Feth El-mevsıli (k.s.) Kimdir?

Feth El-Mevsıli (k.s.) kimdir? Feth El-Mevsıli Hazretleri nasıl mizaca sahipti? Feth El-Mevsıli (k.s.) başına bir kaza, bela veya musibet gelince nasıl bir tavır  sergilerdi? Feth El-Mevsıli Hazretleri hakkında kısaca bilgiler…

Adı Feth bin Said, künyesi Ebu Nasr, nisbesi el-Mevsılî. Musul meşayıhının ulularından. İbnü’l-Cevzî’nin Sıfatü’s-Safve adlı eserinde verdiği bilgiye göre bu isimle anılan iki zat vardır. Birisi Feth bin Muhammed el-Ezdi el-Mevsılî’dir ve Ebu Muhammed künyesiyle anılır. Diğeri Feth b. Said el-Mevsılî’dir ve Ebu Nasr künyesiyle anılır. İlkinin vefatı 170/786, ikincisinin vefatı 220/835’dir. Bu duruma göre ikisinin ayrı şahıslar olduğu ortaya çıkmaktadır.

Tabakat kitaplarında bu iki zata aid menkıbeler çoğu zaman birbirine karışmıştır. Bizim konumuzu ilgilendiren Feth bin Said el-Mevsılî’dir, Bişr el-Hafi, Seriy Sakati ile çağdaş olan Feth el-Mevsılî, İsa bin Yunus ve akranından hadis rivayet etti. Muafa bin İmran ile dosttu. Bişr el-Hafi’yi ziyaret için Bağdat’a gittiği olurdu. İlim ve irfanı kadar, zühd ve veraı ile de meşhurdu.

KAZA VE MUSİBETLERE ŞÜKÜR

Feth el-Mevsılî, kazaya rızâ, belaya sabretmek; hatta şükretmek lazım geldiğine inananlardandı. Nitekim önce başağrısına tutuldu, sonra bacağı topal oldu da şöyle niyaz etti: “Ya Rabbi beni peygamberlerini denediğin belalara mübtela kılıyorsun. Bunun şükrü bir gecede dörtyüz rekat namaz kılmaktır.”

Dünyaya kul ve köle olmaktan çok korkardı. Birgün birinin elinde bir miktar bal, diğerinin elinde bir miktar azık bulunan iki çocuk gördü. Yanında azık bulunan bal bulunana dedi ki:

– Yiyeceğinden biraz bana da versene. Diğeri:

– Eğer benim köpeğim olmayı kabul edersen elimdekinden sana da veririm, dedi. Bunun üzerine ilki:

– Peki kabul, dedi. O da ona yiyeceğinden bir miktar verdi ve ağzına bir ip bağlayarak gem gibi onu çekip sürüklemeye ve ona köpek muamelesi yapmaya başladı. Durumu müşahede eden Feth şöyle dedi:

– İşte dünya da böyledir. Kendisinden birşey isteyeni ve kendi lokmasından yiyeni köpek yerine koyar ve onu istediği yere sevkeder.

Feth Mevsılî’ye bir adam gelip dua talebinde bulundu. O şöyle dua etti: “Allahım, bize ihsanda bulun, bizim üzerimizden perdeni kaldırıp bizi mahcub etme. Bizi kazana razı olanlardan eyle!”

Sevdiklerine, dost ve yakınlarına karşı teklifsizdi. Nitekim bir gün dostu İsa et-Temmâr’ın evine geldi, fakat dostunu evinde bulamadı. Evde İsa’nın hizmetine bakan cariyeye:

– Bana kardeşim İsa’nın kesesini getir, dedi. Cariye keseyi getirdi. Feth ondan iki dirhem aldı ve keseyi geri verdi. Bir süre sonra İsa evine geldi. Cariye olanları anlattı. Feth’in geldiğini ve kesesinden iki dirhem aldığını söyledi. İsa dedi ki:

– Eğer bu söylediklerin doğruysa hürsün.

