Esma Binti Ebubekir (r.a.) Kimdir?

Esma Binti Ebubekir (r.a.) Resûlullah Efendimiz'in baldızı... Hz. Ayşe (r.a.) baba - bir kardeş... Hicret esnâsında hizmetteki firâseti, becerisi ve iş bilirliği ile meşhur bir hanım sahâbî... "Zâtunnıtakayn" lakabı ile tanınan ve dünyada iken cennet kuşağı giyebilme müjdesine nâil olan bir İslâm hanımefendisi... İlk müslümanlardan... Hz. Ebûbekir'in (r.a.) büyük kızı...

Esma Binti Ebubekir (r.a.) hicretten yirmi yedi yıl önce 595 m. senede Mekke'de doğdu. Babası Hz. Ebûbekir'dir. Annesi Cahiliye karanlığında kalan Kuteyle'dir. Babası vasıtasıyla İslâmla şereflenen Esmâ (r.anhâ) ilk 18 Müslüman arasında zikredilmektedir. O, baba ocağında İslâm'ın güzellikleriyle yetişti. Gür bir imana sahipti. Edeb, hizmet ve firâset gibi güzel ahlâkı hayatı boyunca ona kılavuz oldu. Akıllı, iş bilir ve becerikliydi.

O hicret esnasında gösterdiği firasetli hareketiyle tanındı. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin öğle sıcağında evlerine geldiğini gördü. Derhal kapıya koştu ve babasına: "İşte Resûlullah (s.a.) geliyor!" dedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) da: "Babam anam ona fedâ olsun. O önemli bir hadise olmadıkça bu saatte gelmezdi." dedi ve hemen karşılamaya çıktı. İçeri buyur etti. Efendimiz eve girdi ve: "Yanındaki kimseler dışarı çıksa!" buyurdu. Ebû Bekir (r.a.) da: "Yâ Resûlallah! Onlar iki kızımdır. Sır saklamasını bilirler. Bizi gözetleyen yabancı kimse yok." dedi. Bunun üzerine Efendimiz: "Allah Teâlâ'nın hicrete izin verdiğini birlikte Medine'ye gideceklerini" söyledi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) kendisini refikliğe kabul ettiği için sevincinden gözyaşlarını tutamadı. Derhal hazırlığa başladı. Kızları Hz. Âişe ile Hz. Esmâ da babalarına yol azığı hazırlamada yardımcı oldular. Deriden bir torbaya azık koyup bir kırbaya da su doldurdular. Azık torbasını ve su kabının ağızlarını bağlamak için bir parça ip aradılar, fakat bulamadılar.

İKİ KUŞAKLI SAHÂBÎ

Esmâ (r.anhâ) babacığının işâreti üzere belindeki kemeri çıkardı iki parçaya böldü. Bir parçasıyla azık torbasının, diğer parçasıyla da su tulumunun ağzını bağladı. İki Cihan Güneşi Efendimiz, Esmâ'nın bu candan alâkasını ve samîmî davranışını seyrediyordu. Son derece memnun oldu ve: "Ey Esmâ! Allah bu kuşağının karşılığında sana cennette iki kuşak versin" diye dua buyurdu. Efendimizin bu iltifatından sonra Esmâ (r.anhâ) "zatünnıtakayn = iki kuşaklı" lâkabıyla anıldı.

O, hicrette hayatını hiçe sayan bir fedakarlık gösterdi. Gece yarısı evden ayrılan Resûl-i Ekrem (s.a.) ile babacığını müşrikler takip etmekteydi. Sabah gün ışıyınca Ebû Cehil ve avânesinden bir grub Kureyşli kapılarının önüne geldi. Esmâ (r.anhâ) dışarı çıktı ve müşrikler gürühuyla karşı karşıya geldi. "Baban nerede Ebû Bekir'in kızı?" dediler. Esmâ da: "Bilmiyorum." diye cevap verince Ebû Cehil kin, nefret ve gazabından ona şiddetli bir tokat vurdu. Esmâ'nın kulaklarındaki küpeler yere düştü. Fakat o hiç telâşlanmadı. Bu uğurda her şeyi göze almıştı. Gerekirse ölecek, ama Rasûlullah (s.a.) ile babasının nereye gittiklerini söylemeyecekti. Müşrikler ondan bir şey öğrenemeyeceklerini anlayınca daha fazla vakit kaybetmemek için oradan ayrıldılar.

