Enbiya Suresinin 34. Ayeti Ne Anlatıyor?
Enbiya suresinin 34. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Hiç kimsenin ölümden kaçamayacağını ve her canlının ölümü tadacağını bildiren âyet; Enbiya suresinin 34. ayetinin Arapçası, meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...
Enbiya suresinin 34. ayetinde şöyle buyrulur:
Enbiya Suresi 34. Ayet Arapça:
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Enbiya Suresi 34. Ayet Meali:
Senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedî mi kalacaklar? (Enbiya, 21/34)
HİÇ KİMSE ÖLÜMDEN KAÇAMAZ
Bilgi:
Müşrikler, Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kendileri gibi yiyen, içen, gezen, konuşan bir insan olması nedeniyle peygamber olamayacağını iddia etmişler, hatta Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir felaketle ölüme gitmesini beklemişlerdi. Ayet, Allah’ın Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadığını neticede peygamberin de öleceğini, ölümlü olmanın peygamberliğe aykırı bir durum olmadığını ayrıca bu iddia sahiplerinin de vakti geldiğinde mutlaka ölümü tadacaklarını vurgulamaktadır.
Mesaj:
- Peygamber de olsa, insan için ölüm, kaçınılmaz bir sonuçtur.
- Ebedîlik duygusu ancak ahirete imanla karşılık bulur.
Kelime Dağarcığı:
Beşer: İnsan.
Hâlid: Ebedî, sonsuz, ölümsüz.
Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler
TEFSİR
Enbiya Suresi 34. Ayet Tefsiri:
- Rasûlüm! Senden önce biz hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Şimdi, sen öleceksin de, senin ölümünü dört gözle bekleyen o inkârcılar dünyada ebedî mi kalacaklar?
Müşrikler, Resûlullah (s.a.s.)’in ölmesini, başına helak edici musibetlerin gelmesini ve etrafındaki insanların dağılıp yok olmasını bekliyorlardı. Bunu hararetle istiyorlardı. Âyette haber verildiğine göre: “O, şâirin biri! Bekliyoruz, zamanın felâketlerine uğrayacak, helâk olup gidecek” (Tûr 52/30) diyorlardı. Onların bu tür konuşma ve talepleri üzerine bu âyet nâzil olmuştur. Hz. Muhammed (s.a.s.) de bir insandır. Kendisinden önce gelen tüm insanlar gibi o da bir gün ölecektir. Fakat, o öleceği gibi, onun ölümünü bekleyen o gafiller de ebedî kalmayacak, onlar da mutlaka öleceklerdir. Dolayısıyla Peygamber’in ölmesiyle sevinilecek bir durum söz konusu değildir. O halde akıllı insanın, başkasının ölümünü bekleyeceği yerde, kendisi öldüğü zaman nereye gideceğini ve âkıbetinin nasıl olacağını düşünmesi gerekmez mi?
Nihâyetinde her bir nefis[1] ölümü tadacaktır. Bu, mecbûri bir istikâmet, kaçınılmaz bir sondur. Ancak Allah Teâlâ, yaşadıkları müddetçe insanları hem fakirlik, hastalık, acı ve ıstıraplarla, hem de zenginlik, lezzet ve sevinçli hallerle dener, imtihan eder. Şâirin ifadesiyle:
“Bu cihân kimine kasr-ı tarab ü ayş ü safâ
Kiminin mihnet ile bâşına zindân ancak.” (Bâkî)
“Bu dünya, bahtı gülenler için zevk ve safâ âlemi; tâlii küskün olanlar için ise sıkıntılı, meşakkatli bir zindandan ibârettir.”
Çünkü Allah Teâlâ böylece kimin sabrettiğini ve kimin şükrettiğini ortaya çıkarmak ister. Bu sebeple insan, ne zenginlik ne de fakirliğe aldanmalı; bunların birer imtihan olduğunu göz önünde bulundurmalı ve imtihanı başarmaya çalışmalıdır.
Ancak ölüm, hastalık ve benzeri gibi musibetlere uğrayan din kardeşlerimizi kendi hallerine bırakmayıp onları teselli ve taziye etmenin mühim bir sünnet olduğunu unutmamak gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in Medine dışında bulunan Muâz b. Cebel’e, oğlunun vefâtı sebebiyle yazdığı şu mektup, ne güzel bir tâziye misâlidir:
“Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah’ın Rasûlü Muhammed’den Muâz b. Cebel’e...
Allah’ın selâmı üzerine olsun!
Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a hamdolsun. İmdi; Allah ecrini artırsın, buna karşılık sana büyük mükâfatlar ihsân etsin ve sabretme gücü versin. Bizi ve seni şükre muvaffak kılsın. Zira canlarımız, mallarımız, evlâd ü iyâlimiz, Azîz ve Celîl olan Allah’ın bize tatlı hibeleri, geçici bir süre için yanımıza bıraktığı emânetleri cümlesindendir. Allah sana o çocuğu vermekle seni sevindirdi. Şimdi de onu büyük bir ecir karşılığında senden aldı. Onun karşılığında Allah’tan rahmet, mağfiret ve hidâyet bekliyorsan, sabret!.. Üzüntü ve kederin, ecrini yok etmesin! Sonra pişman olursun! Bil ki ağlayıp sızlamak hiçbir şeyi geri getirmez, hüzün ve kederi de defedemez. Başa gelecek olan zaten gelmiştir, vesselâm.” (Hâkim, el-Müstedrek, III, 306/5193)
Hz. Ebûbekir (r.a.) da herhangi bir musîbete uğrayan insanlara şöyle tâziyede bulunurdu:
“Sabır, musîbetin elemini hafifletir, sızlanmanın ise faydası yoktur. Ölüm öncesi hayat basittir, çetin olan ölüm sonrasıdır. Resûlullah’ı kaybedişinizi hatırlayınız ki, musîbetiniz gözünüzde küçülsün ve Allah ecrinizi artırsın.” (Ali el-Müttekî, Kenzu’l-ummâl, XV, 744/42958)
Dipnot:
[1] “Nefis” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de değişik mânaları ifade için kullanılır. Birincisi, zat, yani şahsın kendisi demektir. Bu mânada Allah Teâlâ için de söz konusu edilir. (bk. Âl-i İmran 3/28) İkincisi, insanda maddî hayatın kaynağı olan cevher, bir anlamda maddî, ayrıca hayvanî hayatın esası olan boyutuyla ruhtur, candır. (bk. En‘âm 6/93) Üçüncüsü, nefis, maddî/dünyevî hayatın esası olarak, bu hayatın ihtiyaçlarını duyan, zevklerini tadan ve insanı bu zevklere, bu ihtiyaçları gidermeye teşvik eden, bir mânada kötülükleri de emreden cevherdir. Nitekim, “Nefis insana sürekli kötülüğü emreder” (Yûsuf 12/53) âyeti nefsin bu yönünü haber verir. Bu nefis, terbiye ve tezkiye gördüğü takdirde insanı devamlı kötülüğe ve şehvetlere çeken nefis olmaktan, artık imanda, amel-i sâlihte ve Allah’ın rızâsında tatmin olmuş, huzur ve sükûna ermiş nefs-i mutmaine olmaya yükselebilir. Râziye ve merziye makamlarına geçebilir. (bk. Fecr 89/27-28) Dördüncüsü, belki de bütün bu mânaları içine alacak şekilde, insan için kullanıldığında insanın mâhiyetidir, insanı insan yapan şeydir. (bk. Nisâ 4/1)
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com