'esas Din İşte Budur' Dediler

Müslüman ismi, Hak’ka ve O’ndan gelene teslim olana verilen bir isimdir. İslâm gibi Hakk’ın razı olduğu yüce bir dine teslimiyete yol, imkân ve iktidar bulmak gerekirken, O’ndan kaçma adına bahaneler aramaya çalışan bir kişi, bu haliyle nasıl müslüman kalabilecektir? Bize düşen; İslâm’ı budamak ve yontmak suretiyle çağın ve çağdaş zorbaların kalıbına dökmek değil, kendimizden başlamak üzere yeryüzünü İslâm’ın cihanşümül kalıbına göre yeniden ıslah ve inşa etmek olmalıdır.

Allâh’ın râzı olduğu din, Hak’tan gelene tam bir teslimiyet anlamında İslâm’dır. Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, yani Hak’tan gelene değil de kendi aklına ve daha doğrusu nefsine indirgediği din anlayışına uyarsa, böylesi bir dindarlık, Hak katında asla kabul görmeyecektir.

Tarih boyunca, nice zorbalar ve menfaatperest kimseler, çoğu zaman Hak dinleri böylesi operasyonlara tabi tutmuş ve sonra da kendilerinin oluşturduğu dine “Esas din işte budur” diyerek nefs-i emmârelerinin kulu olmuşlardır. Hatta sapkınlıkları kendileri ile sınırlı kalmamış, başkalarını da böylesi bir kulluğa davet etmişlerdir. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz Ehl-i Kitâb’ın şahsında bunun örneklerini sunar:

“Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, «Bu, Allah’ın katındandır» derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” (Bakara Sûresi, 79)

ALLAH'IN DİNİNİ ILIMLI HALE GETİRMEK İSTEYENLERİN NİYETLERİ

Allah’ın dinini olduğu gibi değil de güya yumuşatarak yeni tabirle ılımlı hâle getirerek, idarî, siyâsî ya da mâlî otoritelere takdim edenlerin çoğu zaman niyetleri, âyet-i kerimede de işaret edildiği gibi maddî imkânlar elde etmek, makam, mansıp ve itibar devşirmek gibi dünyanın geçici menfaatleri olmuştur.

Bu iş yapılırken de başvurdukları temel metotlarından biri, Allah’ın âyetlerini bilerek çarpıtma yoluna tevessül etmeleridir. Zâhiren âlim görünüşlü böylesi kimseler, nefsânî arzularını âyetlere söyletmek adına, kelimelerin anlamları üzerinde oynamalar yapmışlar ve neticede hem kendileri sapmış ve hem de nicelerini Hak ve hakikatten saptırmışlardır. Rabbimiz saptırıcıları şöyle deşifre eder:

“Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden bir kısmı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederler.” (Bakara Sûresi, 75)

Allah’ın dini, kimsenin eğlence ve oyun aracı değildir. Kur’an ve sünnet metinleri, üzerinde rastgele görüş beyan edilecek, sıradan metinler de değildir. Fakat üzülerek ifade edelim ki nice kimseler, büyük bir cür’etle, usûl, üslup ve esas gözetmeden, ilmin gerektirdiği altyapı, ahlâk ve erdemi kuşanmadan, câhil cesaretiyle ve hoyratça din alanında kolayca ahkâm kesmekte ve hayâsızca ümmetin ilmî birikimine saldırmaktadır. Hâlbuki Allah’ın dini adına konuşmak, Allah adına konuşmak gibidir. Bu alan, bir anlamda mayınlı bir arazide yürümeye benzer. Ümmet, bu sahada söz söyleyebilecek olanlarda yüksek bir kıvam aramış ve böylesi bir kıvamı “ictihad makamı” olarak görmüştür. Rabbimiz bu konuda uluorta konuşanları şöyle uyarır:

