Enâm Suresinin 104. Ayeti Ne Anlatıyor?

KUR’ÂNIMIZ

En‘âm suresinin 104. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? İman etmenin kişinin yararına, inkâr etmenin kişinin zararına olduğunu bildiren En‘âm suresinin 104. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz.

Ayet-i kerimede buyrulur:

قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ

Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim. (En‘âm, 6/104)

DİLEYEN İMAN ETSİN, DİLEYEN İNKÂR…

Bilgi:

Çevremizdeki her şey bizlere Yüce Rabbimizin varlığını hatırlatır. Canlılar, etrafımızdaki hava, dağlar, denizler, nehirler, bitkiler, güneş, ay ve yıldızlar hep Allah’ın varlık ve gücünü gösterir. Kendi varlığımız, nefes alıp vermemiz ve ölümümüz de Allah’ın varlığına delildir. Kur’an da Allah’ın sözüdür ve en yüce bir delildir. O, kılavuzumuz, hidayet kaynağımızdır. Bu delilleri düşünen, doğru yolu bulur. Bir elçi olarak peygamber ancak bir uyarıcıdır, insanları imana zorlayıcı değildir. Gerekli rehberlik yapıldıktan sonra herkes yaptığının sonucuna katlanacaktır.

Mesaj:

Başta Kur’an olmak üzere pek çok delil üzerinde düşünerek Yüce Allah’ın birliğinin ve gücünün farkında olmak ve bu inanca göre yaşamak gerekir.

Kelime Dağarcığı:

Besâir: Basiretler, kalbin hakikatleri görme yetenekleri, akıl ve zihin melekeleriyle algılanan deliller.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

  1. Şüphesiz size Rabbinizden gerçeği gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açıp gerçeği görürse faydası kendisine; kim de gözünü kapatıp körlük yaparsa zararı kendisinedir. O halde de ki: “Ben sizin başınızda bir koruyucu ve bir gözetleyici değilim.”

اَلْبَصَائِرُ (basâir), “basîret” kelimesinin çoğuludur. Göze göre görme ne ise, kalbe göre basîret de odur. Basîret, Allah’ın kalplere yerleştirdiği ilâhî bir nurdur. İnsanın görmesine sebep olan görme nûruna “göz” denildiği gibi; kalbin görmesini sağlayan ve dilimizde “kalp gözü” diye de bilinen idrak edici kuvvete de basîret denilir. Bu kelime, özellikle insandaki akıl, zekâ, anlayış ve firâsetin gizli veya açık herhangi bir işi büyük bir dikkat ve nüfuzla gerektiği şekilde kavrayabilecek derecede açık ve parlak olması halini ifade eder. Bununla beraber basîrete, “delil, hüccet, burhan, şâhit, iman nazarıyla ibret alınacak hidâyet sebepleri” gibi mânalar da verilmiştir. Çünkü bunlar, kişinin anlayış gücünü kuvvetlendirir, basîret ve idrakinin açılmasına vesile olur. Dolayısıyla Allah’tan geldiği haber verilen “basîretler”den maksat Kur’an; onun haber verdiği tevhit, nübüvvet, öldükten sonra dirilme, hesap ve ceza gibi hususlarla alâkalı deliller; insandaki düşünme, anlama ve öğrenme melekesidir. Bu âyet, insanın gerçeği öğrenmesinin ve hakikate ulaşmasının ancak gerçeği anlamayla mümkün olabileceğini gösterir. Şu halde kim basîretini çalıştırıp kendisine ulaşan delillere dayanarak ilâhî hakikatleri görür ve ona iman ederse, bunun faydası şüphesiz o kimseye ait olacaktır. Körlük yapıp, gözünü ve gönlünü bu delillere kapatan kişi ise bunun vebâlini mutlaka kendisi çekecektir. Peygamber onlar üzerinde bir bekçi, bir koruyucuyu değildir. O sadece dinin emir ve yasaklarını tebliğ eden güvenilir bir peygamberdir.

Âyetin işâret ettiği şu mânalar dikkat çekmektedir: Allah Teâlâ, dünyadaki varlıkları ve orada kendileri için hazırlanan yiyecek, içecek, giyecek ve nikahlanacakları eşleri görmeleri için insanların bedenlerine göz ve görme kabiliyeti vermiştir. Aynı şekilde her kulun kalbine, o gözlere de duygularla ulaşılamayn âlemlere yerleştirilen hakikatleri kendisiyle görebileceği bir basîret gözü vermiştir. Şimdi kim basîret gözüyle, ebedî olan yüce âhiret mertebelerine bakar da Allah’a yakınlığın derecelerini ve has kullara hazırlanan hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin aklından geçmemiş olan nimetleri görürse, bu nimetleri elde etmeye çalışır. Allah’ın yoluna girip o yolda yürümeye yönelir, alçak dünyadan yüz çevirir, ziynetlerini ve fânî şehvetlerini terk eder. İşte insanın gerçek mutluluğu, izzet ve şerefi elde etmesi budur. Allah’ın ise kimseye ihtiyacı yoltur. Kim de basîret gözüyle bu yüksek makamlara bakmaz, kalıbının gözüyle dünya ve süslerine meyleder de dünyanın şehvetlerinden ve hayvanî isteklerinden lezzet almaya dalarsa basîreti kör olur. Âyet-i kerîmede: “Ne var ki kör olan, başlardaki gözler değil, gerçekte kör olan sinelerdeki gönüllerdir!” (Hac 22/ 46) buyrulur. Bu durum, insanın uğrayacağı en büyük bedbahtlık ve hüsrandır. (Bursevî, Ruhu’l-Beyân, III, 105)

Bedbaht olmamak ve zarar etmemek için kulun uyanık olması, bunların alametlerini bilerek ondan sakınması ve kendini saadete ulaştıracak yollara girmesi lazımdır. Bedbahtlığın alâmeti, gözün kuruması, kalbin katılığı, dünya sevgisi ve uzun emellerdir. Saadetin alâmeti ise sâlihleri sevmek, onlara yakın olmak, Kur’an tilâveti, geceleri uyanık olmak, âlimlerin meclisinde bulunmak ve kalp yumuşaklığıdır.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com