En Tehlikeli Kanser
Efendimiz’in dünyayı teşrifinden az önce idi. Ebrehe Yemen’den kibir ve azametle çıktı. Maksadı Kâbe-i Muazzama’yı yıkmak idi. O zamanın tankları yerinde olan fillerle tahkim ettiği ordusunun karşısında durabilecek bir ordu da yoktu. Hedefine mağrur bir şekilde ilerlerken Cenâb-ı Hak onu ve ordusunu yenmiş ekin yapraklarına çevirdi. Fakat; aslanlarla, kaplanlarla, yılanlarla, akreplerle değil, yok kadar minik serçe kuşlarının attığı taşlarla perişan etti.
Ebrehe’yi Mekke’de, Kâbe’nin civarında da helâk etmedi. Böylece Ebrehe kibirle çıktığı memleketine yaralı ve kahrolmuş bir şekilde döndü ve kendi insanına rezil-rüsvâ olduktan sonra ölüp gitti. Bu hâdiseyi bize Kur’ân-ı Kerim; “Görmedin mi?” “İbret nazarıyla tefekkür etmedin mi?” buyurarak nakletmiştir.
Firavun ve Nemrut’un âkıbetleri de farklı olmamıştır. İlâhlık taslayan Firavun, küçük gördüğü Hazret-i Musa ve köle olarak gördüğü İsrâîloğullarını kahretmek için takip ederken Kızıldeniz’de boğuldu.
Hazret-i İbrahim’in peygamberliğini inkâr eden; “Ben de öldürür ve diriltirim!” deme küstahlığında bulunan kibirli Nemrut ise, bir topal sineğe mağlûp oldu.
KAHRIN TEKERRÜRÜ
1912 yılında, okyanusu aşmak için yapılan «Titanic» adlı devâsâ gemi için, gurur ve kibir şaşkınlığı içinde; “Bu gemiyi hiçbir güç batıramaz!” denildi. Gemi daha ilk seferinde bir buz dağına çarparak okyanusun derinliklerine gömüldü.
Yine 1986’da uzaya gönderilmek istenen ve «Challenger» yani «meydan okuyan» adı verilen uzay mekiği, fırlatıldıktan 73 saniye sonra gökyüzünde infilâk edip paramparça oldu.
Kibrin en çirkin tezâhürlerinden biri, hak ve hakikati söyleyenlere karşı kibirlenmektir. Nitekim Firavun ve Nemrut gibi, Ebû Cehil ve avenesi de kendilerine hakikatleri getiren Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kibirlerinden dolayı inanmadılar. İlk müslümanların fakir-fukarâ, köle ve zayıf kişilerden oluşması da onların kibrine dokundu.
KİBİR: EN BÜYÜK NASİPSİZLİK
Ebû Cehil, Ebû Leheb ve Ümeyye bin Halef gibi zavallılar; aslında asr-ı saâdette doğmak, Hazret-i Peygamber’in muâsırı olmak nasibine erişmişlerdi. Fakat kibirleri onları sahâbe olmak fazîletinden mahrum etti. Kahrolmuş İslâm düşmanları eyledi.
Bunun içindir ki ârif zâtlar şöyle buyurmuşlardır:
“Şu üç kişi, Allah dostu olamaz:
- Kibirli
- Cimri ve
- Ahmak.”
Ebu’l-Hasan Harakānî Hazretleri de buyurur:
“İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz. (Bunlardan uzak durun.):
- Dünya hırsına mağlûp, (mağrur, muhteris) âlim,
- Kur’ân ve Sünnet’in muhtevâsına uzak ve bîgâne yaşayan (başına buyruk hareketleriyle ıslah edecek yerde ifsâd eden) ham sofu!”
KİBRİN VE KİNİN BAŞLANGICI
Tarih boyunca; Hak dostlarına, ihlâslı âlimlere düşmanlık eden, kibir ve gurur ile onları kendilerinden aşağıda gören kişiler eksik olmamıştır. Hazret-i Mevlânâ onlara şöyle seslenir:
“Kibrin ve kinin başlangıcı; her türlü nefsânî arzulardan, bilhassa Kārun gibi bir zenginliğe ve dünyevî isteklere karşı duyulan aşırı sevgidendir. Bu aşırı arzuların gönle yerleşip kalması, kök salması da nefsin zaafındandır.”
İnsanın kendi varlığının ilâhî kudret karşısındaki muhtaçlığını, acziyetini, hiçliğini idrâk etmesi için, kendini tanıması şarttır. “Nefsini tanıyan, Rabbini tanır.” hakikatinin bir mânâsı da budur.
«Mârifetullâh»ın zirvesi olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir zaman övünmezlerdi. Ancak kendine ait sıfatları dile getirme zarureti olunca; Allâh’ın kendi üzerindeki nimetlerini sayar ve;
“Lâ fahre: Övünmek yok!” diyerek büyük bir tevâzua bürünürlerdi. (Tirmizî, Menâkıb, 1; İbn-i Mâce, Zühd, 37; Ahmed, I, 5, 281)
Hazret-i Mevlânâ şöyle der:
“Nefis çok övülmek yüzünden firavunlaştı. Sen, alçak gönüllü ol; mütevâzi ol; ululuk taslama. Elinden geldikçe kul ol; sultan olma.”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Aralık Sayısı, 2014.