En Büyük Zulüm

Zulüm, “bir şeyi, ona âit olmayan yere koymak” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de 200’den fazla yerde zulüm kavramı “küfür”, “şirk” veya “Allâh’ın hükümlerini çiğneme, günah işleme”, yirmiyi aşkın âyette ise, “beşerî münasebetlerde haksızlığa sapma” mânâsında kullanılmıştır.

Bu sayı farkları da zulmün asıl mahiyetinin mânevî olduğuna işaret eder. İnsanların birbirine yaptığı zulüm ve eziyet, aslında oldukça sınırlı ve zayıftır. Kişi ölünce, ona karşı yapılabilecek zulümler biter.

İNSANIN YAPABİLECEĞİ EN BÜYÜK ZULÜM

İnsanın esasen yapabileceği en büyük zulüm, kendine yaptığıdır. İnsan, kendini cehennemlik eder! İnsan, kendini sonsuz bedbahtlığa mahkûm eder.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in evden çıkarken:

“Bismillâh, Allâh’a sığındım. Allâh’ım! Hata yapmaktan, yanlış yollara sapmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, câhillik etmekten ve câhilliğe mâruz kalmaktan Sana sığınırım.” şeklinde duâ ettiği rivayet edilir. (Bkz: Ahmed bin Hanbel, Müsned, VI, 306; Tirmizî, Deavât, 34)

Efendimizin bu duâsına benzer bir şekilde, âyet-i kerîmede de zulüm ve câhillik birlikte zikredilir:

“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (mesûliyetinden) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o, çok zâlim, çok câhildir.” (el-Ahzâb, 72)

Zulmün zıddı olan adâlet, aynı zamanda “amel-i sâlih” mânâsında kullanıldığından, zulme düşmemek için bolca sâlih amel işlemeye gayret etmek gerekmektedir.

Cehlin zıddı ise, “ilim”dir. İnsan pek çok hatayı, câhilliğinden ötürü yapar. Bu yüzden ilim, zulme karşı en büyük silahlarımızdandır.

“İlmiyle amel edene, Allah bilmediğini öğretir.” (Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliyâ, X, 15) hadîsi, zulme karşı ilim öğrenme ve ilmi uygulamaya koymanın bizi hayır ve güzelliklere sevk edeceğine işaret etmektedir.

Dünyada hiçbir şey durağan hâlde değildir, her varlık kendi çapında hareket hâlindedir. Böyle bir kâinatta insanın bir an dahî durması, onun fıtratına aykırı olacağı için rûhî buhranlara düşmesine sebep olacaktır. İslâm’ın bu yönden mükemmel bir işleyişi vardır, insana tâkati ölçüsünde yeni gayret kapıları açar. O hâlde öğrenmeye, öğrendiklerimizi yaşamaya ve bu sayede tekrar tekrar öğrenmeye ihtiyaç vardır. Ve bu hâl, bizi hem cehâletten ve hem de zulümden koruyacak mühim bir yoldur.

ZULMÜN EN TEHLİKELİ ŞEKİLLERİ

Zulmün en tehlikeli şekillerinden birisi de, îman ve ilim sahibi kimselerin önder mevkîde bulunurken farkında olarak veya olmayarak dîni yanlış tanımaları, tanıtmaları, yaşama ve öğretme gayretleridir.

Allâh’ın indirdiği ve insanları kurtuluşa çağırdığı din, bir tanedir, o da İslâm’dır. İslâm’ı yanlış öğrenmek, öğretmek ya da doğruyu bile bile tahrif etmek ve gizlemek; aslında Allâh’a iftira atmak, O’na ulaşmayı zorlaştırmak ve insanların saf inanç ve bağlılıklarını istismar etmek demektir. Bu da ulaşılan insan sayısınca zulme girmek demektir.

Belki insan, art niyet ve haksızlıkla bu kadar kişinin canına kast etse, daha az günaha girer. Çünkü mazlûmen öldürülen mü’minler, cennete girerler. Ama îmanları tahrife uğramış, mü’min olduklarını zannettikleri hâlde îmandan mahrum kalmış kimseler hem bu dünyada, hem de âhirette kaybetmişler demektir ki, bu ise başlı başına en büyük zulümlerden biridir. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok yerinde kendisine dünyada “rehber” kabul ettiği kimselerle o liderlerin arkasından yürüyenlerin kavga ve tartışmaları anlatılmaktadır. Elbette insanların âhiretini kaybetmesine sebep olacak bu zulüm de yabana atılır bir zulüm çeşidi değildir.

Bu elim neticede lider, âlim ve atalarını hiç sorgulamaksızın taassupla takip eden “akılsız” ve “câhil” kişilerin sorumluluğu azalmaz belki, ama bu akılsızlardan menfaat ve itibar temin etmek için arkasına bir “sürü”yü takmış olan kimselerin vebali de, saptırdığı kimseler nisbetinde katlanır. Bu Allâh’ın şaşmaz adaletidir.

