Engel mi Rahmete Vesile mi?
Fiziksel ve zihinsel olarak nâkıs yaratılan her bir insan toplum için bir nimet ve aynı zamanda Allah’ın rahmetini celbetmeye bir vesiledir. Meseleye sadece insani zaviyeden bakmak konuyu eksik anlamamız demektir.
İnsan hayatının kendisi başlı başına maddi ve manevi risklerle dolu iken, her gün bize yeni bir gün veren, her an nefes alıp verme gibi büyük bir nimeti bahşeden ve her attığımız adımda bizi ilahi rahmeti ile koruyan ve kuşatan Rabbimize hamdetmek, kulluk vazifemizin en başında gelmelidir.
İnsana dair hiçbir konu bizden ayrı değil ve her türlü sevinç de keder de insan içindir. Mümince bir tavır olarak, Rabbimizin ikramları karşısında her an derin bir şükür halinde olmak, umduklarımıza nâil, korktuklarımızdan da emin olabilmek için güçlü bir tefekkür ve tezekkür içinde olmalıyız. Dolayısı ile varlığımız tek başına bir şükür sebebi iken, insan olarak bedeni ve ruhi anlamda eksiğimizle var olmak ta yine bir şükrü gerektirir. Zira Allah bizi insan olarak yaratmış ve bütün varlık alemini de insanın hizmetine âmâde kılmıştır.
RABBİNİN MUHATABI OLAN TEK VARLIK
İnsan, bütün noksanlıkları ile Rabbinin muhatabı olan tek varlıktır. Sonsuz şükür duyguları ile kaleme aldığımız bu yazımızın, toplum içinde beraber yaşadığımız, hayatımızın bir gerçeği ve bir parçası olan engelli kardeşlerimizle hemhal olmaya vesile olması duygusu ile burada bazı düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.
Toplumların bilinçlenmesi de aynı insanlar gibi belli tecrübeler ve deneyimlerle gerçekleşiyor. Vahiyle beslenen toplumların tekâmülü, daha hızlı ve daha istikâmet üzere olması, Allah’ın o toplumları peygamber olarak vazifelendirdiği önder insanlarla muhatap kılmasından ileri gelmektedir. Bilinç düzeyi yüksek toplumlarda insana dair her işin daha doğru zeminde ilerlediğini görüyoruz.
İnsanlığın resmi veya gayri resmi mutabakat sağladığı temel bazı hususlar, dünyanın her yerinde aynı kurallara tabidir. Mevzu insan ise, farklı görüş ve ideolojilere göre değişiklik arz etmez ve ortaya konulması gereken davranış biçimi bu ortak sözleşmenin gereği ne ise o şekilde yapılır. İnsan hakları, özgürlükler, kişinin ruh ve beden dokunulmazlığı, temel ihtiyaçlarını giderme hakkı, düşüncelerini ifade etme hakkı gibi konular insandan insana, bölgeden bölgeye değişmeyen beynelmilel konulardır.
Yakın zamana kadar ‘özürlü’ olarak tanımlanan ve toplumun bilinç düzeyinin gelişmesi ile değişerek ‘engelli’ kavramı ile ifade edilen, doğuştan veya sonradan bir insanın ruhi ve bedeni açıdan uğradığı değişiklik aslında onun elinde olmadan meydana gelen bir durumdur. İnsan, kul olması bakımından kendisinin dışında ve gücünün üstünde gelişen hadiselere ilahi takdir zaviyesinden baktığı zaman kendi haline şükreder ve her hangi bir itiraz durumunda olmaz.
Engelli olmak, insan elinde olan bir durum olmadığı gibi, engelli kalmak da insanın normal şartlar altında kabul edebileceği bir durum değildir. Ancak bu, bir vakıa ve aynı zamanda her insanın muhatap olacağı bir durumdur. Yarını ile ilgili bir tasarrufu olmayan insan, içinde olduğu duruma şükretmeli, engeli olan başka bir insana da en hassas bir şekilde davranmalıdır. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık %15’i, yani yaklaşık 1 milyar insan, bir engel ile yaşamaktadır. Ülkemizde resmi kayıtlara göre 1.536.306 kişi farklı farklı engellere sahiptir.
Gerek devletin, gerekse sivil toplum kuruluşlarının engelli kardeşlerimize yönelik çalışmalarını ilgili bilgi kaynaklarından alabiliriz. Belki dikkat çekmemiz gereken temel konu, fert olarak engelli bir insana karşı nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiğidir.
HEMHAL OLMA DUYGUSU
En başta bir hemhal olma duygusu ile hareket etmeliyiz: “Benim de başıma bir şekilde böyle bir engellilik durumu gelebilir ve ben de bu gün fiziki olarak sağlıklı iken bir engel durumu yaşayabilirim.”
Eğer bu engel zihinsel ise o durumdaki insanlara karşı çok daha hassas, seçici ve fedakârlık duygusu içinde davranmak birinci görevimiz olmalıdır. Engelli olmayı bir eksiklik olarak görmek gibi bir hataya düşmemeliyiz. Hemen bakış açımızı gözden geçirmeli, engel olarak telakki ettiğimiz ne ise onun ne onu yaşayan ne de o durumda olan insanla bir ilgisinin olmadığına inanmalıyız.
İnsan, bu durumda olan insanlara karşı farklılık arz edecek davranışlardan da kaçınmalıdır. Her halde bize bir başkasının farklı bir durumumuzdan dolayı acımasını, olması gerekenden farklı bir davranış göstermesini istemeyiz. Onun için engelli olarak ifade ettiğimiz her bir ferde karşı ona yardım etme ve destek olmanın dışında, duygu bağlamında farklı bir gözle bakmamalıyız. Çünkü engel bedenlerde değil daha çok o bedeni durumu engel olarak gören bakış açısındadır.
Öte yandan fiziksel ve zihinsel olarak nâkıs yaratılan her bir insan toplum için bir nimet ve aynı zamanda Allah’ın rahmetini celbetmeye bir vesiledir. Meseleye sadece insani zaviyeden bakmak konuyu eksik anlamamız demektir. Eli olmayan bir insanın eli, gözü görmeyen bir insanın gözü, idraki az olan bir insanın idraki olmak görevi diğer insanlar için bir imtihan vesilesidir. Belki de toplumda psikolojik açıdan en rahat etmesi gereken insanlar belli engeli olan insanlar olmalıdır. Bu da etrafındaki insanların onlara yaşattıkları ve hissettirdikleri ile yakından ilgilidir.
MERHAMETİ EN ÇOK TELKİN EDEN DİN
İslam, merhameti en çok telkin eden bir dindir. İnsanın insana merhameti, insanın başka varlıklara olan merhameti de Allah’ın merhamet sıfatının bir manada insanda tecelli etmesi iledir. İnsan iman etmişse, merhamet duygusunu taşıyabilir ve etrafına o merhameti yaşattırır.
Civarımızda bulunan engel sahibi her bir kardeşimizin bize rabbimizin bir emaneti olduğunu unutmamalı ve onlarda olan maddi eksikliği tamamlayacak olanın da biz olduğunu bilmeliyiz.
Kaynak: Salih Zeki Meriç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 430
YORUMLAR