Fatih'e Kılavuz Olan Nasihatler

Sultan 2. Murad Han'ın küçük yaşta tahta oturttuğu Fatih Sultan Mehmet'e yaptığı tâ­rihî na­si­hati...

Varna muhârebesini âdeta oğlu 2. Mehmed’in tâyin ettiği bir başkumandan sıfatıyla kazanan 2. Murad, zaferin ardından Edirne’ye döndü. Bir sene sonra tekrar saltanattan ferâgat ederek yine Manisa’daki uzletgâhına çekildi. Ancak başta 2. Mehmed ve diğer devlet ricâlinin ısrârı üzerine üçüncü defa devletin başına geçmek zorunda kaldı.

FATİH'İN BABASI II. MURAD'A MEKTUBU

II. Murad Hân’ın, oğlu 2. Mehmed’i ısrarla tahta geçirmesindeki sebeplerden biri de, onda gördüğü büyük istîdatlardır. Zira Şehzâde Mehmed, henüz çocuk denilecek yaşlarda iken, olgun yaşlardaki bâzı insanların bile akledemeyeceği şeyleri düşünür, yapar ve babasına çok derûnî sualler sorardı. Nitekim bir seferinde sarayın bahçesinde oynarken babasını görmüş ve birden oyunu bırakarak onun yanına koşmuştu. Hâl ve hatırını sorduktan sonra da şöyle konuşmuştu:

“–Ey benim devletlü babam! Ne hikmettir ki, sırtınızdaki onca ağır yük ve eziyete rağmen, sizde, diğer ihtiyarlardaki gibi yaşlılık alâmetlerine rastlamış değilim. Siz, diğer insanlar gibi yaşlandınız, fakat eğilip bükülmediniz ve kamburlaşmadınız. Her türlü zahmet ve sıkıntıya rağmen genç yaştaki zindelik, kahramanlık ve yiğitlikle beraber akıl ve irâdenizi yerli yerinde kullanmaktasınız.

Bir bakıyorum, cenk meydanlarında muzaffer bir kumandansınız; bir bakıyorum, ilim meclislerinde derin bir üstadsınız; bir bakıyorum, halka hizmet eden samîmî, içli bir dervişsiniz!.. Geceniz gündüzünüz yok! Bütün bunlara fidan gibi boyunuzu eğriltmeden, rûhunuzu yıpratmadan nasıl tâkat getirebiliyorsunuz?

Bu nasıl iştir baba?!. Zihnin sürekli meşgûliyeti insanı eritip bitirirken sizde bir değişiklik meydana getirememiş, huzur hâlinizi bozamamış!.. Sahip olduğunuz müstesnâ karakter için ne tür bir ilâç, üstün aklınız için ne tür bir şurup kullanıyorsunuz? Lûtfedip bunları bana öğretir misiniz? Tâ ki ben de sizin yolunuzca yürüyeyim...”

Sultan 2. Murad Han, küçük yaştaki çocuğundan hiç beklemediği bu sualler karşısında hayrete düşmekle beraber gâyet memnun kalarak şu tâ­rihî na­si­hatte bulundu:

II. MURAD'IN FATİH SULTAN MEHMET'E NASİHATİ

“–Ey benim sevgili oğlum! Beni mesrûr eyledin. Kâinâtın ve bütün varlıkların kulluk eylediği yüce Rabbim, sana vermiş olduğu üstün meziyetleri ziyâdeleştirsin. Böyle büyük ve geniş me­se­lelerin araştırılması düşüncesini devam ettirsin.

Ey oğlum! Kim ne derse desin, ben, hayatlarını doğruluk üzere geçirenlerin, bu dün­yadan ayrıldıkları zaman âhi­ret âleminin o hayâle sığmayan sonsuz nîmetlerine kavuşacaklarına inanıyorum. Bu inancımda en ufak bir şüphem yoktur. Bunun için yüce Allâh’ıma karşı yaptığım ibadetleri, en samîmî bir şekilde cân u gönülden yaparım. Ben bu çile ve ıztıraplar dün­yasında çektiklerimin karşılıklarının, Allah tarafından, gelecek başka bir âlemde verileceğine inanıyor ve her hususta O’na ilticâ ediyorum. Ayrıca O’nun takdîrinin, yani kaderinin benim için büyük bir safâ olduğunu düşünüyorum.

