En'âm Suresi 153. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
En'âm Suresi 153. ayeti ne anlatıyor? En'âm Suresi 153. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
En'âm Suresi 153. Ayetinin Arapçası:
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
En'âm Suresi 153. Ayetinin Meali (Anlamı):
Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, öyleyse ona uyun. Başka yollara uymayın ki, o yollar sizi grup grup parçalayarak Allah’a giden yoldan ayırmasın. İşte bunlar, kendisine karşı gelmekten sakınmanız için Allah’ın size emrettiği hususlardır.
En'âm Suresi 153. Ayetinin Tefsiri:
Bu âyet-i kerîmelerde, önceki bütün şeriatlerde de yer alan ve hiç neshedilmeyen on mühim hususa yer verilir. Bunlar, toplumların ve asırların değişmesiyle değişmeyen ilâhî esaslardır. Bu esaslar sırasıyla şöyledir:
Birincisi; Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın. İslâm’ın en mühim esası tevhiddir. Bu sebeple ilk olarak şirk yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, ne kadar büyük olursa olsun Allah Teâlâ’nın diğer günahları affedilebileceği fakat şirk günahını asla affetmeyeceği tekitle beyân buyrulur. (bk. Nisâ 4/48, 116)
İnsan:
› Allah’tan başka bir ilâh, kulluk edilecek bir mabud kabul ettiğinde,
› Kâmil mânada ve her yönüyle yalnızca Allah’a ait olan sıfatları bir başka varlığa daha verdiğinde,
› Kuvvet ve kudretinde Allah’a bir ortak daha tanıdığında,
› Sahip olduğu haklar ve bunların ifâsı hususunda Allah’a bir başka ortak daha tanıdığında şirke düşmüş olur.
Bu sûrenin çeşitli ayetlerinde puta tapmak, yıldızlara, aya ve güneşe tapmak, meleklere ve cinlere tapmak, Allah’a oğul ve kız isnat etmek gibi çeşitli şirk şekillerine işaret edilerek naklî, aklî ve mantıkî delillerle bunların doğru olmadığı ve bunlardan vazgeçmek gerektiği açıklanmıştı. İşte bu esas, bütün şirk türlerinin haram olduğunu belirtmekte; Allah’a hiçbir şeyin: ne putların, ne yıldızların, ne cinlerin ne meleklerin, ne de Allah’ın oğlu veya kızı sayılan şeylerin ortak koşulmamasını emretmektedir.
İkincisi; ana-babaya iyilik yapın. Onlara elinizden geldiği ve imkânlarınız elverdiği ölçüde ihsanda bulunun. Onlara hiçbir kötülük yapmayın ve gönüllerini incitmeyin. Allah’ın hakkından sonra hemen ana-baba gelmektedir. Çünkü insanda Allah hakkından sonra ana-baba hakkı vardır. Allah insanın yaratıcısı, ana-baba da bu yaratılışın başlıca sebepleridir. İnsanı yaratan ve rızıklandıran Allah; yetiştiren, şefkatle terbiye eden, büyüten ve koruyan ana-babadır. Bu hususa ışık tutan bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyilik yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara «Öf!» bile deme, onları azarlama, onlara gönül alıcı tatlı ve güzel söz söyle! En içten tevâzu ve merhamet duygularıyla onlara kol kanat ger ve haklarında: «Rabbim! Nasıl onlar beni küçüklüğümde şefkat ve sevgiyle terbiye edip yetiştirdilerse, sen de onlara öyle merhamet eyle» diye dua et!” (İsrâ 17/23-24)
Üçüncüsü; fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Bu emir, açlık korkusu ve geçim endişesiyle hem câhiliye döneminde uygulanan kız çocuklarının diri diri gömülmesini hem de günümüzde sıkça karşılaştığımız gibi değişik yöntemlerle anne karnındaki çocukları öldürmeyi yasaklamaktadır. Çocuk yapmayı engellemek için Allah Resûlü (s.a.s.) azil yapmaya yani meniyi rahmin dışına akıtmaya müsaade etmiştir. (bk. Buhârî, Nikah 96; Müslim, Nikah 125, 134) Azlin mübah olması, gebe kalmamak için, başka bir yasağı çiğnememek ve zararlı olmamak kaydıyla, daha başka tıbbî önlemlere başvurmanın da caiz olduğunu gösterir. Çünkü Kur’an gebe kalmamayı değil, çocuk öldürmeyi yasaklamaktadır. Fakat günümüzde anne karnındaki çocukları öldürmede sıkça başvurulan bir yöntem olan kürtaj son derece sakıncalıdır. Âlimlerimizin büyük çoğunluğu, hamileliğin hangi safhasında ve hangi yolla olursa olsun, çocuk düşürme ve aldırmanın haram olduğu görüşünde birleşmektedirler.
Dördüncüsü; kötülüklerin ve zina gibi çirkin işlerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın. “Fuhş” kelimesinin çoğulu olan اَلْفَوَاحِشُ (fevâhiş), “çirkin ve yüz kızartıcı, utanç verici söz, fiil ve davranışlar” demektir. Âyet bu tür kötülüklerin açığını ve gizlisini yapmayı değil, onlara yaklaşmayı yasaklamaktadır. Bunları yapmak haram olduğu gibi, bunların başlangıcı, sebepleri ve yolları da haramdır. Nitekim âyet-i kerîmede: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çirkinliği apaçık bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur” (İsrâ 17/32) buyrularak, sadece zinâ değil, ona götüren sebepler de yasaklanmıştır.
