En Üstün İstiğfar Duası
Rasûlullâh Efendimiz, ümmetine farklı istiğfâr şekilleri tâlim buyurmuştur. Bunların en mühimi “seyyidü’l-istiğfâr”dır.
Şeddâd bin Evs -radıyallâhu anh-’dan rivâyet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu...
İSTİĞFARIN EN ÜSTÜNÜ
“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir:
Allâh’ım! Sen benim Rabbimsin. İbâdete lâyık Sen’den başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lutfettiğin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günâhımı îtirâf ederim. Beni affet; şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.”
SEYYİDÜ'L İSTİĞFARIN FAZİLETİ
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sözüne şöyle devam etti:
“Her kim, bu seyyidü’l-istiğfârı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevâbına ve fazîletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.” (Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101; Tirmizî, Deavât, 15; Nesâî, İstiâze, 57)
Hakîkaten Cenâb-ı Hakk’ın nîmetleri, bizim şükrümüzün erişemeyeceği kadar sayısızdır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَآتَاكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ اْلإِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ
“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allâh’ın nîmetlerini saymaya çalışsanız, sayamazsınız! Doğrusu insan, (Allâh’ın sonsuz nîmetleri karşısında) çok zâlim (ve) çok nankördür!” (İbrâhîm, 34)
İSTİĞFAR VE ŞÜKÜR
Tâbiînin ileri gelen âlimlerinden Atâ bin Ebî Rebâh -rahmetullâhi aleyh- Peygamber Efendimiz’in istiğfâr ve şükrü ile alâkalı şöyle bir hâdise anlatıyor:
Hazret-i Âişe’ye:
“–Allâh Rasûlü’nde gördüğün en hayranlık verici hâli bana anlatır mısın?” dedim. Âişe vâlidemiz:
“–Onun hangi hâli hayranlık vermezdi ki!” dedi ve şöyle devam etti: “–Bir gece yanıma geldi, yatağa girdi, bir müddet sonra:
“–Müsâade edersen kalkıp Rabbime ibâdet edeyim.” dedi. Ben de:
“–Vallâhi seninle berâber olmayı çok isterim, ancak senin sevdiğin şeyi daha çok severim.” dedim.
Bunun üzerine kalktı, abdest aldı, sonra namaza durdu ve ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki gözyaşları göğsünü ıslattı. Sonra rükûya vardı, yine ağladı, sonra secdeye vardı, secdede iken de ağladı, sonra secdeden başını kaldırdı yine ağladı. Bu durum, tâ Bilâl -radıyallâhu anh- gelip de sabah ezânını okuyuncaya kadar devam etti. Hazret-i Bilâl, Habîb-i Ekrem Efendimiz’in ağladığını görünce:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü, geçmiş ve gelecek bütün günahların affedildiği hâlde seni bu kadar ağlatan nedir?” diye sordu.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–(Yâ Bilâl!) Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle bir âyet indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!” dedi ve şu âyet-i kerîmeleri okudu:
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّموَاتِ وَاْلأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ َلآيَاتٍ ِلأُولِي اْلأَلْبَابِ. اَلَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّموَاتِ وَاْلأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve «Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i her türlü noksan sıfatlardan tenzîh ederiz, bizi cehennem azabından koru!» (diye yalvarırlar.)” (Âl-i İmrân, 190-191) (İbn-i Hibbân, II, 386)
ALLAH'IN VERDİĞİ NİMETLERLE TEŞEKKÜRÜ ARTTIR
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu sözleriyle, Cenâb-ı Hakk’ın bahşetmiş olduğu nîmetlerin, kulluğu azaltmaya değil, aksine teşekkürü artırmaya vesîle olması gerektiğini bildirmiştir.
Âyet-i kerîmelerde husûsiyle üç şeye dikkat çekilmiştir. Bunlar azamet-i ilâhiyeyi tefekkür, bu azamet karşısında insanın acziyetini idrak ve bunun tabiî bir neticesi olarak Yüce Dîvân’a ilticâ ve yakarıştır.
Bu âyet-i kerîmeler nâzil olduğu gece Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gökteki yıldızları imrendirecek gözyaşları ile sabaha kadar ağlamıştı. Allâh’ın lutfu ile mü’minlerin de gözyaşları, muhakkak ki fânî gecelerin ziyneti, kabir karanlıklarının aydınlığı, âhiretteki cennet bahçelerinin şebnemleridir.
TEVBENİN EN KIYMETLİ VAKTİ
Tevbenin en kıymetli vakitleri seherlerdir. Cenâb-ı Hak, ilâhî nîmetlere mazhar olacak bahtiyar kullarının seherleri ihyâ eden takvâ sâhibi kimseler olduğunu şöyle beyân buyurur:
كَانُوا قَلِيلاً مِنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ وَبِاْلأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“O muttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devâm ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18)
وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّداً وَقِيَاماً
“(O Rahmân’ın kulları ki,) Rablerinin huzûrunda secdelere kapanarak ve kıyâma durarak gecelerini ihyâ ederler.” (el-Furkân, 64)
Seherlerden sonra nasıl ki şafak vakti gelip karanlıklar uzaklaşır ise seher vakitlerindeki istiğfârlar da, günah karanlıklarından kurtulup nûrlu mağfiret şafaklarına kavuşmamızın rahmet iklîmidir!
Cenâb-ı Hak, cümlemize uyanık gönüller ve mağfiret iklîmlerinde saâdetler nasîb eylesin! Âmîn!..
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları