Ev İçi Mahremiyet
İslâm’da “sedd-i zerâyî” denilen bir mefhum vardır. Yani harama giden veya götüren yolları tıkamak/kapatmak... Bunu yapmak ferdin elindedir. Fertler bu hassasiyeti taşıyıp uyguladıkça, önce kendilerinin, sonra toplumun harama meyli azalacaktır.
Bedenimiz, bizim en büyük emanetimiz olduğu kadar sırrımızdır. Görünen yerler müstesna olmak üzere nâmahremden şiddetle sakınmamız, hem bir emirdir, hem de bir şuur hâlidir. Fıtratımızda saklı olan “kıskanma” meylinin en çok kullanılması gereken yer, bedenimiz olmalıdır. Bunu yaparken günahı da küçük görmemek gerekir. Meselâ çok sık başımıza gelen kol bileğimizin açılması yahut bileği açıkta bırakır tarzda yarım kol giyilen bluzlar, ayak bileklerini açıkta bırakan araboy etekler veya -giyenler için- paçası kısa pantolonlar bize mahrem olan herkesin yanında rahatlıkla tercih edilebilir.
Fakat nâmahrem olan kimselerin yanında bileğimize kolluk takmalı, üzerimize uzun kollu bir tunik yahut gömlek almalıyız. Araboy eteklerimizin altına eğer ince çorap giymişsek ya kalın ve teni göstermeyen bir çorap giymeli veya daha uzun bir etek giymeliyiz. El ve ayak bilekleri, insanın fiziğinin ipuçlarını veren, aynı zamanda alımlı ve dikkat çekici noktalardır. Ayak bileklerini apaçık ortaya çıkaran kısa pantolon modası, tesettürle asla bağdaşmamaktadır.
“-Bir şey olmaz!” sözü, günahı küçük görmekten başka bir şey değildir. Suya düşen damlaların ortaya çıkardığı hâleler gibi gittikçe çoğalır, etrafa yayılır. Bizi örnek alanlara model olur. Hem bizi yakar, hem de başkalarını…
İslâm’da “sedd-i zerâyî” denilen bir mefhum vardır. Yani harama giden veya götüren yolları tıkamak/kapatmak... Bunu yapmak ferdin elindedir. Fertler bu hassasiyeti taşıyıp uyguladıkça, önce kendilerinin, sonra toplumun harama meyli azalacaktır.
Meselâ âilemizden olmayan yabancı erkeklerle her zaman ve zeminde karşılaşabiliyoruz. Dış dünyada onlarla karşılaşmamızın çeşitli sebepleri olabilir. Tesettürlü hanımlar zaten dışarıda eğer hâl, konuşma ve hareketlerine dikkat ederlerse bir fitne ortamı kolay kolay oluşmaz. Hâdisenin düğümlendiği nokta, “ev oturmaları” oluyor ki, onun da kilit noktası, yabancı erkeklerle aynı odada oturma hâli oluyor. Çoğu zaman karşılaştığımız, belki aynı ortamı paylaştığımız kimselere bile anlatmakta zorlandığımız bir durum olabiliyor “birlikte oturma” meselesi.
Biz hanımlar, yaratılış îcabı giyimi-kuşamı, konuşmayı, güzel koku sürmeyi, hele ki misafirimiz geldiğinde girip çıkmayı, ikramı seven insanlarız. “Yabancı erkekle bir arada oturmama” uyarısının temelini oluşturan şey, işte bu durumların “kalbinde hastalık olan kimsenin” o hastalığını nüksettirmesi... Zarurî durum varsa, bir yelek, uzun bir tunik, bir ferace tercih edilerek ve lüzumsuz konuşmalara mahal vermeyerek o misafirlik yahut kabul tamamlanabilir.
