Emir Külâl Hazretlerinin Talebelerine Vasiyeti

Seyyid Emîr Külâl Hazretleri vefât ettiği hastalığında talebelerine şu vasiyette bulunmuştur.

Hâcegân şeyhlerinin fârik vasfı; edep, vakar, yüksek bir tevâzû ve mahviyet hâlidir. Ömürleri boyunca el emeği ile geçinmeye îtinâ gösterip sâde ve mütevâzı bir hayat yaşayan bu zâtlar, vefatlarından sonra da kendileri için ihtişamlı türbeler yapılmamasını bilhassa istemişlerdir.

Bu sebeple kabirlerinin alâmeti, umûmiyetle mütevâzı birkaç taş ya da ahşap direkten ibârettir. Riyâdan kaçınmayı esas alan tasavvuf erbâbının ahlâkı da bunu gerektirir. Ayrıca Hâcegân şeyhlerinin muayyen kıyafetlerinin olmaması da bu tarîkattaki tevâzû ve mahviyet hâlinin mühim tezâhürlerinden biridir.

EMİR KÜLAL HAZRETLERİNİN VASİYETİ

Seyyid Emîr Külâl Hazretleri, vefât ettiği hastalığında talebelerine şu vasiyette bulunmuştur:

“Ey kıymetli talebelerim! İlim öğrenmekten ve Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın yoluna tâbî olmaktan aslâ ayrılmayınız! Bu, mü’min için bütün saâdetlerin ve nîmetlerin vâsıtasıdır. Bunun için Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; «İlim öğrenmek, her müslümana farzdır.» buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17) Yani her müslüman erkeğin ve kadının, kendisine lâzım olan dînî bilgileri öğrenmesi farzdır. Bunlar sırasıyla şunlardır:

1) Îman ve îtikad bilgileri.

2) Namazla alâkalı bilgiler.

3) Oruçla alâkalı bilgiler.

4) Zengin ise zekât ve hac ile alâkalı bilgiler.

5) Ana-baba hakkını öğrenmek. Allah Teâlâ’nın kendisinden râzı olmasını isteyen kişi, anne-babasının rızâsını kazanır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; «Allah Teâlâ’nın rızâsı, ana-babanın rızâsını kazanmakla elde edilir.» buyurmuşlardır. (Tirmizî, Birr, 3/1899) Bu bakımdan, ana-babanın hakkını gözetmek çok mühimdir.

6) Sıla-i rahim, yani akrabayı ziyaret etmek ve onları görüp gözetmek.

7) Komşu hakkını gözetmek.

8) Lâzım olan alışveriş bilgilerini öğrenmek.

9) Helâlleri ve haramları öğrenmek.

Bunları herkesin öğrenmesi lâzımdır. Zira insanların çoğu, bilmediğinden ve bildiğiyle amel etmediğinden dolayı helâk olmuştur.

İyi biliniz ki, dünyayı ve dünyaya düşkün olanları sevmek, Allah Teâlâ’nın râzı olduğu yolda yürümenize en büyük bir engeldir.

Dâimâ Allah Teâlâ’yı hatırlayıp O’nu zikrediniz! Böylece dîninizi dünyaya değişmemiş olursunuz. Dâimâ Allah Teâlâ’dan korkunuz! Hiçbir ibadet, Allah korkusundan daha tesirli değildir.

DİLİ ALLAH'I ZİKRETMEK TEMİZLER

Allah Teâlâ’dan başka her şeyi bırakınız. «Lâ ilâhe» derken Allah’tan başka hiçbir mâbud olmadığını biliniz. «İllâllah» derken, Allah Teâlâ’nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu biliniz.

Şunu iyi biliniz ki elbiseyi temiz su arındırır. Dili de Allah Teâlâ’yı zikretmek temizler. Bedeninizi namaz kılmak, malınızı zekât vermek temizler. Yolunuzu, insanların sizden râzı olması temizler. İhlâs sahibi oluncaya kadar ihlâsı, kurtuluşa erinceye kadar da kurtuluşu arayınız!

Kalbin, dilin ve bedenin temiz olması, helâl lokma yemeye bağlıdır. Bunu, iyi biliniz. Helâl lokma yiyen insanın midesi, içinde temiz su toplanan havuz gibidir. Bu havuzdan etrâfa temiz su dağılır ve bu su ile çiçekler yetişir, ağaçlar meyve verir, ondan istifâde edilir.

Tevbe ediniz! Tevbekâr ve edepli olmak lâzımdır. Tevbe ediniz ki, tevbe bütün tâatlerin başıdır. Tevbe sadece dil ile olmaz! Tevbe, işlenen günahlara pişman olmak, bir daha o günahı işlememek ve amel-i sâlihlerde bulunarak hatâyı telâfî etmektir.

ALLAH'IN RIZASINI ARAMAK VE KÖTÜ İŞLERİ TERK ETMEK

Allah Teâlâ’dan dâimâ korkunuz. Günahlarınıza pişman olup o kadar ağlayın ve tevbe edin ki gerçekten size tevbekâr denilebilsin. Dünyada iken günahlara pişman olup kulluk vazifesini yaparak âhireti kazanmak lâzımdır. İşte, bütün işin aslı budur.

Gerçek muhabbet; Allah Teâlâ’nın rızâsını aramak ve kötü işleri terk etmek, ahde vefâ göstermek, emânete ihânet etmemek, kendi kusurlarını görüp amelleri ile övünmemek, amellerini görmemek, dâimâ Allah Teâlâ’nın zikriyle meşgul olmaktır.

Hiçbir işe, Cenâb-ı Hakk’ın ismini anmadan (besmelesiz) başlamayınız ki o işten dolayı âhirette utanmayasınız.

Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat ediniz! Nerede olursanız olun, ilim öğrenmekten ve amel etmekten uzak kalmayınız. Her ne olursa olsun, karşınıza her ne güçlük çıkarsa çıksın, ilmi ve ameli aslâ terk etmeyiniz!

Emr bi’l-mârûf ve nehy ani’l-münker vazifesini yerine getiriniz! Dînin yasak ettiği şeylerden, dîne uygun olmayan işlerden ve bid’atlerden sakınınız! Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

«Ey îmân edenler! Kendinizi ve çoluk-çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz!..» (et-Tahrîm, 6)

Âhirette cehennem yakıtı olan bu insanlardan olmamak için çok korkup sakınınız!

ALLAH'IN KOYDUĞU HUDUTLARI AŞMA!

Fudayl bin Iyâz g şöyle anlatmıştır:

«Havanın çok sert ve soğuk olduğu bir gün, Şeyh Abdülallâm’ı gördüm. Üzerinde ince bir elbise vardı. Soğuk olmasına rağmen buram buram terliyordu:

“–Bu soğukta böyle terlemenizin sebebi nedir?” dedim.

“–Bir gün bu mekânda bir günah işleniyordu. Ben buna mânî olmak istedim fakat mümkün olmadı. İşte bunun ıztırâbından dolayı bu mekânı gördükçe terliyorum ve kıyâmet günü bunun mes’ûliyetinden nasıl kurtulurum diye korkuyorum!” cevâbını verdi.»

Ya siz, her gün hem kendiniz, hem de başkaları için nice emr bi’l-mârûf vazifesini kaçırıyorsunuz! Hâlinize bir bakınız!

Bütün işlerin başı, dînin emirlerine yapışmak ve Allah Teâlâ’nın koyduğu hudutları aşmamaktır.

Akıllı kişi, kendi hâlini düşünür. İnsanlar ile arasındaki hudûda ve hukûka riâyet eder. Bunu gözetmeyenler için verilecek cezâyı bildiren nice âyet-i kerîmeler mevcuttur. Her zaman ve her yerde; bakarken, konuşurken, dinlerken, gelirken, yerken, içerken… Allah Teâlâ’ya ve insanlara karşı riâyet edilmesi gereken bir hudut vardır. Fırsatı ganimet biliniz, yaptığınız işleri kurtuluşunuza vesîle olacak şekilde yapınız! Helâl rızık kazanmak için çalışınız! Kâfî miktarda kazanıp israf ve cimrilikten sakınınız! Nafakanızı kazanıp harcarken dînimizin emirlerine uygun hareket ediniz!

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

«İşlerin hayırlısı, en mûtedil ve vasat olanıdır.» buyurmuşlardır. (Beyhakî, Şuab, VIII, 275/5819)

Helâlinden ve kendi kazancınızdan yiyiniz! Eğer uykunuz gelirse biraz uyuyunuz ki ibadet ve tâat yapmak için dinlenmiş olasınız. Fakat Allah Teâlâ’yı zikretmeden uyumayınız!

Ey talebelerim! İnsanların maksada ve saâdete kavuşmaktan mahrum olmalarının sebebi; âhiret yolunu bırakıp yalancı dünyaya sarılmalarıdır. Âhiret saâdetini isteyen kişi, doğru îtikāda sahip olup, bid’at ve dalâletlerden uzak durmalıdır. Yaptığı her şeyden hesâba çekileceğini bilerek hareket etmelidir.

MÜMİNİN KENDİ GİDİŞATINDAN HABERSİZ OLMASI KADAR KÖTÜ BİR ŞEY YOK

Ey dostlarım! Mü’minin kendi gidişâtından habersiz olması kadar kötü bir şey yoktur. Bu hâl, gaflet içinde olmanın delîlidir. Başkalarının habersiz olduğu şeyler, bu yolun büyüklerine açılmıştır. Onların maksadı, Allah Teâlâ’nın rızâsını aramaktır. Onlar, buna kavuşmuşlardır.

Allah Teâlâ, her asırda sevip seçtiği kullarından bir büyük zât yaratır. Böylece herkesi belâlardan, felâketlerden korur. Ey talebelerim! Böyle olan zâta talebe olunuz! Böylece dünya ve âhiret saâdetine kavuşursunuz.

Ümmet-i Muhammed’in nur saçan kandilleri olan âlimlere yakın olunuz! Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

«(Zâhirî ilimleri hazmetmiş ve bâtınını ikmâl etmiş) âlimler, peygamberlerin vârisleridir.” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvûd, İlim, 1)

Sakın, ilmi ve âlimleri sevmekten uzak kalmayınız! Zira bu, kurtuluş vesîlesidir. Câhillerle görüşmek, insanı Cenâb-ı Hak’tan uzaklaştırır. Semâ yapıyoruz diye zâhirî hareketlere takılan ve hoplayıp zıplayan kimselerin meclislerinden uzak durunuz! Onlarla oturmayınız! Onlarla sohbet, kalbi öldürür. Bunun için yolumuzun büyükleri, bu işten uzak durmuşlardır.

Hakîkî semâ yapan kişinin hâli öyledir ki, o anda bıçak çalsan, huşû ve vecdi sebebiyle bundan haberi olmaz. Eğer böyle olursa, o kişi gerçekten semâ hâlindedir.

Ruhsatlardan uzak durup, azîmetle amel ediniz! Ruhsatlarla amel etmek, zayıf kişilerin işidir. Bundan daha fazla nasihat isterseniz, Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri’nin nasihat ve yazılarına bakınız! Bu kadarı kifâyet eder. Akıllı olana bir işaret kâfîdir.”[1]

[1] Bkz. Mevlânâ Şihâbeddîn, a.g.e, s. 56-58; Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, X, 338-342.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.