En Zaruri Eğitim
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, bu haftaki sohbetlerinde Kur'ân eğitiminin öneminden ve anne-babaların sorumluluklarından bahsediyor.
Evde temel malzeme; sevgidir, şefkattir, rûhâniyet ve takvâdır. Bu üç güzellik de o evlilikte tahakkuk etmiş olur.
Cenâb-ı Hak yine evliliğe teşvik eder diğer bir âyette, Sûre-i Nûrʼda.
Muhyiddîn Arabî Hazretleri buyuruyor ki; bu, vâsıta olmak evliliklerde, çok ecirlidir. Onların amel-i sâlihlerinden sadaka-i câriye vâsıta olanlara gelir.
EVLİLİK TOPLUMU KORKUMAKTIR
Sadece Mevlânâ bir dikkat çekiyor:
“Bir ayağa ayakkabı bol veyahut da dar gelirse, diğer çift de bir işe yaramaz.” diyor.
Bu hususta şerʼan da “küfüv” şarttır, gelişigüzel de vâsıta olmamak gerekir. Muhakkak, iki tarafın da çok iyi tanınması lâzım. O şekilde, onların yaptıkları güzel amellerden, vâsıta olanlar da hisse almış olur.
Bu, evlilik meselesi, bir noktada toplumu korumaktır. Toplumu iffetsizlikten korumaktır. Âileyi korumaktır. Toplumun bütününü korumaktır.
Ecdâdımız Osmanlıʼda yetim ve yoksul kızların çeyizlerini hazırlamak, ihtiyaçlarını karşılamak için dahî vakıflar kurulmuştur. Mahalleler âdeta bir vakıf hâline gelmiş; mahalle halkı, imkânı olmayanları kendisine zimmetli kabul etmiştir. Bunun misalleri de çok…
Yine âyet-i kerîmede buyruluyor, A‘râf Sûresiʼnde:
“Sizi bir tek candan (yani Âdemʼden) yaratan, ondan da yanında huzur bulsun diye eşini (Havvâʼyı) yaratan Oʼdur…” (el-A‘râf, 189)
SAADETLİ BİR TOPLUM İÇİN HANIM KIZLARIN YETİŞTİRİLMESİ
Cenâb-ı Hak bir nîmetini bildiriyor.
Âdem bir eş diledi. Cenâb-ı Hak Havvâʼyı ihsân etti. İlk nikâhta mihir, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe üç sefer salevât-ı şerîfe getirmekle başladı. Bu şekilde nikâh, ayrı bir rûhâniyet, ayrı bir kudsiyet kazanmış oldu.
Yine okunan Furkan Sûresiʼnde:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
Cenâb-ı Hak bizden bu âyette ne istiyor; yani toplumun bir, saâdetli toplumun bir projesi:
Birincisi: Göz nûru hanım kızların yetiştirilmesi. Çünkü bunlar, saâdet toplumunun zeminini teşkil edecektir bunlar. Onun için Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerîmʼi lûtfetti.
اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
EVLATLARIMIZA EN BÜYÜK İKRAMIMIZ KUR'ÂN-I KERİM TAHSİLİ YAPTIRABİLMEK
Cenâb-ı Hak:
“Rahmân, Kur’ânʼı öğretti, insanı yarattı ve beyânı insana lûtfetti.” (er-Rahmân, 1-4)
Demek ki:
هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
(“…Takvâ sahiplerine hidâyet rehberidir.” [el-Bakara, 2])
Bir müʼmin, Kur’ânʼla hayat bulacak. En mühim tahsil, Kur’ân-ı Kerîmʼi öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak. Kur’ân olmadan bir namaz kılamazsın. Ancak Kur’ânʼla namaz kılarsın.
