En Kıymetli Amel

Allah katında en kıymetli amel nedir?

Allah Resulü (s.a.s.), ashabını eğitmek ve bilgilendirmek için her fırsatı değerlendirir; hem dünyada hem de ahirette mutlu ve huzurlu olmanın yollarını onlara aktarmaya çalışırdı. Dikkatleri toplamak, meselenin ciddiyetine işaret etmek, konunun anlaşılmasını sağlamak gibi amaçlarla bazen onlara sorular sorar ve cevabını yine kendisi verirdi.

EN HAYIRLI AMEL

O (s.a.s.), bir gün ashabıyla oturmuş sohbet ederken “Amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en değerlisini altın ve gümüş dağıtmaktan daha hayırlı ve derecelerinizi daha yükselten, düşmanla karşılaşıp savaşmaktan daha hayırlı bir şeyi size haber vereyim mi?” diye sordu. Orada bulunan sahabe: “Evet, haber ver ey Allah’ın elçisi!” deyince Hz. Peygamber (s.a.s.): “Her zaman ve her zeminde Allah’ı devamlı hatırlayıp gündemde tutmaktır.” dedi. (Tirmizi, Deavât, 7.)

Attığı her adımı Allah rızası için atmak, alıp verdiği her nefeste Allah’ın hakkını gözetmek, sevmeyi de kızmayı da Allah için yapmak; kısaca Allah’ı her zaman ve zeminde hatırlamak, kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirmek olacağından son derece önemlidir. Bunun içindir ki her gün düzenli kıldığımız farz namazlar, tek seferde değil beş ayrı zaman diliminde kılınmaktadır. Bu da dünyalık koşuşturmalarımız esnasında esas vazifemiz olan kulluğun unutulmaması amacına matuftur. İşte dua da kulun her zaman ve zeminde Yüce Allah ile bağ kurmasını sağlayan ve O’nu hatırlatan bir ibadet olduğundan -yukarıdaki hadiste ifade edildiği üzere- Allah katındaki en kıymetli amel olarak nitelenmiştir.

Dua, kulun âlemlerin rabbiyle iletişiminin en aktif ve sürekli hâlidir. Bu aktif ve sürekli iletişim hâlinde kul, acizliğinin ve zayıflığının farkında olup güvenli bir limana sığınmanın huzur ve mutluluğunu yaşar. Ellerini her şeyi yapmaya gücü yeten (el-Kadîr) ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan (es-Samed) Yüce Allah’a açar; gönlünden kopup gelen arzu ve isteklerini diline döker; yalvarır, yakarır; af, mağfiret ve yardım diler; dünyada da ahirette de iyilik ve güzellik ister…

Dua, kulun haddini ve mesuliyetini bildiğinin bir ilanıdır. Dua, boyun eğilecek ve istenilecek yegâne makamın Yüce Allah olduğunu bildirmesi boyutuyla tevhidin sancağı, zaman ve mekânla kayıtlı olmadan Allah’a bir yöneliş hâlinin olması boyutuyla da -Peygamber Efendimizin nitelemesiyle- ibadetlerin özüdür. (Tirmizi, Deavât, 1.) Dua, kimsesiz ve sahipsiz olmadığımızın, âlemlerin rabbi olan Allah’ın hemen yanı başımızda olduğunun, bizi duyduğunun ve dualarımıza icabet ettiğinin bilincinde olmaktır. Bu hakikat, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilmektedir:

“Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben (onlara çok) yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin duasına icabet ederim. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar ve bana iman etsinler.” (Bakara, 2/186.)

DUANIN İCABETİ

Ayette ifade edilen “duanın icabeti”, çoğu zaman eksik veya yanlış anlaşılmaktadır. Yukarıdaki ayete atıf yaparak “Dua ettim ama duam kabul olmadı.” diyen pek çok kişi duanın icabetini, duasının olduğu gibi gerçekleşmesi olarak anlamaktadır. Hâlbuki duanın icabeti, farklı şekillerde olabilmektedir. Duanın icabeti, istenilen şeyin bizatihi verilmesiyle olabileceği gibi istenilen şeyin yerine (daha hayırlı) başka bir şeyin verilmesiyle de olabilir. Hatta yapılan duaya karşılık dünyada hiçbir şey bile verilmeyebilir. Peki, bu durumda icabetten bahsedilebilir mi? Cevabımız kesinlikle “evet” olacaktır.

Zira duaların icabeti sadece dünya ile sınırlı olmayıp ahirete de bırakılabilir. Örneğin yapılan dua hürmetine kulun günahlarının silinmesi ve cennette derecesinin yükseltilmesi duanın icabet şekillerindendir. Ayrıca kul, dua etmekle Allah’ı andığı ve zikrettiği için “Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152.) ayetinde ifade edildiği üzere Allah katında anılma şerefini elde etmiş olacaktır. Bu şeref ise dünyalık pek çok payeden katbekat daha değerlidir.

Yine duanın icabeti, başa gelecek muhtemel kaza ve belaların def edilmesi veya hafifletilmesi şeklinde olabilir. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dua, başa gelen ve gelmeyen belaya karşı fayda sağlar. Ey Allah’ın kulları, duaya sarılınız!” (Tirmizi, Deavât, 101.) Dolayısıyla duanın hangi şekilde icabet olunduğunu tam olarak bilme imkânımız olmadığından “Dua ettim ama duam kabul olmadı.” demek doğru değildir. Nitekim bununla alakalı Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, ‘Ben (Rabbime) dua ettim de duam karşılık görmedi.’ deyip acele etmediği müddetçe, duası karşılık bulur.” (Müslim, Zikir ve Dua, 91.)

Duanın icabet olunması için riayet edilmesi gereken ve duanın adabı olarak nitelenen bazı hususların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Örneğin yapılan duaların icabet olunacağına inanarak içten bir şekilde dua edilmelidir. Bu hakikat, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) lisanıyla şu şekilde ifade edilmiştir:

“Allah’a, kabul edileceğine gerçekten inanarak dua ediniz. Biliniz ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez.” (Tirmizi, Deavât, 65.)

İşte bu bilinçle; varlıkta ve darlıkta, hastalıkta ve sağlıkta, akşam yatarken ve sabah kalkarken, yayayken ve araçtayken, işe giderken ve eve dönerken, nimete kavuşunca ve bir musibetle karşılaşınca; kısaca her zaman ve şartta yapılacak dualar ile Yüce Allah’a yönelmek ve O’nu her daim hatırda tutmak, hem Allah katındaki değerimizi arttıracak hem de en temel vazifemiz olan kulluğun canlı kalmasını sağlayacaktır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

  1. Dua, her zaman ve zeminde Allah’ın hatırda ve en temel gündemimiz olmasını sağlayan bir ameldir.
  2. Dua ile kul, hem Allah katındaki değerini arttırmış hem de en temel vazifesi olan kulluğun canlı kalmasını sağlamış olacaktır.

Kaynak: Diyanet

İslam ve İhsan

EN HAYIRLI AMEL

En Hayırlı Amel

EN KIYMETLİ AMELLER

En Kıymetli Ameller

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.