Evliliği Geciktirmek Doğru mu?

 Evliliği geciktirmek çağın manevi hastalıklarından biri. Peki evliliği geciktirmenin nedenleri ve sonuçları nelerdir?

İçinde bulunduğumuz çağın mânevî hastalıklarından sayılabilecek bir durumdur, evliliği ertelemek… Kız olsun erkek olsun, gerek kariyer planlamaları, gerekse adaylarda aranan maddî-mânevî özellikler sebebiyle, maalesef evlilikte yaş ortalaması gün geçtikçe ilerlemektedir.

EVLİLİĞİ GECİKTİRME NEDENLERİ

“Liseyi-üniversiteyi bitireyim, askerliğimi yapayım, güzel bir iş bulayım, ondan sonra yuvamı kurarım!” düşüncesiyle geciken evlilikler, nice gencimizin zarar görmesine sebep olmaktadır. Bu düşünceler, bazen evlenecek gençlerde ortaya çıkmakta, bazen de âileleri, büyükleri tarafından hedef olarak ortaya konulmaktadır.

Hâlbuki hiçbir fuzûlî gerekçe, bir gencin iffet ve namusunu koruması için büyük bir kalkan olan evliliği geciktirmesine sebep olmamalıdır. Nitekim kişi hem rûhen, hem bedenen, hem de fıtrat olarak buna muhtaçtır.

“Size, kendileriyle huzur bulasınız diye kendi türünüzden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhameti yerleştirmesi, O’nun âyetlerindendir…” (er-Rûm, 21) buyuran Hâlık-ı Zülcelâl Hazretleri, hem gençleri evliliğe teşvik edecek büyüklere, hem de yuva kuracak gençlere yol haritası çizmektedir.

HUZUR NASIL BULUNUR?

Huzurun kaynağı ve sekînet yuvası olan evlilik müessesesi için bilinmelidir ki, “huzur”, ne diploma ile ne kariyer planlamaları ve uygulamaları ile ne de eş olarak seçilecek gençlerin sosyal, maddî durumları iledir. Huzur, kişinin Allah rızâsını gözeterek kendisine uygun eşi bulması ve onunla yuva kurması iledir.

Seçme-seçilme yaşı 18, askerlik yaşı 20 iken, bugün evlenme yaşı ortalama erkeklerde 28-30 yaş, hanımlarda 25-28 yaş civarındadır. Askerliğini yapmış olsun, evi olsun, arabası olsun, düzenli ve yüksek gelirli bir iş sahibi olsun denilerek ertelenen her evlilik, gençleri güvensizliklere, ümitsizliklere ve mutsuz yaşantılara itmekte, onlarda ciddî gerilimlere yol açmaktadır. Kişi, bu hâl ile içinden çıkılamaz yollara ve düşüncelere gark olmaktadır. Kişinin bu hâlde beklentileri artmakta, karşılanması çok zor, hattâ imkânsız hâle gelebilmektedir. Öyle ki:

“-Bunca yıldır beklemişken neden şu isteğim de karşımdaki adayda olmasın!” düşüncesi hâkim olmaktadır.

Belki de bu düşüncelerle kişi kendi kaderini de olumsuz yönde çizmekte olup, kendisine tâlip olan nice ahlâk ve iffet sahibi eşleri geri çevirmek durumunda kalmaktadır.

Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’nin hanım kızlarımız için yapmış olduğu şu tespitler, kariyer planlamaları yapılırken göz ardı edilmemelidir:

“Kadınların saâdeti, hanımefendi olarak yaşamalarıyla mümkündür. Kadın, aslî vazifesinin dışına yönelir ise, âile ocağını kurutur. Kadının dış hayata katılması, ancak zarûrî sebeplerle ve yaratılışına uygun işler için mümkün olabilir. Bu zarûrî sebepler de âfâkî şekilde değerlendirilmelidir. Yani cemiyetin ihtiyaçları ölçüsünce belirlenmeli, mâkul ve meşrû sınırlar aşılmamalıdır. Birtakım boş heves ve mazeretlerle çiğnenen sınırlar, sadece kendimizi aldatmaca ve kandırmacadır ki, neticeleri hep hüsrana çıkmıştır. Nice hanım kızlarımız, bu şekilde âhir zamanın gaflet girdabında kaybolup gitmiştir. Rezaletin üstüne örtülmüş yaldızlara kanan nice gözler, ilâhî hakîkatlere âmâ olmuş ve kendi saâdetine kıymıştır.

Bilinmelidir ki, İslâm nazarında hanımlar, nikâhın billur âvizesi içinde parıl parıl ışık saçan birer hayat iksiridir.”

KOCANIN SORUMLULUKLARI

Her mü’min genç, üzerine düşen sorumluluğun şuurunda olmalıdır. Bilhassa rızık endişesi, yuvaların temelini sarsmaktadır. Rezzâk olan Allah, yarattıklarının rızıklarına kefildir. Evlenmekle erkek, hanımının ve çocuklarının her türlü maddî ihtiyaçlarını karşılamak sorumluluğunu üzerine almış demektir. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, âilesinin yemek-içmek, giyinmek ve barınmak gibi ihtiyaçlarını, emsâli standardında, helâlinden kazanarak temin etmek, erkeğin so­rumluluğundadır. Kadın, bu ağır mesûliyetin altına girmiş bulunan erkeğe maddî olarak yardım etmek zorunda değildir. Yani kadın, evin geçimini temin etmekten sorumlu tutulmamıştır.

EVLİ KADININ SORUMLULUKLARI

Kadının sorumluluk ve vazifesi, meşrû ölçüler içerisinde kocasına itaatten ibârettir. Şâyet kadın, kendi isteğiyle -yine meşrû ölçüler çerçevesinde- ticârî hayatın içine girip bir şeyler kazanacak olsa yahut miras, hibe vb. yollarla daha önceden varlıklı bile olsa, evin geçimine katkıda bulunmaya zorlanamaz. Ancak o, kendi gönlü ve rızâsıyla, sahip olduklarından kocasına veya çocuklarına yardımda bulunmak isterse, o başka!..

Ama kadın da eşinin kazandığına kanaat etmeli, onu olur olmaz lüks ve konfor gerektiren istekleri için gayr-i meşrû yollara sürüklememelidir.

EVLİLİĞİ GECİKTİRMENİN ZARARLARI

İffet ve hayâ sahibi gençlerin evliliği ertelemelerinin en büyük tehlikelerinden biri de harama düşme ihtimalidir. Zira nefis, durmadan yanan bir ocak gibi, erkek-kız bütün insanları her an belli bir kıvamda tutar. Meşrû bir nikâh ile bu ateş söner veya hafifler. Aksi hâlde kıvılcımın etrafı tutuşturması tehlikesi her an söz konusudur.

Evliliğin geciktirilmesi ile gelen problemlerden biri de çocuk sahibi olma ve çocuk yetiştirme zorluklarıdır. Geciken yaş ile birlikte kişi istediği kadar çocuk yapamamakta çocuklarını doğru bir şekilde yetiştirmek için gerekli olan zamanı, sabrı ve enerjiyi de bulamamaktadır.

SİZ AHLAKI GÜZEL OLANI SEÇİN

Burada gençler kadar büyüklere de mühim vazifeler düşmektedir. Âdet hâline gelmiş olan:

“-Oğlumuz ne iş yapıyor; evi var mı, arabası var mı?” gibi sorular artık bir kenara bırakılmalı, bunun yerine Peygamber Efendimiz’in de evlilik için “Siz ahlâkı güzel olanı seçin!” buyurduğu üzere ilim, irfan, ahlâk, edep, hayâ sahibi olanlar tercih edilmelidir. Yaşadığımız pek çok örnekte görüldüğü gibi, maddî olarak her türlü imkânı elinde bulundurmak, güzel bir kariyer sahibi olmak, her zaman huzurlu bir yuvanın anahtarı değildir.

Cenâb-ı Hak, kulunun iffetli ve huzurlu yaşamasını arzu eder. İffeti en güzel temin eden şey ise evliliktir. Toplum içerisinde evlenmeye gücü yetenlerin evlenmesi gerektiği gibi, evlenmeye gücü yetmeyenlerin de evlendirilmesi, İslâm toplumuna yüklenmiş ilâhî bir vazifedir. Âyet-i kerîmede de şöyle buyurulur:

“Aranızdaki bekârları, köleleriniz ve câriyelerinizden müsait olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (en-Nûr, 32)

Cihan devleti Osmanlı’da, imkânı olmayan gençlerin evlendirilmesi için hususî vakıflar kurulmuş, bu vakıflar vasıtasıyla hayır sahipleri, toplumun düzen ve ahlâkı için büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.