Kıyam, namazın farzıdır. Eğer kıyamda tâkat yoksa ayakta duracak, kıyamsız bir namaz kılabilirsin. Fakat kıraatsiz bir namaz kılamazsın. Onun için en mühim, Efendimizʼden başlayarak, Efendimizʼin Ashâb-ı Suffeʼyi yetiştirmesi, yavrularımıza bizim en büyük ikramımız, bir Kur’ân-ı Kerîm tahsili yaptırabilmektir. Düzgün bir kıraat…
Kur’ân-ı Kerîm bize ne ifade ediyor, nasıl bir Kur’ân yaşanacak, nasıl Kur’ân yaşatılacak? Cenâb-ı Hak “تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ (“…asla zarar etmeyecek bir ticaret…” [Fâtır, 29])” (hususunda) birinci şart olarak, Kur’ân-ı Kerîmʼin tilâvetini Cenâb-ı Hak bildiriyor. Zaten aksi hâlde olursa, anne-baba hakkı ödenmez, kıyamette evlâtlar anne-babadan dâvâcı olacak. “Beni ihmâl etti.” diyecek.
Onun için; bir aylık bir câmiye gelmekle Kur’ân-ı Kerîm öğretilmez çocuklara. Zâten “dur, otur, sus” demekle gün biter. Onun için muhakkak yavrularımızın düzgün bir kıraatten geçmesi lâzım. Bunun için Kur’ân kursları zarûrî. Ana-babanın da en büyük ikrâmı yavrusuna, o olmuş oluyor, bir Kur’ân tahsilinden geçirmek.
Çünkü:
اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ: “Rahmân (Allah) Kur’ânʼı öğretti.” (er-Rahmân, 1-2) buyuruyor. Demek ki Cenâb-ı Hakkʼın en büyük lûtfu.
Onun için:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ
“…Göz nûru olan zevceler…” (el-Furkan, 74) Bilhassa kız çocukları üzerinde…
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hasan Efendimizʼe su getirdi. Fâtıma Vâlidemiz dedi ki:
“–Baba dedi, herhâlde Hasanʼı daha çok seviyorsun.”
“–Yok kızım (dedi). Hasan daha evvel su istediği için ben Hasanʼa getirdim. Çocuklarınız üzerinde adâlet yapın, müsâvât yapın. Fakat kız çocukları hâriç.” buyurdu. “Onlara çok daha ayrı bir ihtimam gösterin.” (Bkz. Heysemî, IV, 153; İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, IV, 69)
Tabi bu, bu âileler toplumun yüz akı olacak. Bu âilelerden faziletli zürriyet gelecek.
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ
Hem eşler göz nûru olacak; tabi göz nûru olan eşlerden de göz nûru zürriyet gelecek. Biz de toplumumuz;
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
TAKVAYI YAŞAYACAĞIZ, YAŞATACAĞIZ
Takvâ sahibi olmamız da kâfî değil, takvâyı yaşayacağız, takvâyı yaşatacağız, takvâda önder olacağız. Cenâb-ı Hak bize böyle bir toplum tarzı… Böyle bir toplum tarzı olduğu zaman, anneler de mesʼûd oldu, yavrular da mesʼûd oldu, toplum da mesʼûd oldu. Toplum saâdetle doldu.
Yine buna benzer âyet-i kerîmeler çok Kur’ân-ı Kerîmʼde.
Bir âyet-i kerîme var Hucurât Sûresiʼnde:
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ
Tabi bu nesil yetiştirilecek. Hangi nesil daha şey olacak:
“…Allah indinde en kıymetliniz (keremliniz), en çok takvâ sahibi olanınızdır...” (el-Hucurât, 13)
Demek ki hem kendimiz takvâ sahibi olacağız, hem de yavrularımız, bütün âile efrâdımızın takvâ sahibi olmasına ehemmiyet vereceğiz. Toplumdan mesʼûlüz. Toplum bize zimmetlidir. Toplumun da takvâ sahibi olmasına ehemmiyet vereceğiz. Onun müesseselerini kuracağız.
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ
Bu âyet-i kerîme bir köle üzerine indi.
“…Allah indinde en keremliniz, en çok takvâ sahibinizdir…” (el-Hucurât, 13)
Bir köle satılıyordu Medîne çarşısında. İslâm dâimâ köleliği ortadan kaldırmıştır, kaldırmaya çalışmıştır. Fakat harp devam ettiği müddetçe, harp hukuku olduğu için, devamlı köle alma-verme devam etmiştir. Fakat dâimâ ashâb-ı kirâm, köleleri mümkün mertebe âzâd etmeye çalışmışlardır, onların mesʼûliyetinden kurtulmak için. Ve çok da tâlimat verilmiştir. Uzun… Yani köleliğin, ismi kölelik olarak kalmıştır.