Fakat zaruretin dışında, daha evlenmeden kadın ve erkekler olarak yabancılarla bir arada oturmama hassasiyetimizi birbirimize ifade etmiş ve onay almış olmalıyız. Bu noktada ifade ediş tarzımız, takındığımız tavır ve duruşumuz, tam mânâsıyla bir bütünlük arz etmeli, ayrıca kırmamalı, kırılmamalıyız. Zira daha birbirini yeni tanıyan çiftler ve âileler, bu noktada birbirlerini yanlış anlamakta, zanda bulunmakta, kırmakta, kırılmakta, hatta birbirlerine tavır yapmaktadır. Böylece âilelerde huzursuzluk oluşmaktadır.
Bu yazımızda, kötü örnekler verip kötülüğün yayılmasına, nefislere kapı açılmasına lüzum yoktur, fakat bilhassa arkadaşların davet edildiği yemekli misafirliklerde genç çiftlerin çok çok dikkatli olması gerektiğinin altını çizmek gerekir. Maalesef en çok hatanın yapıldığı zaman ve zemin, bu tür arkadaş oturmaları olmaktadır. Şunu unutmamalıyız ki, ne eşimizin arkadaşı bizim abimizdir, ne de biz bir başkasının yengesiyiz. Buna ilâveten haram-helâl hassasiyetini abartıp misafirle köşe kapmaca oynarcasına ondan kaçmak, kendini ısrarla gizlemeye çalışmak da dikkatleri üzerimize çeker.
EV İÇİ MAHREMİYET
Bir adam Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“-Annemden de (eve girerken) izin isteyecek miyim?” diye sormuştu. Efendimiz:
“-Evet, annenden de izin isteyeceksin!” buyurdu. Adam:
“-Ama onun benden başka hizmet edeni yok, her girişimde izin mi isteyeyim?” deyince:
“-Annenin mahrem yerini görmeyi arzu eder misin?” cevabını verdiler. (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, VI, 173)
Ergenlik çağına yaklaşan, hattâ namaz kılmaya alıştırılan (yedi yaş ve üstü) her kız ve erkek çocuk; anne-babasına, kardeşlerine, âile fertlerine karşı mahremiyetin sınırlarını da çizmiş olmalıdır. Bilhassa kız çocukları babası ile, erkek çocukları annesi ile yumuşak geçişler yaparak araya hafif sınırlar koymalı; bunu yapmayı da anne-baba, çocuğuna öğretmelidir. Ensest (sapık) ilişkilerin duyulmaya, hattâ yayılmaya başladığı günümüzde yukarıdaki hadîs-i şerif, büyük değer kazanmaktadır. Hiç kimse ne annesini, ne de babasını uygunsuz hâlde görmek istemediği gibi, hiçbir ebeveyn de evlâdına uygunsuz görüntü vermek istemez.
Câhiliye devrinde indirilmiş olan İslâm Dîni, hem dönemin Arap toplumunu terbiye etmiş, hem de asırlardan günümüze ve geleceğe kadar bizlere âdâb, düstur öğretmiştir. Bu durumda ebeveynler, daha küçük yaşlarında çocuklarına ayıp kavramını abartmadan, eğlenceli bir şekilde öğretmelidirler. Çocuğun bezini değiştirirken çok hassas olunmalı, onun mahremiyeti gizlenmelidir.
Anneler, evlâtlarını doyururken de hassas olmalı, mahremi bile olsa bakışlardan sakınmalıdır. Zira dedikoducu bazı hanımlar, emziren annenin vasıflarını âilesine, eşine dostuna anlatabilir.
Yine Allah Rasûlü bir hadîs-i şerîflerinde:
“Bir kimse izinleri olmaksızın insanların evlerinin içine bakarsa, gözünü çıkarmaları onlara helâl olur.” (Müslim, Adâb, 43) buyurarak, böyle kimselerin yaptıkları cürmün ne kadar büyük olduğuna işaret etmiştir.