Peygamber Efendimiz; “En fazîletli şefaatlerden (teşvik edilen amellerden) biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Nikâh, 49)

EN ÜSTÜN SADAKA-İ CARİYE

Muhyiddîn-i Arabî -kuddise sirruh- Hazretleri, nikâha teşvik edip evlenenlere yardımcı olmanın fazileti hakkında şöyle buyurur:

“En üstün sadaka-i câriye, evliliğe vesîle olmaktır. Zira onların neslinden gelen kimselerin yaptıkları her iyilikten vesîle olana da bir ecir vardır.”

EVLENEN İMANIN YARISINI TAMAMLAMIŞ OLUR

Cenâb-ı Hak, nikâhı, ümmet-i Muhammed üzerine bereket vesîlesi kılmış; Kur’ân’ın ve Sünnet-i Seniyye’nin gölgesi altında kurulan bir evliliği, dünyada saâdet cenneti kılmıştır.

Peygamber Efendimiz:

“Kim evlenirse îmânın yarısını tamamlamış olur; kalan diğer yarısı hakkında ise Allah’tan korksun!” (Heysemî, IV, 252) buyurmuştur.

Başka bir hadîs-i şerîfte ise:

“Evlenin, çoğalın! Çünkü ben (kıyâmet gününde) diğer ümmetlere karşı sizin (çokluğunuzla) iftihar edeceğim!” (Abdurrezzâk, el-Musannef, VI, 173; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VII, 131) buyrulmuştur.

Cenâb-ı Hak, “…Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz…” (el-Bakara, 187)  buyurarak, kişinin aslında yarım olduğunu ve evlenince tamam olacağını ve evlilik sayesinde insanların pek çok ayıbının örtüleceğini bildirmiştir.

Evliliğin gecikmesi için mazeret olarak sayılan sudan bahaneleri, olmazsa olmaz gibi görenler, büyük umutlar ve hayallerle kurulan maddî açıdan eksiksiz (!) âile yuvalarının, incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle yıkılmasına her geçen gün şahit olmaktadır.

EVLENECEK ÇİFTLERE TAVSİYELER

Yuva kuran veya kuracak olan gençlere nâçizâne tavsiyemiz şudur ki, eş seçimlerinde dikkat etmeniz gereken hususları bir kez daha gözden geçirin. Evlenme namzedi kişide aranacak özellikleri, Peygamber Efendimizin tavsiyeleri istikametinde göz önünde bulundurun. Allâh’a ve Rasûlü’ne îtimad eden, onların rehberliğiyle yürüyen kimse, hiçbir zaman pişman olmaz!..

Hülâsa âile müessesesinin sağlam ve devamlı olması, yetişecek çocukların da o derecede güzel ve ahlâklı olmasını sağlayacaktır. Her bozulan evlilikte, yıkılan yuvada enkaz altında maalesef çocuklar ve geleceğimiz kalmaktadır. O yüzden evliliklerimizi, sadece nefsânî arzularımız için değil, aksine kendimizin ve neslimizin dünya-âhiret mutluluğunu hedefleyerek kuralım. Kul olarak elimizden geleni yaptıktan sonra da, Rabbimiz’den bize “göz aydınlığı olacak eş ve zürriyetler” isteyelim.

Rabbimiz, cümlemizi, âile imtihanımızı da yüz akıyla verebilen kullarından eylesin.

Kaynak: Merve Güleç, Şebnem Dergisi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

EVLİLİK İLE İLGİLİ AYETLER VE HADİSLER

Evlilik İle İlgili Ayetler ve Hadisler

EVLİLİK YAŞI NEDEN GİDEREK YÜKSELİYOR?

Evlilik Yaşı Neden Giderek Yükseliyor?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Asgari ücretle yaşayın bakalım. Bu ülkede yakında evli kimse kalmayacak. 3-4 arkadaş 1 evde kalıyor anca geçiniliyor. Bu asgari ücret 6000 TL emekli maaşı keza 6000 TL bugün şartlarında olmadıkça. Daha kimse evlenemez. Nokta. Hayat şartları böyle kimsede sıkıntılı yaşamak istemez kısaca herkes haklı. Patronların cebi kazanla dolar çalışana kürdan kusura bakmayın ama maalesef evliliklerin sonu geldi sebep hayat şartları.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.