Fetih Suresi 2. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Fetih Suresi 2. ayeti ne anlatıyor? Fetih Suresi 2. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Fetih Suresi 2. Ayetinin Arapçası:

لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ

Fetih Suresi 2. Ayetinin Meali (Anlamı):

Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını bağışlayacak, üzerindeki nimetini tamamlayacak ve seni dosdoğru bir yola eriştirecektir.

Fetih Suresi 2. Ayetinin Tefsiri:

Sözkonusu edilen nimetler:

Birincisi; Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in geçmiş ve gelecek tüm günahlarının bağışlanması: Peygamberlerin ismet sıfatı vardır; günah işlemezler. Fakat bir beşer olarak hata ve kusurdan da tamamen uzak değillerdir. Ufak tefek hatalar, ayak sürçmeleri ve içtihada dayanarak verdiği kararlarda bazan isabet edememe durumları onlar için de geçerlidir. Kur’an- Kerîm’de bunun pek çok misali vardır. Allah Teâlâ hem bunları bağışlamış, hem de beşer olarak kendinde bulunan günah işleme potansiyelinin fiiliyata geçmesinden onu koruma altına almıştır.

Fakat bu bağışlama meselesini fetihle birlikte değerlendirdiğimizde ve onunla bağlantılı olarak izah etmeye çalıştığımızda, burada bahsedilen günahtan maksadın, geçmiş 19 sene içerisinde Peygamber (s.a.s.) önderliğinde İslâm’ın yayılması için yapılan mücadeleler, çalışmalar ve savaşlarda müslümanların yaptığı bir takım hatalar olduğu anlaşılabilir. Bu hataları hiç kimse bilmemektedir. Fakat Allah Teâlâ nazarında, en güzel ve en yüce olma ölçüsüne göre bu çalışmalarda öyle bir takım kusurlar oluyordu ki bunlardan dolayı müslümanlara müşriklere karşı kesin bir zafer nasib olmuyordu. Cenâb-ı Hak bütün bu kusurları ve hataları bağışlayarak, sadece kendi kerem ve lütfuyla onları gidererek, Hudeybiye denen yerde müslümanlara bu fetih ve zafer kapısını açmıştır. Burada hitabın Efendimiz (s.a.s.)’e yapılması, müslüman toplumun liderinin Peygamberimiz olması sebebiyledir.

İkincisi; peygamberimiz (s.a.s.)’e olan nimetini tamamlaması: En büyük nimet olan İslâm dini barış ortamında tamamlanarak yayılma ve yerleşme imkânı buldu. müslümanlar, kendi yurtlarında tehlike, endişe ve dış müdahaleden korunmuş bir halde tam olarak İslâm medeniyeti, ahlâkı ve İslâm kanunları ve hükümlerine uygun olarak yaşamaları için büyük bir hürriyet elde ettiler. Allah’ın dinini ve kelime-i tevhidi yükseltebilme güç ve imkânlarını artırdılar. Bundan itibaren peş peşe fetihler elde ettiler. Büyüklük taslayanlar onlara boyun eğmek ve zorbalar onlara itaat ermek mecburiyetinde kaldılar.

Bununla birlikte; Cenâb-ı Hakk’ın onu kendisine sevgili yapması, onun hayatına yemin etmesi, onu son peygamber olarak göndermesiyle evvelki şeriatlerin hükümlerini ortadan kaldırması, kendini miraçta قَابَ قَوْسَيْنِ (kâbe kavseyn)e kadar yükseltmesi, yine miraçta gözünü saptırmamak ve kalbini Mevlâsından bir an ayırmamak suretiyle mâsivâya düşmekten koruması, kıyamete kadar bütün ins ve cinne peygamber olarak göndermesi, kendine ve ümmetine ganimetleri helâl kılması, ona şefaati uzma vermesi, bütün Âdem oğullarına seyyid yapması; teşehhüdde, ezanda, Kur’an’ın pek çok âyetinde zikrini kendi zikrine, rızâsını ve itaatini kendi rızâ ve itaatine birleştirmesi, kelime-i tevhidin iki rüknünden birini ondan ibaret göstermesi de Efendimiz’e ihsan edilip tamama erdirilen nimetler cümlesindedir.

Üçüncüsü; onu dosdoğru bir yola eriştirmesi: Zaten Allah Resûlü ve ona inananlar doğru yol üzere bulunmaktadırlar. Allah Teâlâ onlara bu yolda azim, sebat ve kararlılık lütfedecektir. Bundan asıl maksat ise, Peygamber (s.a.s.)’e fetih ve zafer yolunu göstermiş olmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ Hudeybiye’de bahsedilen barış anlaşmasını yaptırarak, İslâm’ın yayılmasına engel olan bütün güçleri mağlup edebilecekleri en uygun ve en güzel yolu göstermiştir.

Dördüncüsü; ona muhteşem bir zaferle yardım etmesi: Allah onlara, barış yoluyla düşmanlarını aciz bırakacak büyük bir yardımda bulunmuştur. Ayrıca Hudeybiye’ye giderken yolculukta, barış müzakereleri yaparken ve dönüşte Allah Teâlâ’nın hususi yardımları da olmuştur. İşte bu büyük yardımlardan biri hatırlatılarak buyruluyor ki:

Fetih Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Fetih Suresi 2. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.