün cihan görmektedir ki:

Kızıl ufukların altında kıpkızıl her yer...

Kızardı, baksana, dağlar, kızardı vâdîler;

Kızardı çehre-i dünyâ; kızardı rûy-i semâ!..

BALKANLAR SAHİPSİZ KALDI

Zira Osmanlı-Rus harbinden beri vagon vagon gelen mazlum kitlelerin hazin dramı, hâlâ devam etmektedir. Geçen sene İstanbul’a gelen Kosova müftüsü Recep Boya:

“–Osmanlı, Avrupa’dan çekildikten sonra biz sahipsiz kaldık. Gücü yetenlerin şamar oğlanına döndük!..” demişti.

Bugün bu şamar, bir insanlık ayıbı olarak en vahşî şekliyle ve dünyanın gözü önünde cereyan etmektedir.

Dün şâire:

Murâd-ı Evvel’i koynunda saklayan toprak,

Kimin ayakları altında inliyor, hele bak!

Kimin elinde bıraktık... Kimin emânetini!

O Pâdişâh-ı Şehîd’in huzûr-i heybetini

Sonunda çiğneyecek miydi Sırb’ın orduları,

İçip içip gelerek önlerinde bandoları?

Sen ey Şehîd-i muazzam ki rûh-i feyyâzın

Duyar, neler çekiyor yerde kalmış enkàzın!

O rûhtan bize bir nefha olsun indiriver...

Ki başka türlü uyanmaz bu gördüğün ölüler!..

dedirten gerçekler, aynıyla, belki daha acı bir şekilde tekerrür hâlindedir. Osmanlı’dan sonraki dram hâlâ devam etmektedir.

OSMANLI'NIN EMÂNETİ

Bugün Kosova’nın, Bosna’nın vâris-i tabiîsi olan bizler, bir nefis ve tarih muhâsebesine mecbûruz!.. Şu hazin günlerde silkinip tarihimize ve kendimize dönmeye mecbûruz. Bosna ve Kosova fâciaları gibi ibretli hâdiseler, bizi, Osmanlı’nın emânetine sahip çıkmaya zorlamakta değil midir?!

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.