CENNET KUŞAĞI GİYEBİLME MÜJDESİNE NAİL OLAN SAHÂBÎ

İki Cihan Güneşi Efendimiz ile Hz. Ebû Bekir Sıddık (r.a.) Medine-i Münevvere'ye ulaştıktan bir müddet sonra Mekke'ye adam gönderdiler. Her iki ailenin de orada kalan fertlerini Medine'ye getirttiler. Esmâ (r.anhâ) ile havarim dediği ashâbından Zübeyr İbni Avvam (r.a.)'ı evlendirdi. Her ikisi de birbirine denkti. İkisi de İslam'a gönül vermişti. Hz. Zübeyr dünyada iken Cennetle müjdelenmiş bir iman eriydi. Hz. Esmâ'da dünyada iken "Cennet kuşağı" giyebilme müjdesine nail olmuş bir hanımefendiydi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz baldızı Esma (r.anhâ) ile en yakın sahâbîsi ve halazâdesi Zubeyr İbni Avvam (r.a)'ın nikâhlarını kıymıştı. Bu evlilikten nur topu gibi bir çocukları doğdu.

Esmâ (r.anhâ) hicretten sonra muhacirlerin Medine'de dünyaya gelen ilk çocuğu Abdullah İbni Zübeyr'e anne oldu. Bu ilk çocuk müslümanları çok sevindirdi. Zira yahûdiler muhacirlere büyü yaptıklarını ve bir daha çocuklarının olmayacağını, nesillerinin kesileceğine dâir yaygaralar atarak müslümanları tedirgin ediyorlardı. Abdullah'ın doğumu bu söylentilerin doğru olmadığını ortaya çıkardı. Bu evlilikten Esmâ (r.anhâ)'nın beş oğlan üç de kız çocuğu oldu. Oğulları Abdullah, Urve, Münzer, Âsım ve Muhâcir'dir. Kızları ise, Haticetü'l-Kübrâ, Ümmü Hasan ve Âişe'dir.

Esmâ (r.anhâ) evliliklerinin ilk dönemlerini malî sıkıntılarla geçirdi. Fakat yuvasında mutluluğu hiç eksik etmedi. Kendisi ilk yıllarını şöyle anlatır: Zübeyr beni aldığında ne parası ne de kölesi vardı. Hiçbir şeyi yoktu. Onun sâdece bir atı ve bir arazisi vardı. Atına yem verir, bakımını yapardım. Ev ve bahçe işlerini görürdüm. Hurma çekirdeklerini öğütür yem haline getirirdim. İhtiyaçların temini için elimden gelen her işi yapardım. Uzak yerlerden su taşırdım.

HAYAT ÖLÇÜSÜ

Bir gün Rasûlullah (s.a.)'in Zübeyr'e hediye ettiği bahçeden toplamış olduğum hurmaları başımın üzerine koyup getiriyordum. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizde bazı ashâbıyla birlikte oradan geçiyordu. Beni görünce devesini çöktürüp arkasına binmemi söyledi. Utancımdan deveye binmek istemediğimi anlayınca oradan ayrıldı. Eve gidince durumu Zübeyr'e anlattım ve şöyle söyledim:

"Başımın üzerinde hurma taşırken Rasûlullah ile karşılaştım. Yanında ashâbtan bazı kimseler vardı. Devesini çöktürüp binmemi söyledi. Fakat ben utandım binmedim. Bir de senin kıskançlığını hatırladım" dedim. Kocası Zübeyr:

"Ey Esmâ! Senin başının üzerinde hurma taşıman, Allaha yemin ederim ki, bana daha ağır gelir." dedi.

O, bir İslâm hanımefendisi olarak kanaatkârlığı ve mütevâziliği ile hayatın çilelerine sabrediyordu. Çektiği sıkıntıları yeri geldikçe babasına anlatıyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) kızının her işe koştuğunu ve çok yorulduğunu görünce ona bir hizmetçi gönderdi. Esmâ (r.anhâ) buna çok sevindi ve "Babam hizmetçi göndermekle beni kölelikten hürriyetime kavuşturmuşcasına memnun etti" diyerek sevincini ve şükran hislerini dile getirdi.

O, eli açık, gönlü zengin cömert bir hanımdı. İki Cihan Güneşi Efendimiz ona: "Ey Esmâ! Elini bağlama. Aksi halde Allah da sana olan ihsanını bağlar." buyurdu. O da bunu kendine hayat ölçüsü yaptı. İhtiyaçtan fazla yanında bir şey bırakmadı. Hepsini fakir fukaraya dağıttı. Kendisi sâde bir hayat yaşadı. Çocuklarına da cömert olmalarını tavsiye ederek şöyle öğüt verdi:

"Malınızı Allah yolunda harcayın. Sadaka verin. Bir hayrı geriye bırakmakla hiçbir şeyi fazlalaştırmış olmazsınız. Sadaka vermekle malınızın eksileceğini zannetmeyiniz." dedi.

Oğlu Abdullah annesi Esmâ ile teyzesi Âişe (r.anhâ) kadar cömert bir kimse görmediğini söyler. Teyzesinin eline geçen şeyleri biriktirip belli bir miktara ulaştıktan sonra dağıttığını, annesinin ise eline geçeni ertesi güne bırakmadan hemen verdiğini nakleder. Bir gün evde -muhtemelen vereceği bir sadakayı- sayıp hesaplarken Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz ziyaretine geldi. Onun bu durumunu görünce; "Sayma, sonra Allah da sana sayarak verir" buyurdu.

Esmâ (r.anhâ) sabırda da örnek bir kişiliğe sahipti. Halini insanlara şikâyet etmezdi. Hastalandığı zaman ah!, of! demezdi. Cenâb-ı Hakk'tan geldiğine ve mü'mine gelen dert ve belânın ya manen derecesinin artmasına veya günahlara keffaret olduğuna inanırdı. Allah'a duâ etmeye, ona sığınmaya ve yakınlığa vesile bilir sabır ve tevekkülle karşılardı. Bir defasında şiddetli bir baş ağrısına yakalandı. Elini başının üzerine koydu ve büyük bir teslimiyet içerisinde:

"Gerçi başım çok ağrıyor. Fakat Allah'ın affetmesini temenni ettiğim günahlarım çoktur." Diye tazarru ve niyaz etti.

O, dîni bütün, imânî vecde sahip bir hanımdı. Allah ve Resûlüne tam bağlıydı. Kafasına takıldığı hususlarda hemen Efendimize müracaat ederdi. Bir gün annesi Kuteyle ziyaretine geldi. Cahiliye devrinde babasından boşanmış ve henüz İslâmiyet'e gelememişti. Yıllar sonra yanına kuru üzüm, yağ gibi birkaç parça hediyeler alarak Medine'ye geldi.

Esmâ (r.anhâ) onun müslüman olmadığını düşünerek kendisini ve hediyelerini kabul etmekte tereddüt gösterdi. Durumu kız kardeşi Hz. Âişe (r.anhâ)'ya bildirerek Rasûlullah (s.a.)'e sormasını istedi. İki Cihan Güneşi Efendimiz: "Annesini içeri alsın ve hediyelerini de kabul etsin" buyurdu.

Hz. Esmâ derhal emri yerine getirdi ve annesini içeri aldı. Müşrik de olsa ona hürmette, hizmette kusur etmedi. Bu hadise üzerine Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeyi inzal buyurdu. Meâlen:

"Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Doğrusu Allah âdil olanları sever."(Mümtehime sûresi / 8)

Esmâ (r.anhâ) Fahr-i Kâinat (s.a.)'in aile ortamında bulunup feyiz alan sayılı sahâbîlerdendir. Baldızı olması sebebiyle sık sık huzurunda bulunurdu. Bir defasında üzerinde ince bir elbiseyle Efendimizin hânesine geldi. Efendimiz onu o halde görünce yüzünü çevirdi ve şu hatırlatmada bulundu:

"Ey Esmâ! Bir kadın âdet görmeye başladığı zaman (eline ve yüzüne işaret ederek) şu ve şu uzvu dışında başka yerini göstermesi câiz değildir" buyurdu.

