Erkekler Ailesinin Terbiyesinde Nelere Dikkat Etmeli?
Erkekler, âilesinin terbiyesinde nelere dikkat etmelidir? İşte cevabı...
Kadın ve çocukların, dînî, ahlâkî bakımdan olgunlaştırılması; onların dünya ve âhiret saâdetlerine sebep olacak şekilde terbiye edilmeleri erkeğe ait mühim vazifelerdendir. Nitekim bu vazîfe Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyân buyurulmaktadır:
“Ey îman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz…” (et-Tahrîm, 6)
Bu vazifenin çerçevesi, herkesin bulunduğu mevkî ve imkânlar ölçüsünde, eş ve çocuklardan başlayarak, evde bulunan hizmetçiler, komşu ve akrabalar, okul, hattâ kademe kademe bütün memleketi içine almaktadır. Çünkü âileler, içinde bulunan dış çevreyi oluşturduğu gibi etraftan da tesir alırlar.
BİR BABA AİLE FERTLERİNE KUR'ÂN EĞİTİMİNİ VERMELİ
Bir baba, âile fertlerinin Kur’ân-ı Kerim eğitimine ehemmiyet vermeli, yavrularına ibadet şevkini tattırmalıdır. Diğer taraftan dünya ve âhirete dâir yol-yordam, usûl ve edepleri de öğretmesi zarûrîdir. Bu çerçevede evlâtlarını, okul çağına geldiğinde yaz kurslarında, ardından da ilköğretimin bitişiyle birlikte Kur’ân-ı Kerim kurslarında mutlaka okutmalıdırlar. Bilhassa kız çocukları için bu daha da elzemdir. Unutmamalı ki, bir anne-babanın, çocuklarına bırakabileceği en kıymetli miras, âhiret mirasıdır. Yavrularını hâfız yapan, Kur’ân kültürüyle tezyin eden anne-babalara ne mutlu!.. Hadîs-i şerifte buyurulur:
“Kim Kur’ân-ı Kerîm’i okur ve onunla amel ederse, kıyâmet günü ebeveynine bir tâç giydirilir. Bu tâcın nûru, güneşin dünyâdaki bir eve konulduğunda vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ân-ı Kerîm ile bizzat amel edenin nûru nasıl olur? Bir düşünün!” (Ebû Dâvûd, Vitr, 14)[1]
Bugün yabancı bir lisân öğrenmek için bin bir emek verilip kolejler arasında kıyaslar yapılıyor, hiçbir masraftan da kaçınılmıyor. Buna karşılık Kur’ân kurslarını göz ardı etmek -hattâ küçümsemek- yavrularımızı o ilâhî kelâmdan ve onun rûhâniyetinden mahrûm bırakmak, ne hazin bir durumdur. Hâlbuki en güzel muvaffakıyet; öldükten sonra mânevî hayâtımız için akar temin edecek, arkamızdan duâcı olacak, hayırlı bir nesil bırakmaktır.
Çocuklarımız, Kur’ân’ın bereket ve feyiz dolu ikliminden, bilhassa peygamberlere ait kıssalardan ve bu kıssalardaki ilâhî mesajlardan haberdâr yetişmelidir. Şu âhir zamanda yavrularımızın rezalet çukurlarından ve dinsizlik âfetinden kendilerini koruması için böylesi bir îman heyecanı ile takviye edilmeleri elzemdir.
Bunun için Kur’ân eğitimi yanında Allah Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in siyeri, yani mübârek ve örnek hayatı üzerinde de yoğunlaşılmalıdır. Çünkü O, örnek ve müstesnâ yaşayışıyla Kur’ân’ın en canlı tefsîridir. Peygamber Efendimiz’in hayatı ile bütünleşmek ve onun sünnetlerini hakkıyla tâlim edebilmek için de, yaşayış ve ahlâk itibâriyle Allah Rasûlü’nün izinden yürümeli, O’na benzemeye çalışmalıdır.
ÇOCUKLARIMIZI KENDİ ŞEREF VE HAYSİYETİMİZE GÖRE YETİŞTİRMELİYİZ
Babaların ve annelerin vazifelerini aksatmaları ve evlâtlarına gerekli mânevî eğitimi vermemeleri neticesinde göz nûru yavrularımız, kötülüğe teşne olan medyanın çocuğu olarak maddeci bir zihniyetle büyümektedir. Onları âdeta televizyon emzirmekte, saçlarını televizyon şekillendirmekte, duygu ve hayallerini televizyon belirlemektedir. Böyle olunca anne-babaya, sadece onların isteklerini yerine getirme uşaklığı düşmektedir.
Hele televizyon, internet vesâire imkânlarıyla kötü program ve ahlâk dışı çukurlara düşen çocuklarımızın durumları, içler acısıdır. Yürekleri parçalayan bu hâllere râzı olmak, anne ve babalar için hesabı verilemeyecek bir azap sinyalidir. En basitinden Müslüman bir çocuk, ne esef vericidir ki, birçok yerli-yabancı sporcu ve artistlerin hayat hikâyelerini dahî ezberleyip onları örnek alıyor, onlara benzemek için çırpınıyor.
Ancak hakîkat ve saâdet yolunun rehberleri olan peygamberlerin isimlerini bile bilmiyor, onları tanımıyor, onların güzel ahlâkına yabancı olarak büyüyor ve onlar hakkındaki Kur’ânî mesajlardan ibret alamıyor. Bu hazin gerçeğin mânâsı, çocuklarımızı biz değil, yabancılar eğitiyor demektir. Yani maddesini büyütme yükü anne-babalara, ruhlarını yönlendirme ise yabancılara ait oluyor.
Külfeti anne-babalar çekiyor, menfaati yabancılara kalıyor. Onlar bu kültür ve eğitim galibiyetini ellerinde tuttukça bu hâl, yarın onlar tarafından bize karşı başka galibiyetlere kadar gider, Allah korusun. Onun için evlâtlarımızı çağın en amansız kültür savaşları ve eğitim kavgaları arasında eğitmede tarih önündeki imtihanımızı yine başarıyla mühürlemeliyiz. Kendi şeref ve haysiyetimize göre onları yetiştirmeliyiz. Ruh dünyasından giyim kuşama kadar evlâtlarımız, kendi kök ve gövdeleri üzerine yeşermelidir.
İNSANLIK HAYSİYETİNE UYGUN GİYİNME KAİDELERİ
İslâm, insanlık haysiyetine uygun giyinmeye dâir bâzı kâideler getirmiştir. Bunlardan biri, kıyâfetin vücut hatlarını ortaya çıkaracak derecede dar veya şeffaf olmamasıdır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âişe’nin kardeşi Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce, başını çevirmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey Esmâ! Bülûğa erdikten sonra kadınların, -yüzüne ve eline işaret ederek- şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 31)
Bu husus, İslâm’ın kadınlık şeref ve haysiyetini rencide eden davranışları engellemek için koyduğu temel kâidelerdendir. Kadınların yaratılış itibariyle sahip oldukları bu fazîlet ve şerefe gölge düşürmemek de kadın-erkek iki tarafın birlikte ve titizlikle riâyet edecekleri hususlardan birisidir.
Diğer taraftan bülûğ çağına ulaşmadan önce, erkek ve kız çocuklarının odalarını ayırmak da çocuklarımızın mânevî olgunlaşmaları ve şahsiyetlerinin oturması için dikkat edilecek hususlardan birisidir.
[1] Bu hadîsi, Gönenli Mehmet Efendi, bir hâfızlık cemiyeti vesîlesiyle zikretmiştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası, Erkam Yayınları, 2013