Araştırdı ve cariyenin söylediklerinin doğru olduğunu öğrenince sevincinden cariyeyi azad etti.

Feth el-Mevsili bir gün gecenin geç saatlerinde evine geldi ve ailesine:

– Bana yemek hazırlasanız, dedi. Onlar da:

– Evde yiyecek namına hiç bir şey yok, dediler.

Feth:

– Peki niye karanlıkta oturuyorsunuz, diye soracak oldu. Şu cevabı aldı:

– Evde yakıp aydınlanacak bir kandil, bir mum mu var?

Feth bu halden hoşlanarak şöyle iltica etti: “Ya Rabbi, benim gibi günahkar birini böyle yemeksiz ve kandilsiz bırakarak peygamberler gibi sıkıntı ve fakr ile imtihan ediyorsun” dedi ve vecd ile sevinç gözyaşları döktü.

KALBDE ZİKİR DİRİLİĞİ

Zikir ile kalb diriliği arasında bir bağlantı kurar ve derdi ki: “Kalbi, gıdası olan zikirden bir müddet bile mahrum bırakmak, onu öldürmek demektir.”

Dünyaya değer vermeme (zühd) ve helal lokma (vera) konusunda son derece titizdi. Büyükler arasında anılışı da bu sebeptendi. Nitekim çağdaşı ve arkadaşı Muafa bin İmran’a biri sordu:

– Feth el-Mevsili, amelinin çokluğu sayesinde büyükler arasında anılıyor? O, şu karşılığı verdi:

– O’nun asıl büyüklüğü, dünyayı iradesiyle terkedişinde ve gönlünde dünyaya yer vermeyişindeydi.

Kalbi zikre önem verirdi. Kalbi zikre devam eden kimsede Gerçek Sevgiliyle ferahlanıp neşelenme halinin zuhur edeceğini söylerdi. Ulu ve Yüce Allah’a özlem duyanın ondan başka fani sevgililerden yüz çevireceğini ifade ederdi. Çünkü nefsinin isteklerine Hakk’ı tercih edene Allah kendi sevgisini verirdi, masivadan geçirirdi. Böyleleri daima hukuk-ı ilahiye saygı duyduklarından her zaman O’nun celal ve cemalini temaşa ederdi.

TEVEKKÜL VE TEDBİR

Tevekkülü tedbiri terk olarak değil, gönülden Allah’a güvenmek anlamında bir kalb işi olarak görürdü. Nitekim bir gün Bişr el-Hafi’nin hanesine vardı ve yemek istedi. Getirdiler. Birazını yedi, geri kalanını bir torbaya koyup aldı gitti. Bişr el-Hafi’nin kızı onun bu davranışı karşısında:

– Babacığım siz Feth el-Mevsili, tevekkül ehlinin imamıdır, demez miydiniz? Bu nasıl tevekkül ki yemeğin kalanını bile yüklenip gidiyor, diye sordu.

Bişr şu karşılığı verdi:

– O bunu sizi imtihan için yaptı. Sizin kanaatlerinizi düzeltmek istedi. Çünkü siz tedbiri tevekküle mani sayarsınız. Oysa ki Allah’a karşı kalbî güveni sağlam olanın böyle bir yemeği alıp gitmesi tevekkülüne zarar vermez. Gönlüne sevgisini yerleştirmemiş kimsenin zenginliğinin zühdüne zarar vermediği gibi. Çünkü tevekkül de, zühd de herşeyden önce bir kalb ve gönül işidir. Bu yüzden Ömer bin Abdülaziz’in varlık içindeki zahidliği, Veysel Karani’nin fakirlikteki zahidliğinden daha üstün sayılmıştır.

Feth el-Mevsili, bir bayram gününde dostlarından İbrahim bin Musa’yı ziyaret etti. Orada başlarında başlık ve taylesan bulunan giyimli kuşamlı insanlar gördü ve şöyle konuştu:

– Elbise dediğin yıpranmaya, vücud dediğin çürümeye mahkûmdur, bunlar hep fani şeyler. Fakat görüyorum ki şu giyimli kuşamlı insanlar, bütün varlıklarını karınlarına ve sırtlarına harcamışlar. Rabları katına amel olarak gönderdikleri ise müflislikten başkası değil.

Kalbin diriliğini zikirden sonra, ilim hikmet ve sohbette görür, şöyle konuşurdu: “Yeme ve içmeden uzak tutulan insan, neticede nasıl ölürse, ilim, hikmet ve salih kimselerin sohbetinden mahrum bırakılan kalb de ölür.”

Marifet ehlini şöyle anlatırdı:

“Gerçek marifet ehli, konuştuğunda Hakk’ı anlatan, bir iş yaptığında Allah için yapan, isteklerini halktan değil, yalnızca Hakk’tan isteyen kimselerdir.”

Tevazu ölçüleriyle ilgili olarak rüyasında Hz. Ali’den şöyle talimat aldığını anlatıyor:

– Bir gece rüyamda Emiru’l-mü’minîn Hz. Ali (r.a.)’yi gördüm. Kendisinden nasihat ve öğüt istedim. Buyurdu ki:

– Ben, tevazudan daha güzel bir şey görmedim. Hele, sadece Hakk’ın rızasını kazanmak için zenginin fakire gösterdiği tevazu, hayırların en güzelidir. Bundan daha da güzeli, fakirin Allah’a olan güveninden dolayı, zengine karşı gösterdiği müstağni tavır ve vakardır.

AĞLAMA VE RİYA

Feth, ağlamayı severdi. Ama ağlamasına riya karışmasından da ürkerdi. Yine bir gün gözlerinden kanlı yaşlar akıtarak ağlıyordu. Yanındakiler:

– Niçin böyle gözlerin yaşlı ve kanlı, diye sordular. Şu karşılığı verdi:

Günahlarını hatırlayınca gözlerimden yaşlar boşanıyor. Ağlayışım ihlassız ve riya dolu olmasın diye gözlerimden kan akıtıyorum.

Halk ile ülfetin Hakk ise sohbete mani olacağına inanır ve bunun tasavvuf ricalinin ittifakla benimsedikleri bir husus olduğunu anlatırdı: “Her biri abdâldan sayılan otuz şeyhin sohbetinde bulundum. Hepsi de Hakk’ın dostluğuna mani olan halk ile sohbetten sakındırmış ve az yemeyi öğütlemişti.”

Bir kurban bayramında mahalle arasında dolaşırken halkın kurban kestiğini görünce: “Allahım, biliyorsun ki senin için kurban edilebilecek hiç bir malım yok” dedi ve elini boğazının üstüne götürerek “Bende sadece bu var” deyip yere yığılıp kaldı. Çevreden görenler, koşup geldiklerinde onu baygın bir halde buldular. Yüzünü su ile mesh ederek ayılttılar. Feth el-Mevsili bu olaydan sonra pek fazla yaşamadı ve rahmet-i Rahmana kavuştu. - rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar Hılyetü’l-evliya, VIII, 292-294; Sıfatü’s-safve, IV, 183-189; Tezkiretü’l-evliya, s. 342-347; Nefehatü’l-üns (trc. Lamii Çelebi) s. 101; Şa’rani, et-Tabakatu’l-kübra, I, 68; İbnü’l-Mulakkin, Tabakatu’l-evliya, s. 276-279; el-Kevakibu’d-dürriyye, I. 151; A’lamü’n-nübela, VII, 349; a.e., 483-484.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

BENZER HABERLER

 

İslam ve İhsan

HASAN BASRİ HAZRETLERİ KİMDİR?

Hasan Basri Hazretleri Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.