Velhâsıl, bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebine gelince:
Medîne çarşısında bir köle satılır. Köle güçlü-kuvvetlidir. Kölenin tâlibi de çoktur. Köle müslüman olmuştur. Köle der ki:
“–Benim iki şartım var.” der. “Bu iki şartımı kim yerine getirirse beni o satın alsın.” der. “Birinci şartım der: Ezan okunduğu zaman beni serbest bırakacak, Ravzaʼya gidip Rasûlullâhʼın arkasında ben namaz kılacağım.” Namaza bırakılacak. “İkincisi; Rasûlullâhʼın arkasında namaz kılacağım. Diğer bütün işini yaparım.” der.
Tabi kalplerde cezb ve incizab kanunu vardır. Fizikte olduğu gibi, kalplerde de vardır. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ravzaʼya girdiği zaman, ilk defa bu, gözleri gönlü bu köleyi arardı. Bir gün köleyi göremeyince:
“–Efendi, nerede kölen? (dedi. Yani ihmal mi ettin onu, göndermedin mi, yani iş mi verdin?)”
“–Yâ Rasûlâllah, hasta.” dedi. “Gelemedi.” dedi.
“–Peki o zaman (dedi). Hepimiz gidip köleyi ziyaret edeceğiz.” dedi.
O zaman bir köle ziyareti diye bir şey yoktu. Köle, paryaydı. Yani bir kişi kölesini testere ile ikiye bölse kimse bir şey demezdi. Meşrû bir hakkıydı. Böyle bir câhiliye devrinden geliniyor.
Efendimiz:
“–Haydi hepimiz (dedi) gidip o köleyi ziyaret edeceğiz.” dedi.
Bir müddet sonra Efendimiz tekrar göremedi köleyi. Efendimiz:
“–Köleni yine göremiyorum, nerede?” dedi.
“–Yâ Rasûlâllah, sekerat hâlinde, canı gırtlağa geldi.” dedi.
“–Haydi hepimiz (dedi) köleye gidip ziyaret edeceğiz.” dedi.
Köle, Efendimizʼin huzurunda vefât etti. Efendimiz, onun yıkanmasından gömülene kadar başında bulundu.
Mekkeliler dediler ki, Muhâcirler:
“–Biz bütün cefâlara katlandık. Allah Rasûlü bu köleye daha çok îtibâr etti bizden.”
Medîneliler dediler ki:
“–Biz de bütün canımızı-malımızı Allah yolunda bezlettik, Allah Rasûlü bu köleye bizden daha çok alâka gösterdi. Bunun hikmeti nedir?”
O zaman bu âyet-i kerîme indi:
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ
“…En keremliniz, Allah indinde en makbul olanınız, Allâhʼa karşı en (yakın olan) takvâ sahibidir…” (el-Hucurât, 13)
Demek ki burada kölenin fârik vasfı neydi? Birincisi namazdı. İkincisi Allah Rasûlüʼyle beraber olmaktı.
Demek ki bize de buradan, takvâda mühim fârik vasıflardan biri; namazımıza çok çok ehemmiyet verebilmek. İkincisi de; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼle beraberliği muhafaza etmek. Beraberliği kazanabilmek. Her ânımızda; “Yanımda benim Allah Rasûlü olsaydı, benim bu davranışlarıma tebessüm eder miydi?..” (diye düşünebilmek.)
EN SAÂDETLİ YUVA
En saâdetli yuva, Efendimizʼin yuvasıydı. Üsve-i hasene, örnek şahsiyet. Âile hayatının saâdetteki zirvesi, Efendimizʼdir. O yuva, dünyanın en mesʼud yuvasıydı. O yuvada burcu burcu saâdet râyihaları yayılırdı. Lâkin o yuvada günlerce yemek pişmediği çok olurdu.
Âişe Vâlidemiz buyuruyor ki:
“Biz (diyor), gelenlerle ihticâc etsek biz (diyor) aç kalmazdık. En bol ev bizim evimiz olurdu (diyor). Fakat (diyor) Allah Rasûlü (diyor) hep îsâr hâlinde yaşardı. O kadar ümmete merhameti vardı ki gelen hepsini dağıtırdı. Onun için bizim evimizde üç gün üst üste sıcak yemek pişmediği çok olurdu. Allah Rasûlü üç gün arpa ekmeğiyle doymadığı zaman da çok olurdu…”
Fakat o yuvadan burcu burcu saâdet râyihaları yükselirdi. O yuvada rızık olarak ne vardı? Rızık olarak o yuvada Allah rızâsı vardı. Sabır vardı ve teslîmiyetin bir lezzeti yaşanıyordu.
Efendimizʼin kızlarının, dünya gözüyle müreffeh bir hayatı yoktu. Lâkin Allah Rasûlüʼne bütün kızları çok coşkun bir muhabbetle bağlıydı. Allah Rasûlü onlara bir dünya mîrâsı da bırakmadı. Gerçek mîras, âhiret mîrâsıdır.
Fâtıma Vâlidemizʼi çok severdi. Bir seyahatten dönünde (evvelâ) Fâtıma Vâlidemizʼi ziyaret ederdi. Aziz tutardı. Lâkin âhiret olarak takvâya yönlendirirdi. Fânî lezzetlere değil, ebedî güzelliklere yönlendirirdi. Zaman zaman:
“–Aman kızım Fâtıma! Takvâ sahibi ol, bol amel-i sâlih işle. (Kıyamet günü [babanın] peygamber olduğuna güvenme!)” buyururdu. (Bkz. İbn-i Sa‘d, II, 256; Buhârî, Menâkıb, 13-14; Müslim, Îman, 348-353)
“Kızım! İki dünyada saâdet yoktur. Burada katlanacaksın, öbür tarafta saâdet bulacaksın.” buyururdu.
İşte o Fâtıma Vâlidemiz, Ehl-i Beytʼin annesi oldu. Geylânîlerin, Bahâüddîn Nakşibendlerin, Ahmed Rûfâîlerin, daha birçok evliyâ, asfiyâ, ebrârın, hepsinin annesi oldu. Ki kaç yaşında? Yirmi küsur yaşında vefat etti.
Efendimizʼin hanımlarının da her biri bir mektepti. Kadınlarla ilgili husûsiyetler, o hanımlar tarafından nakledilirdi.
Efendimizʼin çok evliliğinin nefsânî hayatla hiçbir ilgisi yoktu. Tâ 50 yaşındaydı Efendimiz, Hatîce Vâlidemiz 65 yaşındaydı. O zamana kadar Hatîce Vâlidemizʼle yaşadı. Sonra mücbir sebepler, siyâsî sebeplerle. Onlar da evlendikleri, yaşlı hanımlardı, dul hanımlardı, çocuklu hanımlardı. Bir Âişe Vâlidemiz hâriç. Onunla da, yedi müctehidden biriydi. Onunla da bir İslâm fıkhı, hanımlara âit, devam edecekti, hikmet-i ilâhî…
Bugün bir heves ederler: “Bak Allah Rasûlü çok evlenmiş, sünnet-i seniyyedir, biz de evlenelim” diye. Allah Rasûlü niye çok evlendi? Onu bir düşünmek lâzım. Enişte olacak, o kavim müslüman olacak. Zaten dul kadınlardı, çocuklu kadınlardı. Nefsânî bir gâye yoktu.
Düşündüğümüz zaman, hiçbir hanım, ezvâc-ı tâhirattan, mübârek zevceleri, Allah Rasûlüʼnü sevdiği kadar hiçbir erkeği hanımı sevemez. Hiçbir efendi de hanımını öyle sevemez. Hiçbir evlât, Fâtıma Vâlidemizʼin Efendimizʼi sevdiği gibi sevemez. Hiçbir baba, (Efendimizʼin) Fâtıma Vâlidemizʼi sevdiği gibi evlâdını sevemez. Demek ki o yuvaya dikkat etmek lâzım. O yuvanın şeyi (huzur kaynağı) takvâ idi, Kur’ânʼdı.
Cenâb-ı Hak:
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ
(“Biz, Kur’ânʼdan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müʼminler için şifâ ve rahmettir…” (el-İsrâ, 82]) buyuruyor.
O yuvaya şifâ ve rahmet yağıyordu. Huzurlu bir yuva isteyen, o yuvaya baksın!..
YORUMLAR
Allah Sizden Razı Olsun Allah Sizi Maddi Manevi olarak korusun Makamınızı artırsın