ZULÜMDEN KURTULUP KEMALE NASIL VARILIR?

Zulmün diğer bir şekli de sevme, öğrenme, hayranlık duyma ve bir şey uğruna fedakârlık yapma meylimizi, yanlış kişi ve kurumlara yöneltmemizdir. Duygu ve düşünce kabiliyetlerimizi köreltmemiz, onları yerinde kullanmamamızdır.

Allah, kalbimiz ile İslâm’ı, yapboz parçaları gibi birbirini tamamlayacak şekilde yaratmıştır. İçimizde sevgi de, nefret de, coşku da öfke de vardır. Ve bunların varlığı, insanı insan yapar. Ancak bu duyguları yerli yerince ve gerektiği nisbette kullandığımız sürece… Bunlar doğru yerde ve doğru miktarda kullanıldıkça zulümden kurtulup kemâle varılır.

ZULÜM İLE HİÇBİR DEVLET ABAD OLMAZ

Zulmün bir başka ve genişlemiş mekanizması, onun devlet eliyle işlenmesidir. Nizâmü’l-Mülk’ün devletin bekâsı için tavsiyelerinden oluşan Siyasetnâme’sinde, “Küfür ile belki, ama zulüm ile âbâd olmaz devlet.” ifadesi yer alır.

Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ilk hicret edeceklere, hıristiyan, fakat âdil bir hükümdar tarafından yönetilen Habeşistan’ı işaret etmesi de mü’minlere rehberlik edecek vasıftadır. Zira adâlet, hem mülkün, hem İslâm’ın temelidir. Hakikat, ancak hakkı teslim eden yüreklerde yeşerebilir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- en faziletli cihâdın “zâlim bir hükümdar karşısında hak sözü söylemek olduğunu” ifade buyurmuştur. (Bkz: İbn-i Mâce, Fiten, 20; Nesâî, Biat, 37) Böyle çetin bir cihâdı seçenlerin çektikleri eziyetler ve gördükleri işkence örnekleri, bizim tarihimizde de mevcuttur. Evet, âdil olmak zordur. Adâleti korumak ise, çok daha zordur.

ALLAH'IN KALBİMİZDEKİ SESİ VİCDANIMIZDIR

Âdil olmak zordur, ama Allâh’ı seven ve O’ndan korkan bir yürek için âdil olmamak, zâlim olmak daha zordur. Çünkü insan, mahkemesini kendi kalbinde taşır. Bu mahkeme, vicdandır. Nurettin Topçu’nun ifadesi ile:

“-Vicdan, Cenâb-ı Hakk’ın kalbimizdeki sesidir.”

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey îman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız, O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah lütuf sahibidir.” (el-Enfâl, 29)

Zulme karşı korkusuzca durabilmek, asıl korkulacak şeyi fark edebilmekten geçer. Bu dünyanın çile, sıkıntı ve musibetleri fânîdir. Ne kadar büyük olursa olsun ve ne kadar uzun sürerse sürsün er-geç biter. Ama Allâh’ın azâbı ve cezâsı, sonsuz bir hayatta gerçekleşir. O azabı düşünen, bu dünyada karşılaşacağı eziyet ve haksızlıklara rahatlıkla göğüs gerer.

Başka bir ifadeyle fizikî cihâdın gerçekleşebilmesi için mücâhid bir kalbe ihtiyaç vardır. Kalp cihâdı sevmedikçe, beden cihad meydanına koşmaz!..

Zorluklar seferi Tebük’ten dönüş yolunda Efendimizin, “Şimdi küçük cihaddan büyük cihâda dönüyoruz!” sözü, bu kalbî cihâdın önemine işaret eder.

ZULME KARŞI DURABİLMEK

Dünya üzerindeki zulme karşı durabilmeyi, vicdan taşıyan Müslümanlar olarak çok istiyoruz. Ama zaferi elde edebilmek için, muzaffer olmaya lâyık olmamız gerekir. Nasıl ki çok değerli bir mücevher, aklı başında olmayan bir kimseye emanet edilmezse, İslâm sancağı da onu hakkıyla taşıyabilecek kadar kendine vâkıf biri çıkana dek kimseye teslim edilmeyecektir.

Dünyadaki zulümlere engel olmak istiyorsak, bize düşen vazife, büyük cihadımızda daim güçlü mücâhid ve mücâhideler olmamızdır. Allah adâleti ayakta tutma ve zulme mânî olma yolunda hizmetkâr ve şehid olmayı cümlemize nasîp etsin! Âmîn.

Kaynak: Rukiye Gönüllü, Şebnem Dergisi, Sayı: 160

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.