Eşref-i Mahlukâtsın Sen Ey İnsan!
Kazanırken her şey mubah, dağıtırken kırkta bir mi? Bu duruşta bir yanlışlık görmeyen o gözler, kör mü?
Son zamanlarda, neredeyse bütün şehir merkezlerinin benzer bir sûrete büründüğüne ve mantar gibi çoğalan alışveriş merkezlerinin hemen hemen tamamında aynı markaların boy gösterdiğine şâhit oluyoruz.
Bu markaların çoğu, ahlâk anlayışı ve dünya görüşü açısından da pek geniş meşrepli. Zaten, gerek vitrinlerinde, gerekse reklam afiş ve filmlerinde bunu büyük bir rahatlıkla ortaya koymaktan çekinmiyorlar.
Öyle anlaşılıyor ki onların, “İslâm” gibi aziz bir dinleri yok. Böyle olunca, İslam anlayışına uygun edepli reklam afişleri bastırmalarını, Allah rızâsına uygun bir çizgide çalışmalarını bekleyemiyoruz. Bu kimseler için Allah’tan, öncelikle îman diliyoruz.
Asıl derdimiz, “Dinim İslâm, kitabım Kur’an” diyenlerle. Zira görünen o ki, merkezine “Dünyâ Kârı”nı alan, başarısının mihengi maddî kazanç olan firmalar, neredeyse her yerde diğerleriyle benzer tavırlar sergiliyor, benzer düsturları benimsiyorlar. Büyüyüp Dünya’ya açılalım derken, Allah’ın hoş görmediği bir takım işleri hoş görmeye başlıyorlar. Bunu, istihdam ettikleri kişilerden, çalışma stillerinden ve reklamlarında kullandıkları görsellerden anlıyorsunuz. Öyle ki gün geliyor, Müslüman patronların kurduğu şirketlerle, Gayri Müslimlerinki arasında pek bir fark kalmıyor. Bu durumda, hangi şirketin neye hizmet ettiğini anlamak, temelli zorlaşıyor. Kazandıkları paranın hiç küçümsenemeyecek bir bölümünü futbol kulüplerine yedirip ziyan ediyor olmaları da ayrı bir mevzu. Bilmiyoruz ki acep, o âlemde racon bu mu…?
Bir firmanın kâr yapmak, kârıyla sosyal aktiviteler organize etmek ve mevcutlara destek vermek istemesi çok tabiidir. Dünyaya açılmak düşüncesi de son derece saygıdeğerdir. Hatta Müslüman bir işadamı, Habeş kralı Necâşî’ye tebliğ mektubu göndermiş bir Peygamberin ümmeti olarak, Dünya çapında hizmeti vazîfe addetmelidir. Ticâret helâl ve sünnet; tebliğ de farz olduğuna göre, biri diğerini destekleyen müthiş birer kuvvet olabilir. Hangi şartla? Peygamber üslûbundan taviz vermemek şartıyla!
Zaten bizi ilgilendiren kısım da burada başlıyor. Çünkü kurucuları ve yöneticileri Müslüman olan şirketlerin, toplumu harama, daha da kötüsü, haramları helâl gibi algılamaya sürükleyen Peygamber üslûbundan uzak reklam anlayışları sebebiyle, yukarıda bahsettiğimiz kuvvet, daha en baştan zaafa uğramış oluyor.
Müslüman firmalarla ilgili olarak araştırma yaptığım günlerde karşılaştığım bir röportajda, kendisine “Kazancınızın yüzde ellisini bir yardım faaliyetine aktarmayı düşünür müsünüz?” diye sorulan firma sahibi şu cevabı veriyordu:
-“Ben Müslümanım. Bu sebeple verirken, Allah’ın sınırlarına uyarım. O sınır da kırkta birdir.”
Bu diyaloğu okuyunca, hak vermeyi çok isterdim; fakat o patronun çalışma tarzına baktığımda, aynı hassasiyeti göremedim.
Piyasada, benzeri birçok örneğin var olması, Müslümanlar adına endişe vericidir. Çocuklarımızın ahlâkında onarılması güç bozulmalara sebep olan, en az uyuşturucu kadar sakıncalı yarı çıplak çizgi film kahramanları üzerinden reklam yapmak, tesettür adıyla kadın câzibesi pazarlamak, İslâmî değildir.
Acep Kur’an ve sünnet ile taban tabana zıt bu duruşlar, birilerine hoş görünme arzusu mu, “Herkese eşit mesâfedeyim” tavrı mı, yoksa dış ticarette yükselerek İslam adına daha büyük hizmetlere imza atma telâşından kaynaklanmış tuhaf ve vahim bir şaşkınlık mıdır? Allah aşkına, kataloglardaki mini etekli kadınların, fötr şapkalı adamların anlamı nedir? Satarken her şey mubah da dağıtırken mi kırkta bir?
