Enbiyâ Suresi 107. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Enbiyâ Suresi 107. ayeti ne anlatıyor? Enbiyâ Suresi 107. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Enbiyâ Suresi 107. Ayetinin Arapçası:
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Enbiyâ Suresi 107. Ayetinin Meali (Anlamı):
Rasûlüm! Biz, seni bütün varlıklar için ancak eşsiz bir rahmet olarak gönderdik.
Enbiyâ Suresi 107. Ayetinin Tefsiri:
Allah
Resûlü (s.a.s.)’in peygamber olarak gönderilmesi, Allah Teâlâ’nın, âlemlere
özellikle akıl sahibi varlıklara olan sonsuz merhametinin bir neticesidir. Bu
âyet-i kerîme, Mekke müşriklerinin, Peygamberi bir bela ve felâket olarak kabul
etmeleri ve: “Bu adam aramıza ayrılık tohumları ekti; yakınları, akrabaları
birbirinden ayırdı” demeleri üzerine nâzil olmuş, böyle düşünmekle onların
hataya düştüklerini, aslında onun bir rahmet ve bereket olduğunu beyân
buyurmuştur. (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, III, 336)
Resûlullah
(s.a.s.) de muhtelif vesilelerle kendisinin mü’min-kâfir herkese ve her şeye
rahmet olduğunu haber ermiştir. Bir vesileyle kendilerine: “Müşriklere beddua
et!” denildiğinde:
“Ben
ancak rahmet olarak gönderildim, lânetçi olarak gönderilmedim” (Müslim, Birr 87) buyurmuştur.
Diğer
bir hadîs-i şeriflerinde de:
“Allahım!
Ben de ancak bir beşerim. Dolayısıyla her kime kötü söz söylemiş, lânet etmiş
veya değnek vurmuş isem, Allahım sen onu, onun için bir temizlik vesilesi ve
rahmet kıl”
(Müslim, Birr 89) buyurmuştur.
Resûl-i
Ekrem (s.a.s.) kendisini bir kısım isimlerle isimlendirir ve şöyle buyururdu: “Ben
Muhammedim, Ahmedim, Mukaffîyim (son gelen, önceki peygamberlerin yoluna tabi
olan peygamber), Hâşirim (insanlar benim sancağım altında haşrolunacaklar);
tevbe ve rahmet peygamberiyim.” (Müslim,
Fezâil 126)
Peygamberimiz
(s.a.s.)’in rahmet olması, hem dinî hem de dünyevî olmak üzere iki boyutlu
olarak mütalaa edilebilir. O, dinî bakımdan rahmettir. Çünkü o, insanlık tam
bir câhiliyet, sapıklık ve şaşkınlık içinde bocalarken; insanların
bağlanacakları güvenilir hiç bir ilâhî kaynak kalmamışken gönderilmiştir.
İnsanları hakka çağırıp onlara mükâfât yollarını açıklamış, Allah’ın
hükümlerini göstermiş, helâl ve haram şeyleri haber vermiştir. Bu ise
insanların dinleri ve âhiretleri bakımından tam bir rahmet olmuştur. O, dünyevî
bakımdan rahmettir. Çünkü insanlar onun sayesinde pek çok zilletlerden ve
savaşlardan kurtulmuşlar ve onun dininin bereketi sayesinde yardıma mazhar
olmuşlardır. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 230)
Onun
mü’min-kâfir bütün herkese rahmet olmasına gelince; Yüce Allah mü’minleri,
Peygamberi vasıtasıyla hidâyete erdirecek, ona inanıp getirdikleriyle amel
etmeleri sebebiyle onları cennete sokacaktır. Kâfirler ise, peygamberlerini yalanlamış önceki ümmetlerin
başına gelen ânî musibetlerden onun rahmet oluşu sayesinde mahfuz kalmışlar,
yerin dibine geçirilmekten ve hayvan sûretine çevrilmekten emîn olmuşlardır.
(bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVII, 83)
Efendimiz (a.s.) bütün yaratılmışlara, hayvanlara,
bitkilere, dağa taşa rahmetti. Bütün canlılar, onun merhamet ummanında şefkat
ve merhamete nâil oldular. İnsanca muameleye kavuştular.
Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) Ensâr’dan bir kimsenin
bahçesine uğramış, orada bir deve görmüştü. Deve, Peygamber Efendimiz’i görünce
inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Efendimiz, devenin yanına gitti,
kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sâkinleşti. Bunun üzerine Rahmet
Peygamberi (s.a.s.):
“–Bu deve kimindir?” diye sordu. Medineli bir delikanlı yaklaştı ve:
“–Bu deve benimdir ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Fahr-i
Kâinat Efendimiz:
“–Sana lutfettiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor
musun? O senin, kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd 44/2549)
Fahr-i
Kâinat Efendimiz’in rahmet rahlesinde terbiye gören ümmeti, özellikle ümmet
içinde ilim ve irfanıyla temâyüz eden Allah dostları tüm mahlükâta aynı
peygamberî rahmet ve merhameti sergilemişlerdir. Nitekim büyük velî Ahmed
er-Rufâî (k.s.)’un şu davranışları çağlara ışık tutacak güzel örneklerdir:
Güneşte
yürüdüğü zaman, üzerine bir çekirge konsa ve geçip gölgeli bir yerinde dursa,
onu o halde bırakırdı. Uçurmazdı. Tâ kendi kendine uçup gidinceye kadar.
Sebebini soranlara da şöyle derdi:
“-
O bize gölgelenmeye geldi.”
Yine
vücudunda herhangi bir yere bir sivrisinek konsa, onu uçurmak istemezdi.
Başkasının uçurmasına da imkân vermezdi. Şöyle derdi:
“-
Bırakın… Hakk’ın ona taksim ettiği kanı içsin.”
Bir
defasında yanına bir kedi geldi. Eteğine yattı ve uyudu. Namaz vakti oldu; kedi
uyanmadı. Onu uyandırmamak için eteğini kesti, namaza gitti. Dönüşte kedi
kalkmıştı. Kestiği parçayı aldı, yerine dikti…”
Bir
uyuz olmuş köpek vardı. Ümmüabîde halkı onu şehrin dışına çıkarmıştı. Büyük
velî orada ona bir gölgelik yaptı. Sonra geldi, şehirden yağ aldı. Götürüp ona
yedirdi. Su götürüp içirdi. Bir bezle de yaralı yerlerini siler, temizler,
kapatırdı. İyileştikten sonra sıcak su bulup getirdi. Yıkadı, saldı…
Hazret
bunları seve seve yapardı. Çünkü Cenâb-ı Hak ona cümle kurda kuşa bakma emrini
vermişti. (Velîler Ansiklopedisi, II, 511-512)
Şunu
unutmayalım ki, gönüllere nüfûz edecek en tesirli dil rahmet dili, kalpleri
fethedecek en efsunlu iksir merhamet iksiridir. Bu dilden anlamayacak âlemde
canlı cansız hiçbir varlık yoktur. Asıl mesele böyle şefkat ve merhametle
dopdolu, içinde ummanlar gibi merhamet kaynayan bir gönle sahip olabilmektir.
Nitekim Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin bizzat şâhit olup anlattığı şu hâdise
fevkalâde ibretlidir:
“Mahmûd
Sâmî Ramazanoğlu hazretlerinin Erenköyde’ki köşkün bahçesini bekleyen bir
köpeği vardı. Sadakatle vazifesini yapardı. Sâmî Efendi’yi sabah uğurlar, akşam
geldiğinde karşılardı. Bir gün beklenmedik bir kaza sebebiyle köpeğin bir ayağı
kırıldı. Acı ve ızdırabı son derece şiddetliydi. Sâmî Efendi (k.s.) onun hemen
hastaneye götürülüp tedavi edilmesini istedi. Öyle yaptılar ve kısa zamanda
iyileşti. Bu olay üzerine zavallı hayvancağızın aile fertlerine olan bağlılığı
kat kat arttı. Sâmî Efendi’yi sabahları tâ tren istasyonuna kadar götürmeye,
akşamleyin de orada karşılamaya başladı. Birgün bir ikindi vakti bahçede
amansız bir havlama sesi duyuldu. Bahçenin köpeği var gücüyle havlıyor, adetâ
yalvarırcasına sesler çıkarıyordu. Aile halkı merak edip, koşa koşa aşağı
indiler. Gördükleri manzara gerçekten kalpleri yerinden oynatacak ve
yüreklerdeki merhamet hislerini şâha kaldıracak cinsten bir manzaraydı. Bahçenin
köpeği, hizmet ettiği insanların son derece merhametli insanlar olduğunu artık
iyice öğrendiği için, kendisi gibi ayağı kırık bir köpeği alıp getirmiş, onun
da tedavî ettirilmesi için yalvarıyordu… Öyle de oldu…”
Gelen
âyetlerde, sûrede ele alınan tevhid, nübüvvet ve âhiret gibi esas mevzular
yeniden hülâsa edilmektedir:
Enbiyâ Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Enbiyâ Suresi 107. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR