Esmâ-ül Hüsnâ’nın Tecelli Ettiği Mekânlar

KUR’ÂNIMIZ

Dünya hayâtında yaşadığımız ibâdet, muâmelât ve ahlâk ile alıp verdiğimiz bütün nefesler, son nefesimizin bir nevî pusulası hükmündedir. Aynı zamanda âhiretteki hâlimizin daha bu dünyadaki tercümânı gibidir.

Kıyâmete kadar sürecek olan kabir hayâtımız, dünyadaki vaziyetimize ve amellerimize göre şekillenecektir. Ölümü bir hüsran olmaktan kurtarıp bir zafere dönüştürebilmek, onu mâtem değil de “Şeb-i arûs” hâline getirmek, ölümden sonraki arzu ettiğimiz adrese hazırlanıp ölmesini bilenlerin kârıdır.

ESMÂ-ÜL HÜSNÂ’NIN TECELLİ ETTİĞİ 3 MEKÂN

Böyle kullar, kâinâtta zikrullâh ve seher hususunda ömürlerini en bereketli şekilde geçirirler. Yâni kâinattaki zikrullâh halkasına dâhil olurlar ve bilhassa zikrin en feyizli ânı olan seher vakitlerini ihyâ ederler. Seherlerin, gündüzlerinin minyatür bir modeli olduğunu ve seherlerini uykuya mahkûm edenlerin; çöle, denize ve yalçın kayalıklara yağan bereketli nisan yağmurlarının hebâ olması gibi, bu bereket ve feyizden mahrum kalacaklarını bilirler. O has kullar böyle bir gaflete düşmemek için de Kur’ân ve tefekkür iklîminden uzak kalmazlar. O iklîmde öğrenirler ki: Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî sıfatlarının bu âlemde kâmil mânâda üç tecellî mekânı vardır: İnsan, Kur’ân ve kâinât... Bu üç tecellîden kâinât, câzibe âyetleri ile dolu bir tecellî ve esrar kitabı; esmâ-yı ilâhiyyenin fiilî tecellîsi, âdeta sessiz bir Kur’ân...

Kur’ân da, kelâma bürünmüş bir cihân… İnsan ise, her ikisinin kavşağında bulunan bir irfan mihrâkı ve tecellî âbidesidir. Bu şuurla yaşayan ârifler, Kur’ân ve tefekkür iklîminde idrâk etmişlerdir ki; Kur’ân dâimâ önde, ilim onun arkasında devam etmektedir. Zîrâ Kur’ân, âciz bir insanın ilmi değil, bu dünyadaki bütün ilimlerin kâidelerini vazederek insanlara lutfeden Rabbin ilmidir. Aynı zamanda ilmî keşiflere vâsıta olan idrakleri yaratan da O’dur. Bu bakımdan Kur’ân ve tefekkür hakkında söylenecek şudur: Zerre kadar bir çınar tohumunun münbit bir toprak vâsıtasıyla koca bir ağaç hâline gelerek kazandığı muazzam ihtişam gibi bizdeki tefekkür ve tahassüs istîdâdının da Kur’ân’la beslenip güçlenmesi neticesinde ulaşılabilecek hakîkatler ne kadar muhteşemdir. Bu itibarla Kur’ân’ın, o bitip tükenmez feyzi ve yüce irşâdı olmasaydı tefekkür ve tahassüs kabiliyetimiz, münbit topraktan mahrum kuru bir tohum gibi kalırdı. Dolayısıyla biz kullar için, Kur’ân sâyesinde gerçekleşen ilâhî ihsânın yüceliğini ve sonsuz azametini idrâk etmekten daha büyük bir nîmet olamaz.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları, 2013