Ev Sahipliği ve Misafirlik Âdabı Nasıl Olmalıdır?

EDEP VE ADAB

Müslümanın ev sahipliği ve misafirlik âdabı nasıl olmalıdır?

Dinimizde misafir Allah’tan gelen bir emanet olarak kabul edilir. Baş tacı edilir, rahat ettirilir. En güzel yemekler ikram edilir. En rahat yatakta yatırılır. Misafire son derece şefkatli, merhametli, cömert ve hassas davranılır.

MİSAFİRLERİMİZİ NASIL AĞIRLARIZ?

Misafirlerimizi tatlı dille ve güler yüzle “hoş geldiniz” diyerek dış kapıda karşılarız.

Yediğimiz içtiğimiz şeylerin en iyilerinden onlara ikram ederiz.

Misafirlerin yanında ev halkından birine yüksek sesle bağırarak konuşmayız.

Misafirlerin yanında ev halkından birisiyle gizli konuşmayız.

Misafirlerin üzerine fazla düşüp onları sıkmamaya, zorlamamaya özen gösteririz.

Misafirlerimizi karşıladığımız kapıya kadar geçirir, “çok memnun olduk, tekrar bekleriz” gibi hoş sözlerle uğurlarız.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.):

– Allah bir kuluna hayır dilediği zaman ona bir hediye gönderir. Bu hediye misafirdir. O, kendi rızkı ile gelir fakat giderken ona yapılan hürmet ve ikram sayesinde Allah o ev halkının günahlarını affeder. Allah’a ve Kıyamet gününe inanan herkes, misafirine bol ikramda bulunsun. (Buhari) demiştir.

MİSAFİRLİĞE GİDERKEN NELERE DİKKAT EDERİZ?

Uyku, yemek ve dinlenme zamanlarında (sabah erken, öğlen istirahat vakti ve gece geç vakitte) ziyarete gitmeyiz.

Giderken, temiz ve düzgün elbiseler giyeriz.

Evin önüne geldiğimizde kapıyı bir veya iki kez çalmalı; “kim o” dendiğinde mesela, “Ben Ahmet” diyerek ismimizi söylemeli ev sahibi, izin verildikten sonra selam vererek içeri girmeliyiz.

Misafirlik sırasında tatlı dili ve güler yüzlü olmalıyız.

Misafirliğe giderken küçük de olsa bir hediye götürmeli, eli boş gitmemeliyiz.

‘Misafir umduğunu değil bulduğunu yer.’ Sözünden hareketle bize ikram edilen şeyleri hoş karşılamalı ve yemeliyiz.

Evde diğer odalarda bulunan kişi ve eşyaları merakla incelememeli, kurcalamamalı ve dik dik gözlemlememeliyiz.

Misafirlikte çok uzun süre oturmamalı; aynı eve bıktıracak kadar sık sık gitmemeliyiz. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.) kendisini her gün sık sık ziyaret eden Ebu Hureyre’ye:

–    Ey Ebu Hureyre! Bir gün arayla gel ki muhabbetin daha çok olsun! demiştir.

Ziyaret ettiklerimiz şayet hasta ve yaşlı kimseler ise onları daha sık ziyarete gidebiliriz.

Misafirlikten Allah’a ısmarladık diyerek, teşekkür ederek güler yüzle ayrılmalıyız.

Câbir (r.a.) bir hatırasını şöyle anlatır:

Allah Resulü’nün kapısına geldim ve kapıyı çaldım. Efendimiz içeriden:

–    ‘Kim o’ diye cevap verdi. Ben de:

–    Benim, dedim. Allah Resulü benim bu belirsiz cevabımdan hoşlanmamış olacak ki:

–    ‘Ben! Ben!’ diyerek sözlerimi tekrar etti. (Buharî, İstizan 17: Müslim, Edeb 39)

MEMLEKETİMİZE GELEN HERKES MİSAFİRİMİZDİR.

Osmanlı ülkesinde “imaret”, “kervansaray” denilen misafirler vardı. Köylerde de yine eskiden misafirhaneler bulunurdu. Dini, inancı, mal varlığı ne olursa olsun herkes buralarda konaklayabilir, yeme içme ihtiyacını ücretsiz karşılayabilirdi. Yoldan gelip geçenleri susuzluktan kurtarmak için yol kenarlarına sebiller, çeşmeler yaptırılmıştı. Bunlar, büyüklerimizin misafire ne kadar çok kıymet verdiğini, misafire ikram etmede ne hoş ne ince edebe sahip olduğunu gösterir.