Hz. Esmâ bu hatırlatmadan sonra hayatının sonuna kadar tesettür ile ilgili bu emre en güzel şekilde uydu. Vücudunun hatları belli olmayacak tarzda örtünmeye gayret etti. Tesettürü kadının iffeti, namusu bildi. Allah ve Resulünün emrine boyun eğdi.

Bir defasında oğlunun aldığı çok pahalı fakat ince bir elbiseyi geri gönderdi. Oğlu bu hareketine gönül koydu ve: "Anne bundan vücut görünmez" dedi. Esmâ (r.anhâ) da: "Altını göstermez fakat vücut hatlarını belli eder" dedi. Oğlu: "O halde size kalın elbise alayım anneciğim" dedi. Gidip annesinin razı olacağı bir elbiseyi alıp getirdi. Esmâ (r.anhâ) onu kabul etti ve: "İşte bana bunun gibi elbise giydir" dedi.

BİR ANNEDEN OĞLUNA HİKMETLİ ÖĞÜTLER

O, kendine güvenli, kararlı, sabırlı, metanetli ve iman dolu bir kalbe sahipti. Yüz yaşlarına ulaşmasına rağmen cihad aşkıyla yanan bir yüreği vardı. Haccâc-ı Zâlime karşı Mekke'de yiğitçe çarpışan oğlu Abdullah ibni Zübeyr'e yaptığı öğütler onun bu iman gücünü gösteriyordu. O, tarihî ve edebî bir vesîka kabul edilen konuşmasında oğluna şöyle seslenmişti:

"Ey oğlum! Şerefinle yaşa, izzetinle öl, fakat kesinlikle esir düşme!...

Sen kendini daha iyi bilirsin. Eğer doğru yolda olduğuna ve Hakk'a davet ettiğine inanıyorsan yolunda devam et. Senin bütün adamların, arkadaşların bu yolda öldü. Boynunu Benî Ümeyye oğlanlarının ellerine teslim edip oynatma!

Eğer bunu dünyalık kazanmak için yapacaksan, sen ne kötü bir kulmuşsun! Böylece hem kendini hem de senin yanında yer alanları mahvetmiş oldun demektir.

Eğer "Ben doğru yoldaydım. Fakat arkadaşlarıma bezginlik gelince gücümü kaybettim" diyorsan, bu, yiğitlerin yapacağı iş değildir.

Dünyada daha ne kadar yaşayacaksın? Ölmek daha iyidir." dedi.

Hazreti Esmâ (r.anhâ) bu tarihî konuşmadan sonra oğlu ile vedâlaştı. Gözlerini kaybettiği için elleriyle oğlunu sıvazlarken üzerinde zırh bulunduğunu anladı. Bunun üzerine Abdullah'a:

"Yavrum! Bu şehitlik isteyenlerin yapacağı iş değildir" diyerek zırhını çıkarmasını istedi. Kendisine duâ etti:

"Allah'ım! Onu sana havale ettim. Onun için takdir ettiğine râzı oldum. Bana ondan dolayı sabredenler sevabı ver" dedi. Yüz küsür sene yaşadığı rivayet olunan Hz. Esmâ (r.anhâ) oğlunun şehâdetinden bir kaç gün sonra Mekke'de 73. hicri senesinde vefat etti. Kendisinden seksen beş hadis rivayet edildiği nakledilir.

Cenâb-ı Hak'tan onun ibretlerle dolu hayatından dersler alabilmeyi ve şefaatine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 194/5

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • çok güzeldi elinize emeğinize sağlık .

    daha kisa olabilirdi. kucuk bir odev icin tum yaziyi okumak zorunda kaliyoruz.

    • Uzun uzun yazılar okumaktan keyif almalıyız.
      Emin olun ki sahabelerin hayatı buna değer.

    kısaca anlatınız

    çok güzel ve akıcı anlatılmış çok beğendim ellerinize sağlık

    85 hadis değil, 58 hadis rivayet etmiştir. Burada yanlışlık var. ama çok güzel anlatılmış baya etkilendim.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.