
Enbiya Suresinin 69. Ayeti Ne Anlatıyor?
Enbiya suresinin 69. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Yakmayan ateşi bildiren âyet; Enbiya suresinin 69. ayetinin Arapçası, meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...
Enbiya suresinin 69. ayetinde şöyle buyrulur:
Enbiya Suresi 69. Ayet Arapça:
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ
Enbiya Suresi 69. Ayet Meali:
Biz de dedik ki: “Ey ateş, İbrahim için serin ve zararsız ol!” (Enbiya, 21/69)
YAKMAYAN ATEŞ...
Bilgi:
Hz. İbrahim -aleyhisselâm- putların güçsüz, kudretsiz, kendilerini bile korumaktan âciz olduğunu söyleyince putperestler tahammül edemeyip onu ateşte yakmaya karar vermişlerdi. İçinde doğup büyüdüğü kavmi, yaklaşılamayacak kadar büyük bir ateş yakıp İbrahim peygamberi mancınıkla o ateşin içine fırlatmıştı. Her zaman ve herkesi yakan ateş, ilahî bir lütuf olarak onu yakmamış hatta onun için bir esenlik yurdu olmuştu.
Mesaj:
- Yüce Allah, kendisine samimi olarak uyanların her durumda yardımcısıdır.
- Mucize haktır.
Kelime Dağarcığı:
Selam: Bedenî ve ruhî eksiklikten, hastalık ve kusurlardan uzak olma; selâmetin kaynağı olup esenlik veren anlamında Allah’ın isimlerinden biri; Müslümanların karşılaştıklarında birbirlerine sağlık ve esenlik dilemeleri.
Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler
TEFSİR
Enbiya Suresi 69. Ayet Tefsiri:
- Bu sözler üzerine çılgına dönen putperestler, halkı kışkırtarak: “Eğer bir şey yapacaksanız, İbrâhim’i ateşe atıp yakın, böylece ilâhlarınızın imdâdına yetişin!” dediler.
- Onu ateşe attıklarında ise biz: “Ey ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” diye emrettik.
- Evet, bu zâlimler İbrâhim’i tuzağa düşürmek istediler; fakat biz onları daha fazla zarara uğrattık.
- Ardından biz İbrâhim’i ve Lût’u kâfirlerin elinden kurtarıp, tüm insanlık için feyiz ve bereket kaynağı kıldığımız bir ülkeye ulaştırdık.
Hz. İbrâhim’in bu açık tebliğine karşı söyleyecek makul hiçbir söz bulamayan o bedbaht kavim, kuvvetçe üstünlüklerine güvenerek zorbalık yolunu tuttular ve İbrâhim (a.s.)’ı ateşte yakma kararı aldılar. Çünkü putlarını diline dolayan ve onlara hakaret eden birinin cezası ancak bu olmalıydı.
Rivayete göre putperestler durumu kralları Nemrûd’a bildirdiler. Bunun üzerine Nemrûd, İbrâhim (a.s.)’ı çağırttı. Nemrûd’un huzûruna giren herkes, öncelikle ona secde ederdi. Hz. İbrâhim ise, secde etmedi. Nemrûd, merak ve hiddetle sebebini sorunca da:
“–Seni ve beni Yaratan’dan başkasına secde etmem!” dedi. Nemrûd:
“–Senin Rabbin kim?” deyince, İbrâhim (a.s.):
“–Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allah’tır” dedi. Nemrûd:
“–Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi. Zindandan iki kişi getirtti. Birini öldürdü, diğerini ise serbest bıraktı. Sonra da:
“–Bak, ben de bu işi yapıyorum” dedi. Lâkin ahmak Nemrûd, diriltmenin rûh vermek; öldürmenin ise rûh almak olduğunu bilmiyordu. Bu kez İbrâhim (a.s.):
“–Benim Rabbim, güneşi doğudan doğdurur. Gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur!” dedi. O melun kâfir apışıp kaldı. (bk. Bakara 2/258)
Karşılıklı bu konuşmalar ve tartışmalar üzerine son derece hiddetlenen Nemrûd, ona nasıl bir ceza verileceği husûsunda avânesini toplayıp istişâre etti. İçlerinden biri:
“–Onu büyük bir ateşte yakalım!” teklifinde bulundu.