Lokman Hakim’in oğluna güzel nasihati

Yavrucuğum!

  • Namazda Rabbinin huzurundayken kalbine,
  • İnsanların arasındayken diline,
  • Sofrada yemek yerken eline,
  • Misafirlikteyken gözüne hâkim olasın!

LAMBAYI SÖNDÜREYİM

Sevgili Peygamberimiz, insanların en cömerdi ve fedakârıydı. O, elinde avucunda hiçbir şey kalmayıncaya kadar başkalarına ikram ederdi. Fakirleşmekten asla korkmazdı. Ne var ki bazen, Efendimiz’in elinde ikram edecek hiçbir şeyi kalmazdı. Nitekim bir akşam üzeri bir adam Peygamber Efendimiz’e geldi ve kendisine,

– Ben çok açım, dedi.

Bunun üzerine Allah’ın Resulü, evine haber gönderdi ve hanımından yiyecek bir şeyler hazırlamasını istedi. Ancak zaman, kıtlık zamanıydı. Onların evinde de yiyecek bir şey kalmamıştı. Allah Resulü’nün saygıdeğer hanımı,

– Allah’a yemin ederim ki, evimizde sudan başka bir şey yok, diye cevap gönderdi.

Kâinatın Efendisi, zor durumda olup da kendisinden yardım isteyen bir kişiyi asla geri çevirmezdi. Misafirine en güzel yiyecekleri ikram etmek, muhtaç durumda olanlarla elindekini ve avucundakini paylaşmak, O’nun en güzel hasletlerinden biriydi. Lakin bu sefer, verecek hiçbir şeyi yoktu! Peygamberimiz yanındaki sahabelerine dönerek,

– “Bu gece bu şahsı evinde kim misafir etmek ister?” dedi.

Medinelilerden biri,

– “Ben misafir ederim, ey Allah’ın Resulü!” dedi ve o fakiri alıp evine götürdü. Eve geldiklerinde kendisini kapıda karşılayan hanımına,

– “Yanımdaki şahıs bu gece misafirimizdir. Evde yiyecek bir şey var mı?” dedi. Hanımı ise,

– Sadece çocukların yiyeceği kadar! Azıcık bir yemeğimiz var, dedi.

Sahabe,

– Öyleyse sen çocukları biraz avut. Sofraya gelip yemek isterlerse uyut. Misafirimiz içeri girince de ben bir sebep bulayım, lambayı söndüreyim. Sonra da sofrada onunla birlikte biz de yiyormuş gibi yapalım. Rabbimiz, sevdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcamamızı, fedakârlık yapmamızı istiyor. Bu, iyi bir mü’min olduğumuzu göstereceğimiz bir imtihan vaktidir. Çünkü Allah, durumumuzu görüyor ve yaptığımız her iyiliği biliyor, dedi.

Hanım, olan yiyecekleri çıkarıp sofrayı hazırladı. Misafirperver sahabe, önceden anlaştıkları gibi bir bahaneyle kandili söndürüp sofraya oturdu. Az olan yemeğin misafire yetmesi ve adamcağızın karnının doyması için onunla birlikte yermiş gibi yaptı. Böylece misafir karnını doyurdu. Kendileri ve çocukları, aç olarak yattılar ve öylece sabahladılar.

Sahabe, ertesi sabah misafirini güler yüzle uğurladıktan sonra Peygamber (s.a.)’in yanına gitti. Peygamber Efendimiz onu görünce gülümsedi ve

“Bu gece misafirinize yaptığınız cömertlik ve fedakârlıktan Allah Teâlâ memnun ve râzı oldu! (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 10)” buyurdu.

Sonra Peygamber Efendimiz, şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“Kendileri ihtiyaç içinde oldukları hâlde yemeklerini fakire, öksüze ve esire verirler ve onlara, ‘Bu yemeği size Allah rızâsı için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Biz Rabbimiz’in, sıkıntı ve dehşet dolu kıyamet gününden korkarız!’ derler. Allah da onları o günün korkusundan korur. Yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.” (İnsan sûresi,  8–11. âyetler)

Cömert sahabe, çok sevinçli ve neşeliydi. Âdeta yüzünde güller açmıştı. Çünkü yaptıkları bu fedakârlıktan Allah râzı olmuştu, üstelik Allah’ın elçisi kendilerini övmüştü. Kendi kendine, “Aynı durumda kalsam, kendim aç bekler yine elimdekini veririm!” diye düşündü. Yüzü gülüyordu, kalbi huzur doluydu! 

Kaynak: Faruk KANGER Lokman HELVACI, ADABI MUAŞERET