Enbiyâ Suresi 84. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Enbiyâ Suresi 84. ayeti ne anlatıyor? Enbiyâ Suresi 84. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Enbiyâ Suresi 84. Ayetinin Arapçası:

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ

Enbiyâ Suresi 84. Ayetinin Meali (Anlamı):

Biz de onun duasını kabul buyurduk; bütün dert ve sıkıntılarını giderdik; katımızdan bir rahmet ve bize kulluk yapanlara bir ders olmak üzere ona aile efradını ve bir o kadarını daha bağışladık.

Enbiyâ Suresi 84. Ayetinin Tefsiri:

Hz. Eyyûb, Allah’tan korkan, kötülükten uzak duran kâmil bir insandı. Aile efradı, çocukları, malı ve mülkü çok olan zengin bir kimseydi. Daha sonra, aslında ilâhî bir imtihan olarak, fakat zâhirde gerek tabiî afetler, gerekse düş­man kavimler tarafından çocukları ile bütün malı mülkü telef edildi. Kendisi de ağır bir hastalığa yakalandı. Ancak o, bu felaketleri büyük bir sabır ve tevekkülle karşılayarak Allah’a secde eder ve: “Anamın bağrından çıplak çıktım ve toprağın bağrına çıplak döneceğim; Allah verdi ve Allah aldı. O’nun ismi mübârek olsun” der, hastalıktan şifa bulmak için Allah’a dua ederdi. Nihâyet Allah Teâlâ onu sağlığına ka­vuşturdu, kendisine önceki çocuklarının sayısı kadar çocuk ve önceki malından daha fazla mal verdi. (bk. Sād 38/41-44)

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kul hastalanınca, Allah Teâlâ ona iki melek gönderir ve onlara:

«–Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!» diye emreder.

Eğer o kul, melekler geldiği zaman Allah’a hamd ediyor ve senâda bulunuyor ise, onlar kulun bu hâlini, her şeyi zâten en iyi bilmekte olan Allah’a yükseltirler. Meleklerini sırf kulunun ameline şâhid olsunlar diye gönderen Allah Teâlâ:

«–Kulumun rûhunu kabzedersem, onu cennete koymak, kulumun üzerimdeki hakkı olmuştur. Şâyet şifa verirsem, onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmek ve günahlarını da affetmek, üzerimde hakkı olmuştur» buyurur.” (Muvatta, Ayn 5)

Şunu belirtelim ki, peygamberlerin ve derecelerine göre mü’minlerin çeşitli imtihanlara maruz kaldıkları bir gerçektir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.)’ın “ En ağır belâ kimin başına gelir?” sualine şöyle cevap vermiştir:

“En ağır belâlar peygamberlerin, sonra sırasıyla onlara yakın olanların başına gelir. İnsan dindarlığına göre belâya uğrar; dini sağlamsa başına gelen belâ ağır olur, dini zayıfsa başına gelen belâ hafif olur. Kul, yeryüzünde günahsız olarak yürüyüp gidinceye kadar başına belâ gelmeye devam eder.” (Tirmizî, Zühd 56; İbn Mâce, Fiten 23)

Ancak onlar bu imtihan ve iptilâları sabır ve tahammülle karşılayarak, Allah Teâlâ’ya karşı sû-i edep sayılacak söz ve davranışlardan uzak dururlar. Bu bakımdan, Hz. Eyyûb’un burada bahsedilen niyâzı görünüşte sızlanma gibi ise de, gerçekte bir duadır. Çünkü sızlanma, insanlara yapılan şikâyete denir. Allah Teâlâ’ya yöneliş, bir sızlanma değildir. Nitekim Yakup (a.s.) da, oğlu Yûsuf’un ayrılık ıztırâbı ve hasretiyle büyük bir elem içindeydi ve âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi: “Ben bütün dertlerimi, keder ve hüznümü Allah’a arz ediyorum ve ben, Allah’tan gelen vahiyle sizin bilmediğiniz nice şeyleri biliyorum.” (Yûsuf 12/86) demişti.