Bu teklif kabul edildi. Ateş için hazırlıklar başlatıldı. Bir ay odun taşındı. Câhil ve ahmak halk, “Bu, bizim putlarımıza karşı çıkıyor!” diye odun taşıma işinde seferber oldular. Dağ gibi odun yığıldı. Yakılan ateşin alevleri semâlara çıkıyordu. Harâretinden dolayı, kuşlar yakınından bile geçemiyordu. Bütün hazırlıklar bitince halk, ateşin başına toplandı. Hz. İbrâhim elleri kelepçeli ve ayakları prangalı bir şekilde oraya getirildi. Ancak o büyük peygamber “Halîl” olduğu için çok zor bir durumda olmasına rağmen büyük bir teslîmiyet ve tevekkül içinde idi. Gönlünde en ufak bir korku ve endişe yoktu. Nemrûd ve cemâati, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler. Yerdeki ve gökteki melekler, hayret içinde:
“–Aman yâ Rabbî! Seni en çok zikreden İbrâhim (a.s.) ateşe atılıyor! O seni bir an bile unutmayan bir peygamberdir. Ona yardım etmek için bize izin verir misin Allahım?” diye yalvardılar. Allah Teâlâ’nın izin vermesi üzerine bir melek Hz. İbrâhim’e gelerek:
“–Rüzgârlar emrime verildi. Arzu edersen ateşi darmadağın edeyim!” dedi. Diğer bir melek:
“–Sular emrime verildi. İstersen ateşi bir anda söndüreyim!” teklifinde bulundu. Bir başka melek:
“–Toprak emrime verildi. Dilersen ateşi yere batırayım!” dedi. İbrâhim (a.s.) ise, bu meleklere:
“–Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona râzıyım! Kurtarır ise, lutfundandır. Eğer yakar ise, kusûrumdandır. Sabredici olurum inşallah!” diye mukâbelede bulundu. Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken de İbrâhim (a.s.):
“Allah bize yeter, o ne güzel vekîldir” diyordu. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVII, 57-58; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 162-163; Kurtubî, el-Câmi‘, XI, 303)
İbn Abbâs (r.a.)’ın rivayetine göre Hz. İbrâhim bu sözü, ateşe atılırken söylemiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.s.) de bu sözü, “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakın!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine müslümanların imanları artmış ve hep birlikte: “Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek (bk. Âl-i İmrân 3/173) Allah’a karşı eşsiz bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir. (Buhârî, Tefsir 3/13)
İbrâhim (a.s.) tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâil (a.s.) geldi ve:
“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. Hz. İbrâhim:
“–Evet, bir dileğim var, fakat senden değil!” cevâbını verdi.
Cebrâil, İbrâhim (a.s.)’a hayretle:
“–Niçin Allah’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi. O da:
“–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 162)
Şâir bu cevâbı, “Âgâh olunca hâle, hâcet mi kalır suâle!” şeklinde mısrâya dökmüştür.
Allah Teâlâ, Hz. İbrâhim’in meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, onu Kur’ân-ı Kerîm’de: “O çok vefakâr İbrâhim” (Necm 53/37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir. Yine Cenâb-ı Hak, O’nu: “Rabbi ona: «Teslim ol!» buyurmuş, o da: «Bütün varlığımla Âlemlerin Rabbine teslim oldum» demişti” (Bakara 2/131) âyet-i kerîmesiyle de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.
İbrâhim Halîlullâh’ın bu yüce teslîmiyeti ve yalnız Hakk’a tevekkülü üzerine, o daha ateşin içine düşmeden Allah Teâlâ, ateşe “Ey Ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ 21/69) diye emretti. Bu emirle birlikte İbrâhim (a.s.)’ın düştüğü yer bir anda gülistâna döndü. Hatta bu emirle birlikte, yeryüzünde bütün ateşlerin belli bir müddet serin hâle geldiği söylenir. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVII, 58)
Nakledildiğine göre orada tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı. Bir rivayete göre, cennetten bir gömlek indirildi ve İbrâhim (a.s.)’a giydirildi. Bu gömlek, daha sonra İshâk (a.s.)’a, ondan Yâkub (a.s.)’a, ondan da Yûsuf (a.s.)’a intikâl etti. Hz. Yâkub’un gözleri âmâ olduğu zaman, Yûsuf (a.s.)’ın gönderip de gözlerinin açılmasına vesîle olan gömlek, işte bu gömlekti.
Hz. İbrâhim’i ateşe atmalarından sonra Allah onların üzerine en zayıf yaratığı olan sivrisineği Musallat etti. Aradan vakit geçmeden Nemrut, arkadaşlarının ve atlarının parıldayan kemiklerini gördü. Bu sinekler onların etlerini yemiş, kanlarını içmişti. Bir tanesi de Nemrud’un burun deliğine girdi ve beynine ulaşıncaya kadar önüne geleni kemirip durdu. İnsanlar arasında en değerli kabul ettiği kişi, demir bir balyozla kafasına vuran kişi oluyordu. O yaklaşık kırk yıl bu şekilde kaldı ve sonunda telef olup gitti.
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com
YORUMLAR