Fenâ Fi'r-resûl Ne Demek?
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in muhabbet deryasına gark olmak, O’nda yok olmak... Bu hâlin alâmeti, Kur’ân ve sünnet modelini hayatın her safhasına aksettirebilmek... Bu o kadar mühimdir ki, fenâ-fi’r-rasûl mertebesine vâsıl olamayanlar, hiçbir zaman fenâ-fillâh mertebesine ulaşamazlar.
Fenâ-fi'r-resûl mertebesinin özü de, Hazret-i Peygamber’i her şeyden çok sevmek ve böyle bir muhabbetle O’na bağlanmaktan ibarettir.
Abdullah bin Hişam anlatır:
“Bir defasında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte bulunuyorduk. Rasûl-i Ekrem, orada bulunanlardan Hazret-i Ömer’in elini avucunun içine almış oturuyordu. O sırada Ömer -radıyallâhu anh-:
«–Yâ Rasûlâllah! Sen bana canımın dışında her şeyden daha sevgilisin!» diyerek Rasûlullâh’a olan muhabbetini ifade etti. Onun bu sözüne karşılık Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
«–Hayır, ben sana canından da sevgili olmalıyım!» buyurdu. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hemen:
«–O hâlde Sen’i canımdan da çok seviyorum yâ Rasûlâllah!» dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–İşte şimdi oldu.» buyurdu.” (Buhârî, Eymân, 3)
HAKİKÎ İMÂNIN ŞARTI
Bir başka hadîs-i şerifte de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in:
“Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin olsun ki; sizden biriniz, ben kendisine anasından, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakikî mânâda îmân etmiş olamaz.” (Buhârî, Îman, 8) buyurması, son derecede câlib-i dikkattir.
İşte hakikî îmanın şartı budur. İnsanlık semâsının yıldızları olabilen bütün bahtiyar şahsiyetler, hep bu şartın içinde yaşadıkları için nice makamlara ermişlerdir. Dolayısıyla her şeyden önce Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i onlar gibi tanımalı, onlar gibi sevmeli, onlar gibi takip etmeliyiz. Unutmamalıyız ki; O'na muhabbet hürmeti gerektirir. O’na muhabbette yücelenler, hürmet itibarıyla can u gönülden rikkat sahibi olanlardır. Hem sahâbe, hem tâbiîn, hem de onların izinden giden bütün İslâm büyüklerinin en bariz özellikleri budur. Örnekler saymakla bitmez.
İSLÂM ÂLİMLERİNİN PEYGAMBER SEVGİSİNE DÂİR ÖRNEKLER
Defalarca hacca giden Ebû Hanife Hazretleri, türbe-i saadete bin bir edeple varır ve Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, “Yaklaş yâ imam!” izni üzerine boyun bükerek Ravza’ya girerdi.
İmam Mâlik, edebinden dolayı Medine sınırları içerisinde abdest bozmazdı.
Büyük müctehid İmam Nevevî Hazretleri de, Rasûlullah’la o kadar aynîleşmişti ki; Rasûlullâh’ın, karpuzu nasıl kesip yediğine hadis-i şeriflerde rastlamadığı için hayat boyu karpuz yemekten vazgeçmişti...
Yine Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar İslâm’ın nûrunu ve feyzini gönüllerde yeşerten büyük velî Seyyid Ahmed Yesevî, 63 yaşına girdiği zaman, temsilî bir mezar kazdırdı:
“Bana bu yaştan sonra toprak üstünde yaşamak gerekmez!” dedi. Bundan sonraki ibadet ve irşad hayatını, Rasûlullah’la aynîleşme neticesi bir mezarın içinde devam ettirdi. Çünkü samimî Peygamber âşıkları için ancak O'nun aşkı gönül ferahlığıdır.
Gönüller, O’nsuz câhiliye girdaplarında boğulmuş, zulüm ve isyan dehlizlerinde nefessiz kalmıştır. Ancak O’nun vesilesiyle hidayet ufuklarına kanat açma bahtiyarlığına erişen gönüller, iki cihanın ferahlığını aşk-ı Muhammedî’de bulmuşlardır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İtikatta, İbadette ve Muâmelâtta İHLÂS ve TAKVÂ, Yüzakı Yayınları.
YORUMLAR