En Güzel Dört Ahlâk
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- buyurur: “Bütün dostları gezdim, gördüm; dili muhafaza etme20kten daha iyi dost göremedim. Bütün elbiseleri gördüm; iffet ve sakınmaktan daha iyi elbise görmedim. Bütün malları gördüm; kanaatten daha iyi mal görmedim. Bütün iyilikleri gördüm; nasihatten daha iyisini görmedim. Bütün yemekleri görüp tattım; sabırdan lezzetlisini görmedim.”
YA HAYIRLI SÖZ SÖYLE VEYA SUS!
Günümüzde insanî münâsebetlerde yaşanan pek çok sıkıntı, dilin yanlış kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Zira dil, hayrın anahtarı olabileceği gibi, doğru kullanılmadığında şerre de anahtar olabilir. Bunun için dilimizin kalplere batan bir diken olmamasına çok dikkat etmemiz îcâb eder. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“İnsanları yüzüstü Cehennemʼe sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayırlı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin! Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzûra kavuşunuz.” (Hâkim, IV, 319/7774) [1]
İFFETİ EN GÜZEL TEMİN EDEN ŞEY EVLİLİK
Cenâb-ı Hak, kulunun iffetli ve huzurlu yaşamasını arzu etmektedir. İffeti en güzel temin eden şey, evliliktir. Kendi imkânlarıyla evlenmeye gücü yetenlerin evlenmesi gerektiği gibi, evlenmeye gücü yetmeyenlerin de evlendirilmesi, İslâm toplumuna yüklenmiş ilâhî bir vazifedir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve câriyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lûtfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lûtfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (en-Nûr, 32)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, bu ictimâî ibadetin kıymetini ifâde sadedinde şöyle buyurmuşlardır:
“En fazîletli şefaatlerden (ve teşvik edilen amellerden) biri, evlilik husûsunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.”(İbn-i Mâce, Nikâh, 49) [2]
KÖTÜ AHLÂKIN TEDAVİSİ
Mezmûm ahlâkların en tehlikelilerinden olan hırs ve hasedin yegâne tedâvisi ise ancak kanâatin huzurlu rûhâniyetine bürünmekle mümkündür. Çünkü kanâatin gönle verdiği ilâhî hazîneler ne biter ne de tükenir. Nitekim Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Kanâat, bitmez tükenmez bir hazînedir.” buyurmaktadır.
Dolayısıyla zenginliğin gerçek ölçüsü kanâattir. İlâhî taksîme râzı olmaktır. İmkânı kendinden fazla olanları kıskanmamaktır. Zenginliğin gerçek lezzeti, ancak kanâat ile tadılabilir.
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:
“Dirilmek için ölünüz ki, gerçek güzellik ve zenginliğe nâil olasınız!”
Ancak bilmelidir ki, güzeller, kendilerini görecek göz, sevecek gönül ararlar. Görmeyen gözlere güzellik, duymayan kulaklara nağmeler sunulmadığı gibi doymayan obur tıynetler de kanâatin huzûr ve rahatlığını hissedemezler. Hangi sazın nağmeleri sağırlar, hangi gül veya miskin râyihası burunları koku almayanlar içindir?!.
Kâmil insan, rızık ve nîmet sıkıntısı çekmez. Rızkın değil, Rezzâk’ın peşindedir. Başkalarının imkân ve nîmetlerine göz ve gönül gezdirmez. Hep rızâ hâlindedir. [3]
PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN SABRI
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hak dâvâsı yolunda sadece gayr-i müslim ve münâfıklardan değil, İslâm’ın zarâfet ve nezâketini henüz yeterince kavrayamamış yeni müslümanlardan sâdır olan kabalıklara da, büyük bir sabırla tahammül gösteriyordu. Çölden gelen görgüsüz bedevîlerin kaba bir hitapla:
“–Ey Muhammed, ey Muhammed!” diye defâlarca bağırmalarına rağmen O, her defâsında yumuşak bir üslûpla:
“–Buyurun, isteğiniz nedir?” diye mukâbele ediyordu. Yâni muhâtaplarının kabalığına rağmen, O hiçbir zaman nezâket ölçülerinin dışına çıkmıyordu.
Peygamber vârisi Hak dostları da insanların kendilerine karşı gösterdikleri kaba davranışlara, hata ve kusurlara aldırmaz, onların ıslâhı için türlü meşakkatlere cân u gönülden katlanırlar. Zîrâ bu hâl, gerçek ilim ve irfânın muktezâsıdır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin buyurduğu gibi:
“Musîbete karşı rızâ hâlinde, şiddete karşı sabırlı ve sarsıntı anlarında vakarlı olmak, velîlerin âdetidir.”
“İlmin başı, yumuşak huyluluk; hikmetin başı, insanlarla iyi geçinmektir.”
EN GÜZEL YOL
Dolayısıyla insanların eziyetlerine katlanamamak ve tahammülsüzlük göstermek, hikmetten nasipsizliğin ve cehâletin bir neticesidir. İlim ve irfan sahibi insanlar nasıl zarif ve nâzik olurlarsa, hikmetten nasipsiz ve câhil kimseler de, kaba, hodgâm ve edep mahrumu olurlar. Dînin nezâket ve zarâfetinden bîhaber kalmak, en fecî cehâletlerden biridir. Zîrâ edep, dînin rûhânî yapısının fârik vasıflarındandır. Hazret-i Mevlânâ bunu ne güzel ifâde eder:
“Aklım, kalbime; «Îmân nedir?» diye sordu. Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek; «Îmân edepten ibârettir.» dedi.”
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ-; “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel yol ne ise onunla önle. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile, sanki yakın dost(un olmuş)tur.” (Fussilet, 34) âyetiyle ilgili şu açıklamayı yapmıştır:
“Âyette ifâde edilen «en güzel yol»’dan maksat, öfke ânındaki sabır ve kötülüğe mâruz kalındığı andaki aftır. İnsanlar bunları yaptıkları takdirde, Allah onları muhâfaza eder, düşmanları da kendilerine boyun eğer. Sanki samimî bir dost olur.” (Buhârî, Tefsîr, 41/1) [4]
Kaynak: 1) Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2016 Ay: Şubat Sayı: 113 2) Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2015 Ay: Kasım Sayı: 129 3) Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2000 – Ekim, Sayı: 176, Sayfa: 028 4) Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2008 – Ocak, Sayı: 263.
YORUMLAR