En'âm Suresi 151. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
En'âm Suresi 151. ayeti ne anlatıyor? En'âm Suresi 151. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
En'âm Suresi 151. Ayetinin Arapçası:
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔاۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
En'âm Suresi 151. Ayetinin Meali (Anlamı):
Onlara şöyle de: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri bildireyim: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; çünkü sizi de onları da biz rızıklandırıyoruz. Açık olsun, gizli olsun hiçbir günaha ve kötülüğe yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. İşte bunlar, akıl erdirmeniz için Allah’ın size emrettiği hususlardır."
En'âm Suresi 151. Ayetinin Tefsiri:
Bu
âyet-i kerîmelerde, önceki bütün şeriatlerde de yer alan ve hiç neshedilmeyen
on mühim hususa yer verilir. Bunlar, toplumların ve asırların değişmesiyle
değişmeyen ilâhî esaslardır. Bu esaslar
sırasıyla şöyledir:
Birincisi;
Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın. İslâm’ın en mühim esası tevhiddir. Bu
sebeple ilk olarak şirk yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, ne kadar büyük
olursa olsun Allah Teâlâ’nın diğer günahları affedilebileceği fakat şirk
günahını asla affetmeyeceği tekitle beyân buyrulur. (bk. Nisâ 4/48, 116)
İnsan:
›
Allah’tan başka bir ilâh, kulluk edilecek bir mabud kabul
ettiğinde,
›
Kâmil mânada ve her yönüyle yalnızca Allah’a ait olan sıfatları
bir başka varlığa daha verdiğinde,
›
Kuvvet ve kudretinde Allah’a bir ortak daha tanıdığında,
›
Sahip olduğu haklar ve bunların ifâsı hususunda Allah’a bir başka
ortak daha tanıdığında şirke düşmüş olur.
Bu
sûrenin çeşitli ayetlerinde puta tapmak, yıldızlara, aya ve güneşe tapmak,
meleklere ve cinlere tapmak, Allah’a oğul ve kız isnat etmek gibi çeşitli şirk
şekillerine işaret edilerek naklî, aklî ve mantıkî delillerle bunların doğru
olmadığı ve bunlardan vazgeçmek gerektiği açıklanmıştı. İşte bu esas, bütün
şirk türlerinin haram olduğunu belirtmekte; Allah’a hiçbir şeyin: ne putların,
ne yıldızların, ne cinlerin ne meleklerin, ne de Allah’ın oğlu veya kızı
sayılan şeylerin ortak koşulmamasını emretmektedir.
İkincisi;
ana-babaya iyilik yapın. Onlara elinizden geldiği ve imkânlarınız elverdiği ölçüde
ihsanda bulunun. Onlara hiçbir kötülük yapmayın ve gönüllerini incitmeyin.
Allah’ın hakkından sonra hemen ana-baba gelmektedir. Çünkü insanda Allah
hakkından sonra ana-baba hakkı vardır. Allah insanın yaratıcısı, ana-baba da bu
yaratılışın başlıca sebepleridir. İnsanı yaratan ve rızıklandıran Allah;
yetiştiren, şefkatle terbiye eden, büyüten ve koruyan ana-babadır. Bu hususa
ışık tutan bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyilik
yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında
yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara «Öf!» bile deme, onları azarlama,
onlara gönül alıcı tatlı ve güzel söz söyle! En içten tevâzu ve merhamet
duygularıyla onlara kol kanat ger ve haklarında: «Rabbim! Nasıl onlar beni
küçüklüğümde şefkat ve sevgiyle terbiye edip yetiştirdilerse, sen de onlara
öyle merhamet eyle» diye dua et!” (İsrâ 17/23-24)
Üçüncüsü;
fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Bu emir, açlık korkusu ve
geçim endişesiyle hem câhiliye döneminde uygulanan kız çocuklarının diri diri
gömülmesini hem de günümüzde sıkça karşılaştığımız gibi değişik yöntemlerle
anne karnındaki çocukları öldürmeyi yasaklamaktadır. Çocuk yapmayı engellemek
için Allah Resûlü (s.a.s.) azil yapmaya yani meniyi rahmin dışına akıtmaya
müsaade etmiştir. (bk. Buhârî, Nikah 96; Müslim, Nikah 125, 134) Azlin mübah
olması, gebe kalmamak için, başka bir yasağı çiğnememek ve zararlı olmamak
kaydıyla, daha başka tıbbî önlemlere başvurmanın da caiz olduğunu gösterir. Çünkü
Kur’an gebe kalmamayı değil, çocuk öldürmeyi yasaklamaktadır. Fakat günümüzde
anne karnındaki çocukları öldürmede sıkça başvurulan bir yöntem olan kürtaj son
derece sakıncalıdır. Âlimlerimizin büyük çoğunluğu, hamileliğin hangi
safhasında ve hangi yolla olursa olsun, çocuk düşürme ve aldırmanın haram
olduğu görüşünde birleşmektedirler.