Abdülkadir Geylânî (k.s.) hastalığı üçe böler: “Ceza, kefâret, derece almak…

  Ceza: sert ve sabırsız kimseye.

  Kefâret: Hâline râzı olup sabır ve tahammül gösterene.

  Derece almak: Hastalıktan sonra içi ferahlayana, her halinde Allah’ın emrine boyun eğip razı olana.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 78)

Nitekim Eyyûb (a.s.), “Ya Rabbi, bana katından bir rahmet ver, beni sıhhate kavuştur” dememiş, “Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diyerek, Allah’a muhtaç olduğunu ihsas ettirmiş, O’ndan imâ yoluyla sıhhat ve afiyet istemiştir. Böylece talepte nazik davranmış ve Rabbine hitap ederken edebi korumuştur. Çünkü peygamberlerin belâların kendilerinden kaldırılması hususunda duaları ekseriyetle imâ yoluyla olmuştur. Allah’tan lutuf ve ihsan talebinde ise imâya gerek yoktur. Açık beyânda bulunmak edeptir. Nitekim Zekeriyâ (a.s.)’ın Rabbine gizli gizli: “Ne olur, bana lütf-u kereminden bir yardımcı oğul ihsan eyle!” (Meryem 19/5) niyazı buna güzel bir misaldir.

Hz. Eyyûb’un niyâzı kabul edildi. Cebrâil (a.s.) gelerek Cenâb-ı Hak’tan:

“–Ey Eyyûb! Belâ verdim, sabrettin. Şimdi de tekrar sıhhat ve nimet vereceğim!” haberi ile şu emri getirdi:

“Ayağını yere vur. İşte sana yıkanacağın, içip şifa bulacağın serin bir su!” (Sād 38/42)

Eyyûb (a.s.), ilâhî emir mûcibince ayağını yere vurdu. Hemen bir pınar fışkırdı. O da bu su ile yıkandı ve böylece mûcize olarak iç ve dış hastalıklarının hepsinden kurtuldu. Bir başka rivayete göre, Hz. Eyyûb  ayağını yere vurduğunda biri sıcak, diğeri soğuk iki kaynak çıkmış, O da, sıcak olan suyla yıkanmış, soğuk olandan da içmiştir. Böylece büyük bir edeb ve tâzîm içinde Cenâb-ı Hakk’a yönelişi netîcesinde duası kabul olmuş ve kendisine şifa, rahmet ve lutuf kapıları açılmıştı.

Hz. Eyyûb’un o şifalı su ile yıkanması ile alakalı Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Eyyûb, mûcizeli suda yıkandığı sırada, önüne bir sürü altın çekirge düşmüştü. Eyyûb, bunları hemen toplayıp elbisesine doldurmaya başladı. Bunun üzerine Allah Teâlâ:

«– Eyyûb! Görüyorsun, ben malını sana iâde etmek sûretiyle seni zengin kılmadım mı?» buyurdu. Hz. Eyyûb:

«–Evet yâ Rabbî! Beni o sûretle zengin kıldın. Fakat senin hayır ve bereket hazînelerinden müstağnî kalamam. Bu sebeple ind-i ilâhîden her ne buyrulursa kabulümdür. Çünkü veren sensin, senin verdiğin şeyi nasıl reddederim?!» dedi.” (Buhârî, Gusl 20; Enbiyâ 20; Nesâî, Gusl 7)

Rivayete göre Eyyûb (a.s.) hastalıktan âfiyete kavuşmuş olarak geçirdiği ilk gecenin sabahında derinden bir «Ââh!» çekti. Sebebini sordular. Dedi ki:

“–Her gece seher vaktinde: «Ey bizim hasta kulumuz Eyyûb, nasılsın?» diye bir ses duyardım. Şimdi yine o vakit geldi, fakat: «Ey bizim sıhhatli kulumuz, nasılsın?» sesini duymadım. Bunun için ağlıyorum.”

Hâdiselerin perde arkasına ne derin bir bakış! Aynı firâset, aynı idrak, sabır ve salah timsâli şu peygamberler de bulunmaktadır:

Enbiyâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Enbiyâ Suresi 84. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.