“Kendi yalanınızı (âdeta) Allah’a isnat ederek öyle dilinize geldiği gibi yalan yanlış «bu helaldir, şu haramdır» demeyin; çünkü haberiniz olsun, Allah’a yalan isnad edenler asla kurtuluşa erişemezler!” (Nahl Sûresi, 116)

Allah’ın insanlığa büyük bir hakikat olarak gönderdiği ilâhî nizamı basite alarak, bu ulvî nimeti kendisiyle eğlenilecek ve oynanacak bir oyun hâline dönüştürenler şiddetle eleştirilmiş ve kendilerini büyük bir felâketin beklediği de şöyle hatırlatılmıştır:

“Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur’an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır. (En’âm Sûresi, 70)

ALLAH'IN DİNİNİ OYUN VE EĞLENCE MALZEMESİ YAPMAK

Allah’ın dinini oyun ve eğlence malzemesi yapmak, ne büyük bir basiretsizliktir. Ona sıradan bir bilgi gibi ve hatta masal gibi yaklaşmak ne acı bir bedbahtlıktır. Hâlbuki tertemiz bir hayata ve ebedî ufuklara açılmak için, şeytanın ve nefsin her türlü fısıltısından ve saptırıcılığından Allah’a sığınmak, büyük bir tazim ve itina ile ve tertemiz bir yürekle Hakk’ın dinine yaklaşmak icab etmez mi?

Bu ümmetin sâlih, sâdık ve müttaki âlimleri, dine karşı bu titizliğin lüzumunu çok iyi kavradıkları içindir ki, “Kur’an”, “peygamber”, “Kâbe”, “ezan” ve “namaz” gibi dînî şeâirden (alemlerden) herhangi birini hafife alan, alaya alan, eğlence malzemesi yapanlar hakkında küfre kadar varan hükümler vermişler ve cezai müeyyideler uygulanması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu konuda laubali davranışları asla tasvip etmemişlerdir. Bu itibarla hatırlatmak isteriz ki, insanları güldürme maksadıyla dini meseleleri fıkra malzemesi yapmak, son derece tehlikelidir. Böylesi maskaralıklara sessiz kalmak, onların pasif dinleyicisi olmak da aynı acı sonucu paylaşmak anlamına gelecektir.

Allah’ın gönderdiği dine gönülden teslim olamamanın günümüzde bir başka göstergesi de dinin naslarla belirlenmiş açık hükümlerini günümüz dünyasında uygulanamaz görerek, onları tarihsel ya da belli bir coğrafyaya has görmektir. Böylesi bir bakış açısı, mevcut şartların mahkûmu olmuş zihinlerin kirli ve necis bir ifrazatıdır. Böylelerine şu büyük hakikati hatırlatmak isteriz:

Kur’ân-ı Kerim’in Allah Resûlüne indirildiği dönemde, Hazret-i Mûsâ’ya indirilmiş olan Tevrât’ın üzerinden yaklaşık 2000 yıl geçmişti. Çeşitli kaygı ve mülahazalarla Tevrat’ın bazı hükümleriyle –özellikle kısas ahkâmı ile- hükmetmeyen Peygamberimiz dönemi Yahudileri hakkında Rabbimiz şöyle buyuruyordu:

“Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir. Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir”. (Mâide Sûresi, 44-45)

Müslüman ismi, Hak’ka ve O’ndan gelene teslim olana verilen bir isimdir. İslâm gibi Hakk’ın razı olduğu yüce bir dine teslimiyete yol, imkân ve iktidar bulmak gerekirken, O’ndan kaçma adına bahaneler aramaya çalışan bir kişi, bu haliyle nasıl müslüman kalabilecektir? Bize düşen; İslâm’ı budamak ve yontmak suretiyle çağın ve çağdaş zorbaların kalıbına dökmek değil, kendimizden başlamak üzere yeryüzünü İslâm’ın cihanşümül kalıbına göre yeniden ıslah ve inşa etmek olmalıdır.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 382. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.