Yavrularımıza Kur’ân, hadis, ezber öğretmeden evvel, edeb-âdâb öğretmeliyiz. Zira isteyen bir müslüman, hele ki günümüzde, Kur’ân-ı Kerîm’i okumayı ve ezberi çok rahatlıkla öğrenebilir. Fakat erken çocukluk döneminde, bilhassa okul çağına kadarki dönemde temel âdâb kuralları çocuklara drama, oyun, eğlence, kukla gibi türler kullanılarak öğretilmeli; şuur hâline getirmesi sağlanmalıdır. Bu yönde eğitilen çocukların zamanla ebeveyninin hatalarını düzelttiği, onları yönlendirdiği görülmüştür. Bunların eğitimi geciktirilmeden verilmeli yahut çocuk bu yönde eğitim veren kurumlara gönderilmelidir.
HEDEFİNDEN SAPMIŞ BAKIŞLAR
Cerîr -radıyallâhu anh- şöyle der:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e (bir nâmahremi) ansızın görmenin hükmünü sordum:
“-Hemen gözünü başka tarafa çevir.” buyurdu. (Müslim, Âdâb, 45)
Son yıllarda dindar erkek ve hanımlarda bile kaçamak bakışlar, âile yuvasına zarar verecek mesajlaşmalar, yasak ilişkilere mahal verecek durumlar ve maalesef aldatmalar baş göstermektedir.
Bunların türlü sebepleri olabilir. Kişi istemeden yanlış bakışların hedefi de olabilir. Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere, bakışımızı çevirmemiz:
“-Ben Allah’tan korkarım!” dememiz, ehl-i tarîkın yaptığı gibi “nazar ber kadem” (ayak uçlarına bakarak yürümek) hassasiyetinizi kazanmamız zarurîdir.
KOKU SÜRMEK
Allah Rasûlü’ne dünya hayatında sevdirilen üç şeyden biri de güzel kokudur. Cenâb-ı Hak, insanı güzel kokuya duyarlı yaratmıştır. Kokular, kimi zaman bizi geçmişe, kimi zaman da uzaklara alır götürür.
Fransa menşeli parfüm endüstrisi, kokuları insan psikolojisine göre imal etmiş ve bu hususta başarılı olmuştur. Erkekler için hanımların hoşlandığı kokular özenle seçilip şişelenmiş, hanımlar için de erkeklere câzip gelecek kokular hazırlanmıştır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kadın -başkalarının dikkatini çekmek için- koku kullanır ve (erkeklerin oluşturduğu) bir topluluğa uğrayıp da kokusunu o insanlara hissettirirse zinâ etmiş gibidir.” (Tirmizî, Edeb, 35) buyuruyor.
Yaşadığımız çağda türlü sebeplerimiz var, güzel koku kullanmak için... Bunların başında “Ter mi kokayım?” gibi itirazlarımız oluyor; bu hadîsi hatırlayıp hatırlattığımız zaman… Dışarı çıkacağımızda parfüm şişemizi yahut kullandığımız esansı çantamıza almak kadar akıllıca bir fikir olamaz herhalde.
Böylece kokumuzu gittiğimiz yerde kullanmış olacağımız için kokunun uçup gitmesi de söz konusu olmayacaktır. (Elbette hanımların bulunduğu mekânlarda…) Aksi durum, geçtiğimiz dolaştığımız her yere kokumuzun yayılmasına sebebiyet verecektir.