Dördüncüsü;
kötülüklerin ve zina gibi çirkin işlerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın. “Fuhş”
kelimesinin çoğulu olan اَلْفَوَاحِشُ
(fevâhiş), “çirkin ve yüz kızartıcı, utanç verici söz, fiil ve davranışlar”
demektir. Âyet bu tür kötülüklerin açığını ve gizlisini yapmayı değil, onlara
yaklaşmayı yasaklamaktadır. Bunları yapmak haram olduğu gibi, bunların
başlangıcı, sebepleri ve yolları da haramdır. Nitekim âyet-i kerîmede: “Zinaya
yaklaşmayın. Çünkü o, çirkinliği apaçık bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir
yoldur” (İsrâ 17/32) buyrularak, sadece zinâ değil, ona götüren sebepler de
yasaklanmıştır.
Beşincisi;
haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. İslâm,
insan hayatını korunması gereken kutsal bir değer olarak kabul etmiş ve haksız
yere cana kıymayı en büyük günahlardan saymıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de bir insanın
öldürülmesini gerektiren haklar üç tane olarak beyân edilmiş, Allah Resûlü (s.a.s.)
de buna ikisini daha ilâve etmiştir. Kur’an, insan hayatına kıymayı şu üç
durumda helâl tanır:
›
Bir başka insanı kasten öldürmek,
›
Savaş dışında bir ihtimal bırakmayacak şekilde İslâm’a karşı
çıkmak; İslâm’ın hâkimiyet ve yerleşmesini engellemeye çalışmak,
›
İslâm devletinin hudutları içinde karışıklık çıkarmak veya İslâmî
hükümleri ortadan kaldırmaya çalışmak.
Peygamber
Efendimiz’in bunlara ilâve ettiği iki husus da şudur:
›
Evliyken zina etmek,
›
İmanından sonra küfredip İslâm toplumunu terk etmek.
İnsanı
öldürmenin helâl olduğu yollar yalnızca bu beşi olup ister müslüman, ister
zımmî[1]
veya kâfir olsun, bu beş durum dışında insanın canına kıyılamaz.
Altıncısı;
kötü niyetlerle yetimin malına yaklaşmayın. Yetim, babası ölmüş ve henüz bülüğ
çağına ermemiş çocuğa denir. Yetimin velisi, onun haklarını korumada çok
dikkatli olmalı, onun malını haksız bir şekilde yemek hususunda Allah’tan
korkmalıdır. Çünkü bu konuda çok ciddî ikaz ve tehditler vardır. Bunlardan biri
şöyledir: “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, aslında karınlarına
sadece ateş doldurmuş oluyorlar. Onlar pek yakında çılgın alevli bir ateşe
gireceklerdir.” (Nisâ 4/10) Ancak velî, yetimin malını iyi niyetle ve
yetimin yararına kullanabilir. Geliştirmek ve yetime kazanç sağlamak niyetiyle
o malı ticârî ve zirâî işlerde çalıştırabilir. O maldan yetime yetecek kadar
alabilir, yetimin masraflarını o maldan karşılayabilir. Yetişkinlik çağına
geldiğinde de malını kendisine teslim eder.
