En Kıymetli Mehir

İslam Tarihi

Her şey parayla satın alınamaz. Para ve hatta can bile uğruna verilebilecek değerleri olur insanın. İşte îman da böyle yüksek bir değerdir. Değeri olmayanın değeri de olmaz.

“Ümmü Süleym, kocası Mâlik Şam’da bulunduğu bir sırada ölünce dul kalmıştı. O, hakikaten güzel, güzelliği kadar da zekâ, olgunluk ve ahlâk güzelliğine sahip bir kadındı. Ebû Talha gibi Neccâr kabilesindendi.

Ebû Talha onu elinden kaçırmak istemiyordu. Başkasının teklifi gelmeden, birine bağlanmadan, teklifini sunmak arzusundaydı. Başkası­na söz vermeden onun teklifi gelirse, teklifinin reddedilmeyeceğini dü­şünüyordu. O, güçlü bir erkekti. El üstünde tutulan birisiydi. Oldukça zengindi... Neccar oğullarının en yiğitlerinden, Yesrib’in sayılı okçularındandı.

Ümmü Süleym’in evine gitti. Oğlu Enes de Ümmü Süleym’in yanındaydı. Ebû Talha, Ümmü Süleym’e geliş gâyesini anlattı ve evlilik teklifinde bulundu.

Ancak duyduğu cümleler, beklemediği cümlelerdi. Olgun, zekî ve müslüman bir kadından geliyordu:

“Ey Ebû Talha! Senin gibi bir insanın teklifi reddedilmez. Ancak, Allah dinine inanmış mü’min bir kadın olarak, şirk ve dalâlette olduğun sürece seninle asla evlenemem.”

Ebû Talha, bu cümlelerin evliliği reddetmek için söylenmiş bahane olduğunu zannetti. Ümmü Süleym’in kendisinden daha zengin, daha iyi konumda olan başka birini bulduğu, onu kendine tercih ettiği kanaatindeydi.

“Teklifimi reddetmek için gerçek gerekçe bu değil,” dedi.

“O zaman ne?”

“Sarı ve beyaz. Yani altın ve gümüş!”

“Altın ve Gümüş mü?”

“Evet”

“İyi dinle Ebû Talha! Hem seni, hem de Allah ve Resûlünü şahid tutarak söylüyorum. Eğer müslüman olursan, senden hiçbir altın, hiçbir gümüş almadan seninle evlenmeye razı olacağım. İslâm’a girişini mehir sayacağım.”

Ebû Talha, duyduklarıyla sarsılmıştı. Şimdi önündeki yol, açık ve net bir şekilde belliydi. Susmuş ne diyeceğini bilemiyordu. Bir anda zih­ni, evde duran kaliteli bir ağaçtan yapılmış putuna gitti. Medine’de üst tabaka kişilerde, evde özel putlar edinmek âdet haline gelmişti. Onda da en kalitelilerinden biri vardı. Putu ne olacaktı? Atalarından gelen inancı, bir anda nasıl terkedebilirdi?

Ümmü Süleym, keskin zekâlıydı. Onun dalıp gittiğini sezmiş, demiri ta­vında iken dövmeyi tercih etmişti. Sözlerine devam etti:

“Ebû Talha! Hiç düşündün mü? Allah’ı bırakarak taptığın bu put, toprakta büyüyen bir ağaçtan değil mi?”

“Elbette.”

“Farkında mısın? Sen bu ağaç kütüğünün bir bölümüne taparken, başkaları diğer bölümünü yakacak olarak kullandı. Onun ateşiyle ısındı veya üzerinde ekmek pişirdi. Bunu düşünüp, düştüğün konumdan hiç utanmadın mı?”

Ebû Talha, çok kötü darbeler alıyordu. Sarsılmıştı. Rumeysâ (Ümmü Süleym) ise konuşmaya son noktayı koydu:

“Ebû Talha! Eğer İslâm dinine girersen, seni eş, İslâm’a girişini de mehir kabul ederim. Senden İslâm’dan başka mehir istemem.”

Ebû Talha kararını vermişti:

“Müslüman olmak için kim bana yol gösterecek?”

“Ben göstereceğim!”

“Nasıl?”

“Önce kelime-i şehâdet getirecek; Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığını, Muhammed’in Allah Rasülü olduğunu söyleyeceksin. Sonra evine giderek putunu kıracak, kaldırıp atacaksın.”

Ebû Talha’nın gönlü ferahlamıştı. Kalbine yeni bir güneş doğuyordu. Hafiflemişti. İçinde sevinç dalgaları dolaşıyordu. Dudaklarından kelime-i şehâdet döküldü. Put, yokedildi, köşesi kaldırıldı ve Ebû Talha Ümmü Süleym’le evlendi.

Mü’minlerin dilinde darb-ı mesel olmuştu. Şöyle diyorlardı: “Ümmü Süleym’in mehrinden daha kıymetli bir mehir duymadık.”[1]

[1] M. Şerafettin Kalay, Örnek Nesil, I, s. 379.

Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları