Fâtiha Suresi 5. Ayetinin Meali, Arapçası, Anlamı ve Tefsiri
Fâtiha Suresi 5. ayeti ne anlatıyor? Fâtiha Suresi 5. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Fâtiha Suresi 5. Ayetinin Arapçası:
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ
Fâtiha Suresi 5. Ayetinin Meali (Anlamı):
Rabbimiz! Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz.
Fâtiha Suresi 5. Ayetinin Tefsiri:
Kulluk
edilecek ve yardım istenecek tek varlık Allah’tır. Çünkü kulun ibâdetini kabul
buyuracak ve istediklerini yapabilecek güç ve kuvvet sadece Allah’a aittir.
Zaten sûrenin buraya kadar olan kısmı da bu gerçeği ifade etmektedir. Kullar bu
hitapla, her şeyi işiten, her şeyi bilen tek merci olan Allah’a yönelmekte ve
böylece tevhidin hakikati ortaya çıkmaktadır.
Şâir
diyor ki:
“Mazhar-i feyz-i ubûdiyet olandır insan
Yoksa ma’nîde kişi şekl ile insan olmaz.” Gâlib,
Lefkoçyalı Mustafa)
“Ancak,
Allah Teâlâ’ya kulluğunu idrâk edip o istikâmette bir hayat sürebilenler insan
mertebesine ulaşır. Yoksa kişi Sadece şekil ve sûretiyle insan olamaz.”
Âyette
söz konusu edilen اَلْعِبَادَةُ (ibâdet)
kelimesi “abede”, “ubûdet” ve “ubûdiyet” köklerinden gelir. “Abede”, bir işi
azim ve istekle yapmaktır. “Ubûdet”, tevâzu göstermek, yüzü yerlere sürmek
demektir. “Ubûdiyet” ise kulun tanıdığı Rabbine düzenli olarak, belli şartlar
çerçevesinde kulluk yapması, boyun büküp tâzimde bulunmasıdır. Dolayısıyla
“ibâdet”; itaat ve zilletle, hudu’ ve huşu’ içinde büyük bir azim ve ısrarla
boyun eğmek demektir. İbadet Allah’ın razı olduğu şeyi yapmak, ubudiyet ise
Allah’ın yaptığına razı olmak şeklinde de tarif edilmiştir.
Şeriat
dilinde ibâdet; hâlis bir niyetle, mükâfatını bekleyerek, Allah’a yakınlaşmayı
arzu ederek Cenâb-ı Hakk’ın istediği tarzda kulluğu ifa etmektir. İnsanın ruh
ve bedeni, dış ve iç âlemiyle yani bütün varlığıyla yalnız Allah için yaptığı
şuurlu bir itaat ve yakınlıktır. Görüldüğü gibi bunda ilk önce niyet şarttır.
Niyet ise yapılacak işin ifa edilmesinde ancak Allah’a itaat ve yaklaşmayı
kastetmek demek olan yeni bir istektir. “Azmetmek” bir işi yapmadan önce,
“kastetmek” yapmakla beraber olduğu gibi “niyet” de niyet edilen şeyi bilmekle
beraber onu yapmaya bitişiktir. Hem bilgi hem de isteği ihtiva eden bu tam şuur
hali, ruh ve kalbin işidir. İkinci olarak, bir amelin ibâdet olması için Allah
katında itaat olarak kabul edilen bir amel ortaya koymak gerekir. Yoksa yalnız
bir şeyi yapmayı istemek, düşünmek ve hatıra getirmek gibi iç duygularla ilgili
ameller, itaat ve yakınlığa sebep olsa da ibâdet sayılamaz. Aynı şekilde niyet
edilmeden yapılan ameller de ne olursa olsun ibâdetin şümûlüne giremez.
(Elmalılı, Hak Dini, I, 96)
اَلْلإسْتِعَانَةُ “İstiâne”, yardım talep etmektir. Bütün
hayırlı işlerde başarılı olmamız, ibâdetlerimizi ihlasla ve kolaylıkla
yapabilmemiz ve karşılaştığımız bütün zorlukların üstesinden gelebilmemiz için
Allah’tan yardım dileriz. Kul yardım isteyecek, Allah da kuluna yardım
edecektir. Allah’ın yardımı iki türlüdür. Birincisi zaruri olan, ikincisi
zaruri olmayandır. Zaruri olan, rahmetinin bir tecellisi olarak bizi yaratan
Allah’ın, mâhiyetimize emanet ettiği ve yaşamamızı mümkün kılan alet ve edevat
kısmından sayılacak hususlardır. Bunlar el, ayak, göz, kulak, akıl ve idrak
gibi şeylerdir. Mesela biz gözümüzle görür, gözlerimizin aldığı mânaları fikir
laboratuarında değerlendirir, bunlarla adeta bal yapıyor gibi mârifet petekleri
oluşturmaya çalışırız. Bunu ise kalp ve beyin yapar. Fakat Rabbimiz önceden
kalp ve kafamıza bu fakülteleri yerleştirmiş, mekanizmalar arasında hassas bir
münasebetler zinciri tesis etmiş ve her şeyiyle işleyen mükemmel bir fabrika
haline getirmiştir. Bunlardan bir tanesi eksik veya arızâlı olsa insan,
istenilen şeyleri tam olarak yapamaz. Zaruri olmayan yardımı ise, bu temel
yardıma ilave olarak Allah’ın kulunu melekleri ile teyid etmesi, ona rahmeti
ile hayır yollarını göstermesi ve Hâdi ismiyle imdadına yetişmesidir. İşte biz
yaptığımız bütün işlerimizi, Allah’ın bu şekilde yardım etmesiyle yaparız. Onun
için sadece Allah’tan yardım dileriz. Zira kuvvetin ve kudretin olduğu gibi,
yardımın da yegâne kaynağı Yüce Rabbimizdir.