Beşincisi; haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. İslâm, insan hayatını korunması gereken kutsal bir değer olarak kabul etmiş ve haksız yere cana kıymayı en büyük günahlardan saymıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de bir insanın öldürülmesini gerektiren haklar üç tane olarak beyân edilmiş, Allah Resûlü (s.a.s.) de buna ikisini daha ilâve etmiştir. Kur’an, insan hayatına kıymayı şu üç durumda helâl tanır:
› Bir başka insanı kasten öldürmek,
› Savaş dışında bir ihtimal bırakmayacak şekilde İslâm’a karşı çıkmak; İslâm’ın hâkimiyet ve yerleşmesini engellemeye çalışmak,
› İslâm devletinin hudutları içinde karışıklık çıkarmak veya İslâmî hükümleri ortadan kaldırmaya çalışmak.
Peygamber Efendimiz’in bunlara ilâve ettiği iki husus da şudur:
› Evliyken zina etmek,
› İmanından sonra küfredip İslâm toplumunu terk etmek.
İnsanı öldürmenin helâl olduğu yollar yalnızca bu beşi olup ister müslüman, ister zımmî[1] veya kâfir olsun, bu beş durum dışında insanın canına kıyılamaz.
Altıncısı; kötü niyetlerle yetimin malına yaklaşmayın. Yetim, babası ölmüş ve henüz bülüğ çağına ermemiş çocuğa denir. Yetimin velisi, onun haklarını korumada çok dikkatli olmalı, onun malını haksız bir şekilde yemek hususunda Allah’tan korkmalıdır. Çünkü bu konuda çok ciddî ikaz ve tehditler vardır. Bunlardan biri şöyledir: “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, aslında karınlarına sadece ateş doldurmuş oluyorlar. Onlar pek yakında çılgın alevli bir ateşe gireceklerdir.” (Nisâ 4/10) Ancak velî, yetimin malını iyi niyetle ve yetimin yararına kullanabilir. Geliştirmek ve yetime kazanç sağlamak niyetiyle o malı ticârî ve zirâî işlerde çalıştırabilir. O maldan yetime yetecek kadar alabilir, yetimin masraflarını o maldan karşılayabilir. Yetişkinlik çağına geldiğinde de malını kendisine teslim eder.
Yedincisi; ölçüyü ve tartıyı adâletle tam yapın. Hem ölçtüğünüz ve tarttığınız aletleriniz doğru olsun, eksik veya fazla olmasın; hem de ölçüp tartarken eksik veya fazla yapmayın. Dolayısıyla yetim malı olmasa bile, başkasının hakkına tecavüz de haram kılınmıştır. İnsan bu konuda gücü yettiği nispette adil olmaya çalışacaktır. Gücünü aşan noktalarda ilâhî af devreye girecektir. Zira Cenâb-ı Hak, “Biz hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmayız” (En‘âm 6/152) prensibini bir daha hatırlatmaktadır. Şu kıssa nazarlarımızı, ölçü ve tartıya dikkatin ehemmiyetine celbeder:
Allah dostlarından birisi, sağlığında tartı ile ticaret yapan bir adamın ölüm döşeğinde ziyaretine gider. Ona: “Haydi Lâ ilâhe illallah de!” diyerek kelime-i tevhidi telkîn edince can çekmekte olan kişi şöyle cevap verir: “O dediğini söyleyemiyorum. Sanki terazinin dili, dilimin üzerine oturmuş “Lâ ilâhe illallah” dememe mani oluyor.” Ziyarete giden zat: “Sen tartıyı doğru yapmıyor muydun?” diye sorar. Adam: “Elbette doğru yapıyordum, fakat bazı zamanlar farkında olmadan terazinin içinde tozlar kalıyordu” der.
Sekizincisi; akraba bile olsa konuştuğunuz zaman adâletli olun. Gerek hüküm verirken, gerek şâhitlik yaparken, gerekse herhangi bir hususta söz söylediğinizde, akrabanızın aleyhinde bile olsa doğrusunu söyleyin, taraf tutmayın. Hak ve adâlet neyi gerektiriyorsa o şekilde davranın. Çünkü hak ve adâlete aykırı davranmak haram kılınmıştır.
Dokuzuncusu; Allah’a ve Allah için verdiğiniz sözleri yerine getirin. Gerek Allah’ın size teklif etmiş olduğu ahitleri, emirleri, yasakları ve gerek sizin Allah’a veya Allah adına başkalarına verdiğiniz ahitleri, nezirleri, yeminleri, akitleri, geçerli olan her çeşit taahhütleri tamamen yerine getiriniz. Çünkü ahdi bozmak da haramdır.
Son olarak; şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, öyleyse ona uyun; başka yollara uymayın. Bu esas, önce sayılan bütün emir ve yasakları içine almaktadır. Allah’ın dosdoğru yolu olan İslâm’a uygun yaşamayı ve İslâm dışındaki yolardan uzak durmayı talep etmektedir. Çünkü İslâm dışındaki düşünce ve hayat tarzları, insanı Allah’ın yolundan ayırıp uzaklaştıracaktır. Resûlullah (s.a.s.), bu âyeti okuyunca önüne düzgün bir çizgi çekti ve “İşte bu Allah’ın dosdoğru yoludur” buyurdu. Sonra o düz çizginin sağından ve solundan çeşitli çizgiler çekti ve “Bunlar da şeytanın insanları çağırdığı yollardır” buyurdu ve bu âyeti okudu. (İbn Mâce, Mukaddime 1) Bu sebeple biz, kıldığımız namazların her rekâtında Rabbimize “Bizi dosdoğru yola eriştir” (Fâtiha 1/5) diye dua ediyoruz.
Allah Teâlâ, bu âyetlerde sayılan emirleri bir zamanlar İsrâiloğulları’na da bildirmişti:
[1] Zimmî: İslâm devletinin müslüman olmayan uyruğu
En'âm Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
En'âm Suresi 153. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR