En Yüksek Makam

İlim, Âdem aleyhisselâmın meleklere üstünlüğünün kendisiyle ispat edildiği yüce bir nimettir. Meclislerinin en yüksek rütbesi ilimdir.

Meşhûr Osmanlı âlimlerinden Kemâl Paşazâde, baştan iyi bir asker iken daha sonra bu mesleği bırakıp kendisini tamamen ilme vermiştir. Bazı kaynaklarda onun bu tercihi husûsunda kendi ağzından şöyle bir rivâyet nakledilir:

“Sultan Bâyezîd Han ile beraber bir seferdeydik. Sultanın yanında vezîr İbrahim Paşa ve meşhur kumandanlardan Evranosoğlu da vardı. Evranosoğlu ki, hiçbir kumandan onun önüne geçmez, meclislerde ondan ileriye oturamazdı. Fakat o sırada eski püskü elbiseler içinde bir âlim geldi ve kumandanın üst tarafına oturdu. Hiç kimsenin bir şey deyip de mânî olmadığı bu duruma son derece şaşırdım. Yanımdakilere “Evranosoğlu gibi bir kumandanın önüne geçip oturabilen bu şahıs kimdir?” diye sordum. “Molla Lütfî adında âlim ve fâzıl bir zâttır!” dediler. “Ne kadar maaş alır?” dedim. “Otuz dirhem.” dediler. Hayretle “Bu kadar az bir mansıbla, nasıl olur da bir kişi eşsiz bir kumandanın önüne geçebilir?” dedim. O zaman dediler ki:

“Ulemâ sâhip olduğu ulûm-i dîniyyenin yüceliği dolayısıyla böyle tâzim görür. Zâten aksi bir duruma îman, irfân ve edeble yoğrulmuş olan paşa ve kumandanlar da râzı olmazlar!”

Bunun üzerine bendeki liyâkatin bu kumandanlar kadar olmaya yetmeyeceği, ancak ilim sâhasında son derece tebârüz edebileceğim hissine istinaden, artık tamamen ilm-i şerîf ile meşgûliyete meyledip askerliği bıraktım.”

Bu tercihden sonra Kemâl Paşazâde, ilimde “ferîd-i asrihî: Asrında tek olan” tâbiriyle ifâde edilen bir mertebeye ulaştı. Zembilli Ali Efendi’nin vefâtından sonra da Osmanlı Devleti’nin on dokuzuncu şeyhülislâmı oldu. (Osman Nuri Topbaş, Âbide Şahsiyet ve Müesseseleriyle Osmanlı, s. 315-316.)

–İlim, Âdem aleyhisselâmın meleklere üstünlüğünün kendisiyle ispat edildiği yüce bir nimettir.

ilmi, en yüce rütbe olarak vasıflandırmıştır.

İlimde önde olan öncü ve güçlü olur. Bu kaide, hem fertler arasında ve hem de toplumlar arasında ayniyle carî bir sünnetullahtır.

Öyleyse gelinen ilmi seviye her ne olursa olsun, “Rabbim artır beni ilim bakımından!” (Tâhâ 20/114) duasına sözlü ve fiili olarak devam edilmelidir.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.