Yedincisi;
ölçüyü ve tartıyı adâletle tam yapın. Hem ölçtüğünüz ve tarttığınız
aletleriniz doğru olsun, eksik veya fazla olmasın; hem de ölçüp tartarken eksik
veya fazla yapmayın. Dolayısıyla yetim malı olmasa bile, başkasının hakkına
tecavüz de haram kılınmıştır. İnsan bu konuda gücü yettiği nispette adil olmaya
çalışacaktır. Gücünü aşan noktalarda ilâhî af devreye girecektir. Zira Cenâb-ı
Hak, “Biz hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmayız” (En‘âm
6/152) prensibini bir daha hatırlatmaktadır. Şu kıssa nazarlarımızı,
ölçü ve tartıya dikkatin ehemmiyetine celbeder:
Allah
dostlarından birisi, sağlığında tartı ile ticaret yapan bir adamın ölüm
döşeğinde ziyaretine gider. Ona: “Haydi Lâ ilâhe illallah de!” diyerek kelime-i
tevhidi telkîn edince can çekmekte olan kişi şöyle cevap verir: “O dediğini
söyleyemiyorum. Sanki terazinin dili, dilimin üzerine oturmuş “Lâ ilâhe
illallah” dememe mani oluyor.” Ziyarete giden zat: “Sen tartıyı doğru yapmıyor
muydun?” diye sorar. Adam: “Elbette doğru yapıyordum, fakat bazı zamanlar
farkında olmadan terazinin içinde tozlar kalıyordu” der.
Sekizincisi;
akraba bile olsa konuştuğunuz zaman adâletli olun. Gerek hüküm verirken,
gerek şâhitlik yaparken, gerekse herhangi bir hususta söz söylediğinizde,
akrabanızın aleyhinde bile olsa doğrusunu söyleyin, taraf tutmayın. Hak ve adâlet
neyi gerektiriyorsa o şekilde davranın. Çünkü hak ve adâlete aykırı davranmak
haram kılınmıştır.
Dokuzuncusu;
Allah’a ve Allah için verdiğiniz sözleri yerine getirin. Gerek Allah’ın size
teklif etmiş olduğu ahitleri, emirleri, yasakları ve gerek sizin Allah’a veya
Allah adına başkalarına verdiğiniz ahitleri, nezirleri, yeminleri, akitleri,
geçerli olan her çeşit taahhütleri tamamen yerine getiriniz. Çünkü ahdi bozmak
da haramdır.
Son
olarak; şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, öyleyse ona uyun; başka yollara uymayın.
Bu esas, önce sayılan bütün emir ve yasakları içine almaktadır. Allah’ın
dosdoğru yolu olan İslâm’a uygun yaşamayı ve İslâm dışındaki yolardan uzak
durmayı talep etmektedir. Çünkü İslâm dışındaki düşünce ve hayat tarzları,
insanı Allah’ın yolundan ayırıp uzaklaştıracaktır. Resûlullah (s.a.s.), bu
âyeti okuyunca önüne düzgün bir çizgi çekti ve “İşte bu Allah’ın dosdoğru
yoludur” buyurdu. Sonra o düz çizginin sağından ve solundan çeşitli
çizgiler çekti ve “Bunlar da şeytanın insanları çağırdığı yollardır” buyurdu
ve bu âyeti okudu. (İbn Mâce, Mukaddime 1) Bu sebeple biz, kıldığımız
namazların her rekâtında Rabbimize “Bizi dosdoğru yola eriştir” (Fâtiha
1/5) diye dua ediyoruz.
Allah
Teâlâ, bu âyetlerde sayılan emirleri bir zamanlar İsrâiloğulları’na da bildirmişti:
[1] Zimmî: İslâm devletinin
müslüman olmayan uyruğu
En'âm Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
En'âm Suresi 151. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...