Evlerimizi Nasıl İhya Edebiliriz?

HAYATIMIZ

Evlerimizi yeniden nasıl ihya edebiliriz? Emel Sözcüer, evlerimizi yeniden ihya etmenin yollarını yazdı.

Çok katlılar, tek katlılar, gece konuluverenler, gökyüzünü delmeye çalışanlar, az veya çok odalı olanlar, bir çatı, tente ve direkler… Genişliği, kullanılan malzemesi ne olursa olsun çok daha öte anlamı vardır evlerin…

Ev, aileyi oluşturan fertlerin yaşadıkları, maddi-manevi hayatını sürdürdükleri, kendilerini ve yetiştireceği nesilleri muhafaza eden en önemli mekândır. Ancak ev, mekân olmaktan çok daha fazla anlam ifade etmiyor mu? Şekil olarak ne kadar değişirse değişsin amacına uygun kullanılırsa bazen bir çadır veya mülteci kampı bile ev, yuva olabilir aileye.

EVLERİMİZİ YENİDEN İHYA ETMEK

Evin varlık amacı sadece konut değil aileye yuva olmaktır. Kur’an’da ev için kullanılan mesken tabiri, kişiyi ruh huzuruna, sükûnete kavuşturan, sekine duygusu sağlayan mekân anlamı sebebiyle önem taşımaktadır. Kur’an, aile mefhumuna ve evlerin fonksiyonlarına da dikkatimizi çeken ayetlerle bizlere yol göstermektedir.[1]

Ev somut anlamının yanında duygusal anlam da taşır. İçinde mutlu olduğumuz, değerli anlarımızın geçtiği korunaklı liman, çocuklarımızın hayatı öğrendiği bir mekteptir ev. Bu sıcaklığın kaynağının aile olduğunu, huzurun kaynağının meşruiyet olduğunu, evi ev yapan, bizi oraya ait kılan duygunun sevgi olduğunu çok iyi biliriz. Henüz soba yanmamış, oda ısınmamış olsa bile bizi karşılayan hatıralar sıcacık ev kıvamında karşılar bizi. Huzur mekânı olan ev, kişinin mahrem alanını koruduğu gibi kendisi de korunmayı hak etmektedir.

Müslümanın ev tasavvurunda hiç şüphe yok ki mahremiyet, temel değer ve konut mimarisinin vazgeçilmez ilkesidir. Hem ailenin dış dünyaya karşı mahremiyetinin, hem aile fertleri arasındaki mahremiyetin dikkate alınması yönünden bu ilke göz ardı edilmemelidir. Kur’an’da hane dokunulmazlığı: “Ey iman edenler! Kendinizi tanıtıp izin almadan, ev içinde oturanlara selam vermeden kendi evlerinizden başka evlere girmeyin. Sizin için daha iyi olan budur, umulur ki düşünüp anlarsınız.”[2] ifadeleriyle yer almaktadır.

Modern kitle iletişim araçları ve modern toplum, kapitalistleşme süreciyle özel alanı yuttu. Ev, sabah erkenden çıkılıp akşam saatlerinde dönülen barınağa, pansiyona çevrildi. Kadın erkek rollerinin değişmesi, dışarıda geçirilen zamanın artması evin anlamını değiştirdi. Birlikte geçirilecek özel zamanlar dışarıya taşındı. Misafirler dışarıda ağırlanır oldu. Çocuklar dışarıda büyütülüyor, çay kahve içmeye dışarıya çıkılıyor. Evler yaşam alanı olmaktan çok, yorucu-bitik bir günün ardından ihtiyaçların giderildiği şarj istasyonuna benzedi.

Ev yemekleri dış mekânlarda yeniyor,-kendinizi evinizde gibi hissedeceğiniz mekânlar-reklamlarıyla çoluk çocuk zaman geçirilerek, ev anlamını, değerini her geçen gün biraz daha kaybetmeye yüz tutuyor, manevi dokusu zedeleniyor. Huzur ve sevgi, zamanımızda evlerin özelliği değil adı oluyor. Huzur evlerinden, sevgi evlerinden medet umuluyor. Dağılan aile mefhumu, bu isimlerle evler inşa etmek zorunda kalıyor.

Zamanımızdaki modernizmle birlikte evin duygusal anlamının kaybolması için her şey yapılmaktadır. Aile bireylerinin evden, sorumluluktan, aileden uzaklaşması için tüm yollar parlatılmıştır. İnsan evinin merkezinden, duygusal aitliğinden uzaklaştırılarak arka sokaklara itilerek albenili ama sentetik ilişkiler sunulmuştur.

Aile yerine birey, anne, baba, çocuk yerine tek ebeveynli aile (eşcinsellerin çocuk edinmeleri), dışarıda çok eşli-evde yalnız, feminist yaklaşımlarla “ev” ev olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktadır.

Evin saydamlaştırılmaya çalışılması evi ev olmaktan çıkaran bir başka yaklaşımdır. Evlerde aileye özgü yaşanılan mahremiyet konuları iletişim araçlarıyla, sosyal medya ile gözler önüne serilmiş, herkes diğerinin verdiği değere göre yaşamaya, kalıplara girmeye başlamıştır.

Pencerelerin büyüklüğüne, iç bahçe tarafında olmasına dikkat edilen eski dönemlerin karşısında, yalıtım sorunları, bitişik daire kapıları ve balkonlarla günümüzde evin mahremiyetinin korunması oldukça zor görünmektedir.

Bir ihtiyaç olarak evin çevresinin İslami hayat tarzına uygun olması, bulunduğu yerde yol, cami, okul, sağlık merkezi, çarşı pazar gibi dini, sosyal müesseselerin bulunması dikkate alınmalıdır. Günümüzde alan olarak hayli genişleyen evlerimizin kullanım alanları azalmış, işlevsellik bakımından sığ bir durum oluşmuştur.

Kültürümüzde, tarih boyunca hayatın devamı için var olan evin; ailenin korunma, barınma, gibi temel ihtiyaçlarından başka misafir ağırlamaya müsait olması da evden beklenen bir ihtiyaç olarak görülmüştür. Günümüzde küçük veya büyük her evde “misafir odalarının” var olması, misafir ağırlamanın bir ihtiyaç olarak algılanmasının kültürümüzde varlığını sürdürdüğünü göstermektedir.

İslam’da ailenin mahrem konularını başkasına anlatması doğru değildir. Osmanlı döneminde bir hanımın hangi yemeği güzel yaptığının bile ortalıkta konuşulmasının doğru olmadığı, örf olarak toplum içinde yerini almıştır.  Çünkü o yemeği iyi yapamayan hanımlar incinmemeli, rencide olmamalı, aile ortamında eziklik yaşamamalıdırlar.

Mükemmellik tuzağı çağımızda, ev’i olumsuz etkileyen bir başka önemli problemdir. Özellikle, dizilerle, sosyal medya marifetiyle insanlara dayatılan “en güzeli bu” talimatı ile insanlar kusursuzluk peşinde koşuyor. Çağın insanı olabilmek adına kozmetikle, abartı ve israfla kusursuz güzelliğin ağına düşüyorlar.

Yaşadığımız çağın zorlamalarının, yönlendirmelerinin yanında insanın benmerkezci olması, İslam dininin yapıcı ve onarıcı yönünden uzaklaşması sebebiyle evler, kucaklayıcı huzur ortamı sıcaklığını kaybediyor, hatıraları solduruyor.

Hâlbuki insan ruhu her zaman evini arıyor. Yerini başka şeyin dolduramayacağı, başka kelimelerin yerini tutmayacağı, vatan kadar kutsal ama değeri ondan çok daha farklı konumlandırılabilecek o mekânı arzuluyor.

Küresel güçler türlü imkânlar kullanarak evleri tek tek yok etmeye çalışsa da insanın fıtratına yerleştirilmiş bir “ev” arzusu hep var olmaya devam edecektir.

Küçük çocukların onlarca gökdelen, apartman arasında “ev” çizmesini istediğimizde, hala bahçeli, kırmızı kiremitli, tek katlı ev çizmesi sözünü ettiğimiz fıtratın tezahürü değil midir? Fıtrattan uzaklaşıp bahçeyi, tek katlı evleri kaybetsek de, evin manasını kurtarabiliriz.

Evi, yeniden aileyi ve ona ait olanları koruyan yapısına döndürmek için gayret etmeliyiz. Meskenlerimizi biz yapıyoruz zannederiz ama aslında bizi biz yapanın meskenlerimiz olduğunu gözden kaçırırız. Değişen evlerimiz bizi ve aile bağlarımızı etkiliyor. Bu sebeple evlerimizi yeniden huzur ve sükûnet veren yuvalara dönüştürmenin yollarını bulmalı, içinde aile olduğumuz, huzur ortamı evlerimizi rezidansta da olsa, çadırda da olsa güzelleştirmeliyiz.

Evlerin güzelleşmesi dekorasyonu ile değil, işlevi sahip olduğu ruhu ve huzuru ile alakalıdır. Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem: “Evlerinizi kabre çevirmeyin, Kur’an okuyun”[3]“Namazla evlerinizi nurlandırın”[4]“Kur’an okunan evin hayrı artar.” buyurmuştur. Bu sebeple mekân, eşya ve tezyinat bütünlüğü içinde ilahi olanı hatırlatan, hedeflenen hayat tarzına uygun işlevleri yerine getirmeyi sağlayan evler güzeldir. Ve en güzel evler bir çocuğun sevinç ve mutlulukla çizdiği bacasından duman tüten sıcak, canlı evlerdir.

 Dipnotlar:

[1]Yunus/87, Ahzap/34. [2] Nur/27 [3] Tirmizi, Müsafirin, 212 [4] İbni Mace, İkamet, 186 [5] Hz. Enes, r.a

Kaynak: Emel Sözcüer, Altınoluk Dergisi, Sayı: 461