Faniliğin Sırrı

İnsan, mükemmel yaratılış ile hayata gelir. Uzuvları, bedenindeki sistemler, insanın bir dahli ve idaresi olmadan mükemmelen çalışır. Lâkin bu cihânın fânîlik sırrı sebebiyle; o muhteşem sanatla yaratılan beden, ölüme programlanmıştır.

Âyet-i kerîmede buyurulur.

“Kimin ömrünü uzatırsak, Biz onun gelişmesini tersine çeviririz.

Hiç düşünmüyorlar mı? (Yolculuk nereye?) (Yâsîn, 68)

Yani doğumdan itibaren artarak devam eden tazelik, bedenî dinçlik, hâfıza kuvveti ve aklî olgunluk belirli bir yaştan itibaren duruyor ve tersine dönüyor. Yaşlılık, saçlarda ağarma, belde bükülme, dizlerde dermansızlık, gözlerin seçemez oluşu gibi fânîlik tezâhürleri birbirini takip ediyor.

Bahar ve yazdan sonra, güz ve kış mevsiminin gelmesi gibi, ölüme doğru bir yolculuk en baştan plânlı…

Demek ki;

Esas hayat burası değil!..

Esas hayat, âhiret!..

Gafil insan buna isyan hâlinde. Fânîliği kabullenmek istemiyor. Yaşlı kadınlar, makyajdan ve estetik ameliyatlardan medet umuyor.

ÖLÜMÜ ÇOKÇA ANIN

Hâlbuki, bu cihan üzerine doğru ve sıhhatli bir tefekkür sahibi olan mü’min, Rasûlullah Efendimiz’in;

“Lezzetleri kökünden kesen ölümü çokça anın.” (Tirmizî, Zühd, 4/2307) emrini yerine getirdiği için, bu yaşlılık emârelerini, âhireti hatırlatan bir yardımcı olarak görmekte.

Ölüm; âhirete hazırlanan bir mü’min için, cennete giden yolun kapısı… Hak dostları, ölümü güzelleştirmek, Azrâil’e; «Hoş geldin!» diyebilmek yolunda gayret ettiler. Bunun yolu; fânî hayatı, Cenâb-ı Hakk’ın istediği şekilde yaşamak.

Çünkü, hesap gününden en çok; hazırlıksızlar, müflisler korkar ve kaçar.

Ecdâdımız tefekkür-i mevti hayata yaymak için, kabristanları şehrin içine inşâ ederdi. Cami bahçelerinde ve çevrelerinde hazîreler ve türbeler bulunur, cemaatin namaza gidip gelirken bu mezar taşlarına bakarak tefekkürlerini tazelemeleri arzu edilirdi. Mezar taşlarında;

«O’dur Bâkî!», «O’dur Yaratan ve Bâkî olan!» yazılırdı.

Hakikaten;

Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları içinde ikisinin; bekā / sonsuzluk ve halk / yaratma vasıflarının, insanlarda tecellîsi yoktur.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” (er-Rahmân, 26)

İnsanlar Cenâb-ı Hakk’ın verdiği malzemeyle ve O’nun sanatını taklit ederek birtakım mamuller îmal etseler de, hepsi bir mânâda montajdan ibarettir. Cenâb-ı Hakk’ın halk ettiği varlıkların hepsi eşsizdir. Canlılar ise, neslini devam ettirebilecek şekilde halk edilmişlerdir.

Fert olarak ölüm tefekkürünün içtimâî karşılığı, toplumların âkıbetleridir.

Fertler gibi, toplumlar da;

  • Ne ile âbâd olur?
  • Ne ile berbâd olur?

Allâh’ı inkâr ve O’na isyan edenlerin, haramları çiğneyenlerin, ahlâkı ayaklar altına alanların, zâlimlerin âkıbetleri, maddeten ve mânen helâk oldu.

İşte zamanında yeryüzünde kibirle dolaşan Firavun, Nemrut ve emsâlinin saraylarının enkazlarını köpekler şenlendiriyor.

İngiltere’de British Museum’da ise firavuna ait olduğu belirtilen secde eder vaziyette bir mumya sergilenmekte…

Ahlâksızlığın ve kibrin remzi olan Pompei şehri, mîlattan sonra 79 senesinde Vezüv Yanardağı’ndan gelen volkanik küller altında kaldı. Asırlar sonra birtakım tekniklerle, onların cesetleri alçı doldurularak, gün yüzüne çıkarıldı. Kimi ahlâksızlığına devam ederken, kimi kapılarda kaçacak yer ararken, iki büklüm yalvarırken, ölüme yakalandıkları görüldü. Her yıl bu ibret meşherini üç milyon ziyaretçi dolaşıyor.

Demek ki;

İnsan, ölümün kendisine ne zaman ve nasıl geleceği üzerinde de tefekkür etmeli. Huzûr-ı ilâhîye hangi vaziyette gitmeyi arzu ediyorsa, o ahvalde yaşamalı. Ölümün ne zaman geleceği belli olmadığına göre, içinde ölümü karşılamak istemeyeceği çirkin ve gayr-i meşrû bir vaziyete hiçbir zaman girmemeli.

İnsan, kabri tefekkür etmeli.

Berzah âlemini geçireceği kabrin, yaşayacağı hayata göre;

  • Ya bir cennet bahçesi,
  • Ya bir cehennem çukuru olacağını unutmamalı.

Ebedî hayatın da;

  • Mü’min ve müttakîler için cennet ve Cemâlullah
  • Münkirler için cehennem olacağını dâimâ kendisine hatırlatmalı.

Mahşer yerine günah ve kul hakları yüküyle varan mü’minlerin ise, büyük sıkıntılarla karşılaşacağını hiç unutmamalı.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Ocak, Sayı: 227

İslam ve İhsan

TEFEKKÜR ETMEK İLE İLGİLİ ÂYET VE HADİSLER

Tefekkür Etmek İle İlgili Âyet ve Hadisler

GÖKYÜZÜNÜ TEFEKKÜR ETMENİN FAZİLETİ

Gökyüzünü Tefekkür Etmenin Fazileti

TEFEKKÜR ETMENİN FAZİLETİ

Tefekkür Etmenin Fazileti

TEFEKKÜRÜN ANLAMI, ÖNEMİ VE FAZİLETİ

Tefekkürün Anlamı, Önemi ve Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.