Allah’a
ibâdetimizi ve yardım talebimizi arzederken “yalnızca sana”, “yalnızca senden”
diyerek, Rabbimizi sözümüzün başına alıyoruz. Böylece bütün varlığımızla
masivâdan uzaklaşıp Allah’a yöneliyoruz. Uzaktan yakına, gaybetten hitaba
geçerek, sanki Allah’ı görürcesine bir kulluk ve ihsan kıvamı elde ediyoruz.
Rabbimizi tâzim ve O’na verdiğimiz ehemmiyeti ilân ediyoruz. Sadece O’na kulluk
edeceğimizi, O’ndan başkasına kulluk etmeyeceğimizi beyân ediyoruz. Dolayısıyla
kul ibâdet ederken, her şeyden önce Rabbine yönelmeli, dikkat nazarlarını O’na
tahsis etmeli, sonra ibâdetini yapmalıdır. Yaptığı ibâdetin, Rabbine kuvvetli
ve şerefli bir bağlılık ve Allah ile kendi arasında kıymetli bir vuslat
vesilesi olduğu şuuruna ermelidir.
Ayette
önce ibâdet, sonra yardım talebi dile getirilmiştir. Çünkü kulluk, ilâhî
yardımın gelmesine sebeptir. Nitekim “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz
kılarak Allah’tan yardım isteyin! Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir”
(Bakara 2/153) buyrularak bu gerçeğe vurgu yapılmaktadır. Dolayısıyla ihtiyaç beyânından
önce, ona vesile olacak şeyi zikretmek talebin karşılanmasını
kolaylaştıracaktır. Ayrıca, Allah’ın yardımı olmadan hiçbir şey yapılamayacağı
gibi, kulun ibâdete de güç yetirmesi mümkün değildir. Bunun farkında olan
mü’min, yaptığı ibâdetten nefsine pay çıkarmayacak, gururlanmayacak, böylece ibâdetini
ihlasla yapma imkânı bulacaktır.
Burada
“ben ibâdet ediyorum, ben yardım diliyorum” şeklinde değil de “biz ibâdet
ediyoruz, biz yardım diliyoruz” şeklinde çoğul sîgası kullanılmıştır. Bunun
ifade ettiği hikmetlerden bir kısmı şöyledir:
› Mü’minler
kardeştirler; bir bütünün parçalarıdırlar. Dolayısıyla birbirlerine kardeşçe
muamele etmeli ve “ben” değil “biz” şuuruyla hareket etmelidirler. İslâm
dininin emrettiği çerçeve içinde fert ve toplum arasındaki dengeyi kurmalı ve
korumalıdırlar. Mü’minleri ve İslâm toplumunu birbirine bağlayan en önemli bağ,
bir Allah’a iman ve O’na kulluktur. Bu kulluk, bir cemaat neşvesi içinde
yapılacaktır. Dolayısıyla burada cemaatle ibâdete, özellikle cemaatle namaza
dikkat çekilmektedir.
› Ayette “biz”
sözüyle üç guruba işaret edilmiş olabilir. Birincisi insan vücudundaki bütün
azalar ve hücrelerdir. Dil onların hepsi adına konuşur ve “biz” der. İkincisi
tevhid ve iman ehli bütün fertlerdir. Üçüncüsü kâinatın ihtiva ettiği bütün
mevcudattır. Mü’min, bütün bu sayılanlar nâmına, hayret ve muhabbetle kudret ve
azametin arşı altında kulluk eder ve secdelere kapanır. (Bedîuzzaman, İşâratü’l-İ‘câz,
s. 21)
Mü’min,
ihlasla ibâdetini yapıp yardım talep edince âlemlerin Rabbi, adeta “Ey kulum,
sana nasıl yardım edeyim, hangi hususta yardım istersin?” buyurur. Onlar da
şöyle derler:
Fâtiha Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Fâtiha Suresi 5. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...