Sorarım, Hazreti Peygamber bu şirketlerin kapısından içeri girse, oralarda çalışan insan tiplerine, duvarlara monte edilmiş reklam panolarına, bastırılmış kataloglara baksa, tebessüm eder mi? Memnun olup “Maaşallah, başarılarınızın devamını dilerim!” der mi?
“İşte bu, kendisine milyonlarca para aktardığımız mankenimiz” diyerek tanıştırabilir misiniz, Peygamber Efendimizle reklam yüzünüzü? “Bu adam, toplumun ahlâksızlığına katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramıyordu; lâkin çok popülerdi, onu seçtik” diyerek savunabilir misiniz, reklam sesinizi? Sâhi, Hazreti Peygamber gelse, yine aynı yabancı müzikleri bangır bangır çalar mısınız mağazalarınızda? Yine aynı makyajlı satış personelleriyle hizmet sunar mısınız?
Vedâ Hutbesi’nde, “Şâhit ol Yâ Râb!” diyerek eksiksiz yaptığı tebliğini hakkıyla tamamlayan o Peygamber gelse, “Benim Koleksiyonum!”diye gururla takdim ettiğiniz o daracık pardesülerden hangisini kızı Fâtımâ için alır? O daracık pantalonlardan ve gömleklerden hangisini dâmâdı Ali için ayırır?
“Efendim, biz bir Dünya markasıyız!” deyip durumu mâzur göstermeye çalıştığınızda, pek mahzûn ve kırgın, “Ya Âhiret..?” diye sorsa o Rasûl, ne cevap verirsiniz?
Evet, kasalarına haram karışmış olan şirketler, ne yazık ki başkalarının değil, bizim. Üstelik malları raflarda kalmayıp, en yüksek fiyatlardan alıcı buluyor. Peygamberin teveccüh göstermeyeceği besbelli olan o “Moderen” urbalar, piyasada çatır çatır satılıyor. Ve bu firmaların sahipleri, kendilerine yapılan îkazlara, “Arz talep meselesi, ne yapalım halk bunu istiyor” tarzında cümlelerle cevap veriyor.
Merkeze Hakk’ın rızâsını değil de halkın memnuniyetini alınca, “Bir Dünya Markası Olmak” diye şişirilen hedefe ulaşmak kolaylaşıyor. Çünkü o vakit şeytan, işin önünü açıyor. Dünya başarısı kazanmış insanlar, dünya ehli tarafından sayılıp, alkışlanıyor.
Asıl zor olan, “İki Dünya Markası Olmak” kardeşim!
Asıl çetin olan, Allah’ın rızâsından, Peygamberin de sünnetinden tâviz vermeden, âhiret kaygısıyla çalışmak. Mârifet ahlâkî titizlikler göstererek, sapasağlam bir Müslüman duruşuyla Dünya’ya açılmak! Bu, azmedildikten sonra başarılamayacak bir şey mi? İki cihan saadeti için sebat edenin yardımcısı Allah ve O’nun emir ve yasakları da apaçık ortada değil mi?
İşadamlarımız iyi bilir: Ticâret helâldir; lâkin sirke satabilirsiniz de şarap satamazsınız. Çünkü şarap sarhoş edici, aklî melekeleri zaafa uğratıcı, nice başka kötülüğe de davetiye çıkarıcı bir maddedir ve haramdır. Haramın reklamı da haramdır.
Peki, kadını en câzibeli hâlleriyle reklam unsuru olarak kullanmak, haram bir hayat tarzını gençlerin gözüne gözüne sokmak neyin nesidir? Böyle bir günâhın kefareti, hayır fonunuza koydurduğunuz 3-5 kuruş mudur? Yarın kabirde sormazlar mı adama, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, diye? “İşler başka türlü yürümüyor” nakaratıyla çamura yatmak ve vicdânının sesini duymazdan gelip sisteme esir olarak bile bile günaha batmak, çok ciddi bir îman zâfiyetinin göstergesi değil midir?
Âhirette kârlı çıkmamıza sebep olacak iş, Dünya’da zarar gibi görünse de kârdır. Âhirette zarara girmemize sebep olacak iş, Dünya’da kâr gibi görünse de zarardır. Kardeş, kardeşin zararını istemez. Onu îkâz ederken, zarar etsin de zor durumda kalsın, diye düşünmez. Vallahi, bu kadarcık da söylemezsek, nefsimizi ve neslimizi korumak husûsunda büyük ihmalkârlık göstermiş, birbirimizi uyarmadığımız için de topluca cezâya müstehak olmuş oluruz.
Şimdi insaf edin de söyleyin! Artık durup, “Bu gidiş nereye?”diye sormanın zamanı hâlâ gelmedi mi?
Neslihan Nur Türk - 2014 - Aralık, Sayı: 346, Sayfa: 042 - Altınoluk Dergisi