SAĞDIÇLIK
Sağdıçlık, Anadolumuzun düğün adetlerinden biridir. Genellikle yeni evli bir çift, düğünlerinde gün boyu gelin ve damada eşlik eder, onlara yardımcı olur. Fakat kültürümüzde yer alan bu âdet, zamanla gençlerin tecrübe paylaşımı ya da maalesef eksik-yanlış tecrübe aktarımı hâline gelmiştir. Bu durum, mahremiyeti zedelemek; sırrı ifşâ etmek, emanete zarar vermektir. Zaten günümüzde böylesi bir âdete gerek de kalmamıştır, sağdıca olan ihtiyaç da neredeyse azalmıştır. Eğer bu hususta ilgili kitaplara bakma imkânı yoksa, işin ehli birisi tarafından edebine uygun bir bilgi verilebilir. Ancak bunda da sınırlara riâyet etmek şarttır. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kıyamet gününde Allah Teâlâ’ya göre en fena insan, hanımıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşâ eden kimsedir.” buyurmuşlardır. (Müslim, Nikâh 123, 124; Ebû Dâvûd, Edeb 32)
Bilhassa genç hanımlar, arkadaş sohbetlerinde ve samimi ortamlarda konuşmalarına, hâl ve hareketlerine dikkat etmelidirler. Hattâ yabancı gördükleri hemcinslerinin yanında:
“-Hanımdır, nasılsa mahremdir.” düşüncesi ile değil, tedbirle oturmak, konuşmak, bulunmak gerekir. Zira o yabancı kimseler, hem evde eşlerine, hem de girip çıktıkları ortamlarda çeşitli paylaşımlarda bulunabilirler.
SELFİ ÇEKME
Selfie, selfi ya da özçekim dediğimiz şey, yaşadığımız dönemin bir teknoloji tabiri olmakla kalmıyor, hayatımızın içinde de bir yerlerde duruyor. Akıllı telefonlarımızla özçekim yapıyoruz, çekiyoruz beğenmeyip siliyoruz, paylaşıyoruz, yakınlarımıza gönderiyoruz. Meşrû daire içerisinde bunlar çağımızın bir imkânı ve kimsenin diyecek sözü yok bunlara... Ancak çekilen her fotoğrafa başkalarının ulaşma imkânı olduğunu da unutmayalım.
Arzu edilen şudur; teknolojiyi hayra kullanalım, teknolojinin nimetleriyle hayırda yarışalım. Bildiklerimizi paylaşalım, bilmediklerimizi öğrenelim bu nimet sayesinde... Fakat tesettürlü bir hanım, her fotoğraf karesinde olmamalı... Yahut çevresindekilere karşı bir sınır koymalı, arkadaşlarının fotoğraflarını cömertçe paylaşmasına göz yummamalı.
Artık erkek anneleri görücü gitmeden evvel, gelin adayı kızları sosyal medyada etiketlendiği fotoğraflarda görüp beğeniyor. Tabiî, annenin görmesinin masumiyeti yanında oğlu o resme defalarca bakmış oluyor. Tesettür âyetlerinin sosyal medyayı da kapsadığını unutmayalım. Evdeki hâlimizle, piknikte, göl, deniz, dağ-dere kenarlarında sevdiklerimizle verdiğimiz görüntüleri, sosyal medyada öylece paylaşmayalım. Tesettürümüzde bir eksiklik görüyorsak bu paylaşımdan vazgeçelim.
“-Benim takipçilerim yalnızca arkadaşlarım, akrabalarım, bayan tanıdıklarım…” bahanelerine sığınmayalım.
Sadece yaşadığımız ülkede hanımının telefonunu alıp resimlerine bakan, mesajlarını okuyan, sosyal medya hesaplarına giren pek çok erkek var. Kendi telefonumuzda kalacak bile olsa, mahrem fotoğraflarımızı ya şifreli dosya içerisinde muhafaza edelim yahut en yakın arkadaşımız bile olsa kimse ile paylaşmayalım. Zira sosyal medya öyle hızlı, öyle akılalmaz bir teknoloji ile ilerliyor ki, bir anlık gafleti bile affetmiyor.
Rabbimiz nefsimizi, neslimizi, Ümmet-i Muhammed’i her dâim muhafaza buyursun. Dünya’da ve âhirette sırlarımızı ifşâ etmesin. Sır ifşâ edenlerden eylemesin. Âmin.
Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, 41. Sayı