HER SÖYLENENE İNANMAKTAN UZAK DUR

Ey oğlum! Her söylenene inanıp aldanmaktan uzak durmak, her ayrı durumun içyüzünü öğrenip düşünmek ve kendi hakîkî gerçeğine yaklaşmak gerek!..

Nasıl ki bir yemiş, ancak olgunlaştığı zaman güzelce yenir. Bunun gibi, insanlardan güngörmüş, bilgi ve tecrübesi yerinde olanlar da her zaman tercihe şâyandırlar. Aksi hâlde olgun ve nefis üzüm salkımları dururken henüz olmamış bir koruğu yemek, aklın za‘fiyetidir.

ECDADIN BAŞARISI NE İLE OLMUŞTUR?

Ey oğlum! Ara sıra yüce ecdâdımı hatırlarım. Benden sonraki neslimizin âkıbeti hakkında düşüncelere dalarım. Elhamdülillâh bugüne kadar sevgi, hürmet ve bağlılık görerek geldik. Bugünden sonra da aynı şekilde devam etmemizi arzularım. Nasıl doğup geldiysek, yine öylece gidelim isterim...

Şunu iyice bilesin ki, herhangi bir şeyin devamı, yalnız kaba kuvvet, kılıç, kahramanlık ve ezici güç zoruyla mümkün değildir. Akıl, tedbir, sabır, ileriyi görme, imtihan ve yorucu tecrübeler çok mühimdir. Birinci yol, her zaman geçerli olmadığı gibi, mahzurları da çoktur. İkinci yol da tek başına bir işe yaramaz. Büyük muvaffakıyetler için her ikisini de bir arada yürütmek gerek!.. Unutma ki, yüce ecdâdımızın büyük zaferleri, görünüşte kılıcın gölgesinde olmuşsa da, hakîkatte akıl, mantık ve muhabbet güçleriyle gerçekleşebilmiştir.

SAKIN ADALETİ ELİNDEN BIRAKMA!

Ey oğlum! Bir an bile olsa sakın adâleti elinden bırakma! Çünkü yüce Allah, âdildir ve âdil olanı sever. Bir bakıma sen O’nun yeryüzündeki halîfesisin.. O, sana, kendi irâdesiyle birtakım lûtuf­lar­da bulunmuş ve seni kullarının başına serdâr eylemiştir; bunu unutma!..

Ey oğlum! Bu dün­yada üç türlü insan vardır:

Birinci grup, akıl ve fikirleri yerinde, istikbâli az-çok gören ve düşünen, hiçbir gayr-i tabiîlikleri olmayan kimselerdir.

İkincisi, hangi yolun doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak olan kimselerdir. Ancak bu duruma kendi istekleriyle değil, etraflarının tesiriyle düşmüşlerdir. Na­si­hat edildiğinde doğru yola gelirler; hakîkati kabûl eder, söz dinlerler. Bununla birlikte çoğu zaman da duyup işittiklerine uyarak yaşarlar.

Üçüncüsü ise, ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne de yapılan îkaz ve na­si­hatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini zannederler. Bunlar en tehlikeli olanlardır.

Ey oğul! Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım kimselerden yaratmışsa, sevinir, Cenâb-ı Hakk’a şükrederim. Yok eğer ikincilerden isen, sana yapılan na­si­hat ve îkazlara kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü gruba dâhil olmayasın! Onlar, hem Allâh’a, hem de insanlara karşı iyi bir durumda değildirler.

Ey oğul! Pâdişahlar, ellerinde terâzi tutmuş kimselere benzerler. Ancak asıl pâ­di­şah odur ki, elindeki terâziyi doğru tuta... Sen pâ­di­şah olunca, terâziyi doğru tutmanı tavsiye ederim. O zaman yüce Allah da, senin hakkında hayır murâd eder. Seni sâlihlerden kılar. Her şey O’nun mâlûmudur...”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.