En Büyük Mesuliyetimiz

Boş bardakla ikram olmayacağı gibi, söyledikleriyle yaşadıkları birbiriyle tezat teşkil eden, özü sözüne uymayan kimselerin yaptıkları öğüt, îkaz ve telkinler de, muhâtaplarına tesir edemez. Zira sözün tesir bereketi, kişinin ihlâs ve takvâ ile o hakîkati yaşaması nisbetindedir.

Câfer-i Sâdık Hazretleri buyurur:

“Amelsiz dâvetçi, yay olmadan ok atmaya çalışan kişi gibidir.”[1]

Boş bardakla ikram olmayacağı gibi, söyledikleriyle yaşadıkları birbiriyle tezat teşkil eden, özü sözüne uymayan kimselerin yaptıkları öğüt, îkaz ve telkinler de, muhâtaplarına tesir edemez. Zira sözün tesir bereketi, kişinin ihlâs ve takvâ ile o hakîkati yaşaması nisbetindedir.

AMELİ OLMAYAN HİKMETLİ SÖZ

Bunun içindir ki Mevlânâ Hazretleri:

“Ameli olmayan hikmetli söz, ödünç alınmış süslü elbise gibidir…” buyurmuştur.

Yine Mevlânâ Hazretleri:

“Hâl ile öğüt veren, kāl ile (sözle) öğüt verenden hayırlıdır.” buyurarak, hâl ve davranışların çoğu zaman sözden daha tesirli bir mevkîde bulunduğunu ifâde etmiştir.

KURAN AHLAKI

Nitekim ashâb-ı kirâmın pek çoğu, Kurʼân ahlâkını âdeta ete-kemiğe büründürerek canlı bir şekilde temsil eden Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin davranış güzelliklerine meftun olarak, Oʼnun hâl ve tavırlarındaki nezâket, zarâfet ve letâfete hayran kalarak hidâyetle şereflenmişlerdir. Zira insan, dâimâ şahsiyet ve karaktere hayrandır.

KİTAPLA AMEL ETMEYENLERİN DURUMU

Dolayısıyla, îkaz, irşad ve tebliğ hizmetinde bulunanların, evvelâ kendilerinin ilâhî emir ve nehiylere titizlikle riâyet etmeleri elzemdir. Aksi takdirde kendilerinin ilâhî gazaba dûçâr olmaları mukadderdir. Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmelerde, İsrâiloğullarıʼnın âlimlerini misal vererek şöyle buyurur:

“Siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?” (el-Bakara, 44)

“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan merkebin durumu gibidir...” (el-Cuma, 5)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurmuşlardır:

“İsrâ (Mîraç) gecesi, dudakları ateşten makaslarla kesilip doğranan birtakım insanların yanından geçtim.

«–Ey Cibrîl! Onlar kimlerdir?» diye sordum:

«–Onlar, ümmetinden birtakım hatiplerdir. Allâh’ın kitabını okuyup durdukları hâlde, insanlara iyiliği emrederken, kendilerini unuturlar (yani söyledikleriyle kendileri amel etmezler)di. Hiç düşünmezler miydi?!» cevâbını verdi.” (Ahmed, III, 120, 180, 231, 239; Beyhakî, Şuab, II, 283)[2]

İYİLİĞİ EMREDİP KÖTÜLÜKTEN SAKINDIRIN

Belki de bu ve benzeri hakîkatlerin tesiriyle âdeta yürekleri titreyen sahâbîlerden Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kendimiz yapmadıkça iyiliği emretmeyelim mi, yine kendimiz uzaklaşmadıkça da kötülükten nehyetmeyelim mi?” diye sorduk.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz (buna kâmil mânâda muvaffak olabilmenin imkânsızlığı sebebiyle) şöyle buyurdular:

“–Tam olarak yapamasanız bile iyiliği emredin, tamamen uzak duramasanız bile kötülükten nehyedin!” (Heysemî, VII, 277)

İyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmaya evvelâ kendimizden ve âilemizden başlamamız îcâb eder. Bu meyanda, bilhassa çocuklarımızı İslâmî bir şuurla yetiştirmek, birinci vazifemizdir. Aksi hâlde ciğerpârelerimiz olan evlâtlarımız, kıyâmet günü bizlerden dâvâcı olacaklardır.

Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede:

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrîm, 6) buyurarak, emr biʼl-mârûf ve nehy aniʼl-münker vazifemize evvelâ en yakınlarımızdan başlamamız gerektiğine işâret etmektedir.

Evlâtlarımızı İslâmî şuur ve âdâb ile yetiştirmek ise, onları bir yaz tatilinde kalabalık bir câmiye göndermekle temin edilebilecek kadar basit bir iş değildir. Ayrıca dînî tahsili bu kadar basit telâkkî etmek, kalpteki İslâmî şuurun zaaf ve noksanlığını ifâde eder. Bununla yetinerek vazifemizi yerine getirdiğimizi zannetmek, ancak kendimizi kandırmaktır.

HEPİMİZİN EN MÜHİM İMTİHANI

Evlâtların iyi bir dünyevî istikbâli olsun düşüncesiyle, güyâ kaliteli bir kolejde okutabilmek için büyük emek, gayret ve servetler sarf edilirken, lise ve üniversiteye giriş imtihanlarında anne-babalar çocuklarından daha büyük bir telâş ve endişeyle mektep kapılarında bekleşirken, bu hassâsiyetin acaba yüzde kaçı onların ebedî istikballeri, yani âhiretleri için gösterilebiliyor?.. Unutmayalım ki, yavrularımızı bu fânî dünyadaki ilâhî imtihanlara güzelce hazırlayabilmek, hepimizin en mühim imtihanıdır.

EN BÜYÜK MESULİYETİMİZ

Bugün en büyük mesʼûliyetimiz, yavrularımıza karşı... Zira bugün liberalist sistemin; “bırakınız yapsın, bırakınız geçsin” prensibiyle hareket edip mâneviyâta zehir saçan ve nefsâniyeti palazlandıran televizyonların menfî propagandaları, internetin yanlış adresleri, modaların çılgın tahrikleri ve reklâmların aldatıcı telkinleri, evlâtlarımızın kişiliklerini şekillendiriyor. Onların gönül dünyasını allak bullak ederek, dînine, kültürüne, tarihine, hattâ âilesine yabancılaştırıyor…

İşte bu hazin gidişattan, kendimizi, evlâtlarımızı, âilemizi, akrabalarımızı ve toplumumuzu korumak için, hepimiz gerekli tedbirleri almak mecburiyetindeyiz.

Dipnotlar:

[1] Ebû Nuaym, Hilye, III, 194-195; Mizzî, Tehzîbüʼl-Kemâl, V, 89.

[2] Ayrıca bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk 10, Fiten 17; Müslim, Zühd, 51.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Cafer-i Sadık (rahmetullâhi aleyh), Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

EMRİ BİL MARUF NEHYİ ANİL MÜNKER NEDİR?

Emri Bil Maruf Nehyi Anil Münker Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.